Ayşe Gökkan: Havaya, Suya, Toprağa Düşen Cemre

Ruşen Seydaoğlu, 30 yıl hapis cezası alan Nusaybin eski belediye başkanı ve Özgür Kadın Hareketi sözcüsü Ayşe Gökkan’ın Kürt kadın hareketindeki  mücadelesi üzerine yazdı…

A’ida, Xavier’e yazdığı mektupta ,“Sana iki kere müebbet verdikleri anda onların zamanına inanmayı bıraktım”(1) diyor.

John Berger’in kurtardığı mektuplardaki bu cümle insanın zihnine bilindik sevmeleri aşan çok yönlü bir aşkın-mücadele biçiminin ifadesi olarak yerleşiyor. Sonra, tüm olup bitenler karşısında şu soru geliyor akla, sahi biz ne zaman bırakmıştık onların zamanına inanmayı?

Ayşe Gökkan’a 20 Ekim 2021’de toplamda 30 yıl hapis cezası verildi. Onunla dayanışmak, onu savunmak için orada olan ve duruşmayı orada bulunmasa da an be an takip eden diğer kadınlara 20 Ekim 2021’de 30 yıl hapis cezası verildi.

Türkiye’de, Afganistan’da, İran’da, Lübnan’da, Ayşe’nin de parçası olduğu mücadelenin ulaştığı her yerde, özgürlüğü için direnen kadınlara 20 Ekim 2021’de toplamda 30 yıl hapis cezası verildi.

Kadın ve Kürt olmanın, her iki kimlikle pek tabi özgürce yaşama arzusunun karşısında 30 yıl bir zaman ölçüsü olabilir miydi? 30 yıl bunlardan hangisini değiştirebilirdi? İktidarın matematiği ne kadar da zayıftı. Aşağı yukarı aynı şeyleri deneyip farklı sonuçlar beklemek, düpedüz vasatlıktı.

Geçmişi çok daha eskiye dayansa da Kürt kadınların mücadele tarihinden kısacık bir kesiti düşünelim; 1997-2021. Siyasetçi Kürt kadınların tek tek hedef gösterildiği, işkencenin yerleşik olduğu yaklaşım 2009’dan bu yana kadınların özgün-özerk örgütlenmesine karşı toplu olarak ve sık sık gözaltına alma-tutuklama uygulamalarıyla birleştirildi.

Ulus-devlet aklı Kürtlere, bel kemiği olan patriarka ise Kürt kadın hareketine gündelik saldırılarla el çektiremeyince şiddetinin formunu değiştirdi. Tabi ki hepimizi birden durduramazlardı. Bir kadını tutuklamak ise hareketi durdurmaya yetmiyordu. Zaman gibi mekânı da kıramıyorlardı. Mücadele bu kez hem içeride sürüyordu hem de dışarıda kolektif-örgütlü yaklaşım o kadının mücadelesini yerde bırakmıyordu. Buna rağmen yapabileceklerini sandılar. Arkaik bir arzu olarak “kadınların büyük kapatılması” tekraren denendi.

Bunun arkasındaki temel fikir kadınların sistemi değiştiriyor oluşuydu. Mağdur-mağrur kadın istediğini söküp alan, özgürleşmeyi sırf talep eden değil hayata geçiren kadına dönüştükçe tahtlar sallanmaya başladı. Bu yeni kimlik daha doğrusu “uyanan” kimlik, Kürtlüğünü ya da kültürünü kenara bırakmadan ekonomi politikte, kent sosyolojisinde söz üreten; müzakere masalarına oturan ve hakikatlerin araştırılması için direten; alternatifimiz var, öyle değil böyle olsun diyebilen ve eyleme geçen olmayı kapsıyordu.

Bu kimliğe karşı duyulan tahammülsüzlük 2009 operasyonlarında ilk kurumsal ifşasını yaşadı. Yargı artık alenen siyasal iktidara devredildi edilmesine; ancak kadınlar açısından ne malumun ilanı ne de 5 yıl süren kapatılma bir şeyi değiştirdi. Ana Dava olarak bilinen yargılamalarda da dışarıda söyledikleri, eyledikleri her şeyi aynı politik tavırla- tane tane izah ettiler.

O gün Demokratik Özgür Kadın Hareketini (DÖKH) siyaset dışı bırakmaya çalışan her karşı söz ve pratik bugün yakın tarihten hiçbir şey çıkaramamış olanlar tarafından Tevgera Jinên Azad (TJA) için de aynı ezberden sürdürülüyor. Kürt kadınların politik mücadelesi de hâlâ sırtını bileşeni olan her bir kadına ve aynı zamanda ortak iradeye dayandırıyor. Her defasında içinden geçtikleri dönem ya da bulundukları mekân siyaset yapmak için bizzat kadınlar eliyle yeniden inşa ediliyor. Sonuç ömürlük yıllarla ifade edilen hapis cezaları, enseye tünemiş, bitmeyen soruşturmalar ya da sürgün olsa da fark etmiyor, siyaset yapma hakkı Kürt kadınların avuçları içinde sımsıkı tuttukları oluyor.

Onlarca defa gözaltına alan, bununla usanmadı şimdi de tutuklayalım diyen, yargılamanın her aşamasında Kürtlüğe ve kadınlığa öfkesini onun üzerinden sergileyenler karşısında Ayşe de bir an olsun avuçlarını gevşetmedi. Şimdiye kadarki hayatını Kürt kadın hareketinin iddiasını, yazarak, konuşarak, Nusaybin’de belediye başkanı, sınırda savaşa karşı sivil itaatsiz olarak, her daim kadınlarla yürüyerek sürdürdü. Onların zamanının hesaplayamayacağı, onların zamanıyla algılanamayacak bu akış söz konusuyken kimi hangi cezayla durdurabilirlerdi ki?

Karşısındakinin kim olduğunu bildiğinden olacak uzun uzadıya konuşmadı. Hakkındaki hüküm açıklanmadan önce tarihe şöyle bir not düştü:

“Ben Ayşe Gökkan, TJA dönem sözcüsüyüm. TJA’yı toprağa düşen, havaya düşen, suya düşen cemre gibi görüyorum… JinJiyanAzadi dünyaya düşen cemredir…”

Biz Ayşe’yi sesinden tanıyoruz. Ayşe’yi mücadelenin sesini kendi sesiyle korumasından, o sese karışmasından tanıyoruz. Ayrılık kısa sürecek, yerler değişecek değişmesine ama DÖKH mahkeme salonlarını inletirken, TJA “Kadın Zamanı” diyerek yeniden sokaklara taşarken, Ayşe direnirken cemre bir kez daha havaya, suya ve toprağa düştü, yine düşecek. A’ida kırgın bir kalple mi yazmıştı o cümleleri bilemiyoruz ama onların zamanına inanmayı bırakıp aşkı-hayatı-mücadeleyi yeni bir zaman algısına kavuşturmak bitmezliği de getirebilir pekâlâ.

[1] John Berger, A’dan X’e – John Berger Tarafından Kurtarılmış Mektuplar, s. 35

*

(Ruşen Seydaoğlu / Gazete Karınca)