Bağdat’ta bir Kürt kızı: Leyla Qasım

Upuzun saçları vardı, boynunda yağlı urgan, uzun saçlarıyla darağacında sallandığında yıllardan 1974’tü ve 22 yaşındaydı Leyla Qasım. 

Asıldığı sabahın 22 yıl öncesinde, Xanekin’de, Başurun Rojhılat sınırında doğmuştu… Bir gece vakti doğduğu için adını Leyla koymuşlardı.. Karanlıkta doğmuştu Leyla. Doğumundan 22 yıl sonra; 12 Mayıs’ta,  bir gecenin sabahında ise asılmıştı. 

Dünyanın en güzel kadın isimlerinden biridir Leyla.. Arapça, ‘gece’ manasına gelir.. Sadece ‘gece’ değil ‘en karanlık gece’, bazen de ‘gecenin en karanlık’ hali demektir.. Leyla isimli kadınların, hep zor ve zahmetli olurmuş yaşamları. Bahtsız  ve şanssız olurlarmış. Bahtsızlıkları ismin güzelliğinden midir yoksa güzelliği bahtsızlığından mıdır bilinmez. Eskiler buna “ismiyle müsemma” derler. İsminin özellikleriyle yaşamak ve ‘mana’sını taşımak anlamında.. 

Kürt bir ananın ve Kürt bir babanın kızı olarak doğdu Leyla. Zorluk, daha doğmadan başlamıştı onun için.. Hem Kürttü hem de adına Leyla denmişti. İsmiyle müsemma bir yaşam süreceği henüz yeni doğmuşken belli olmuştu. Mezopotamya’da doğmuştu; coğrafya, Leylalar için kaderdi. 

Yoksul bir ailenin beş çocuğundan biriydi. Okumaya kararlıydı ve başarılıydı. Ortaöğrenimini güney Kürdistan’da tamamladıktan sonra, ailesiyle Bağdat’a göç etti. Pers’lerin dilinde ‘Tanrının hediyesi’ anlamına gelen Bağdat’a.. Babil’in, Bizans’ın, Perslerin, Arapların, Moğolların, Türklerin uğruna savaştıkları Bağdat’a. Ebu Hanifi’nin kırbaçlanarak işkence ile öldürüldüğü, Halifelerin, at nalları altında can verdiği Bağdat’a.   

Tarih boyunca Ortadoğunun en büyük üç şehrinden biriydi Bağdat. Fırat ve Dicle’nin, iki Kürt suyunun arasına kurulmuş, sulara inat, kütüphaneleri yakılmış bir şehirdi. Bu kente geldiğinde, belki de bunlardan bi-haber, gencecik bir Kürt kızıydı Leyla…

Bağdat ünüversitesinde sosyoloji bölümünü kazandı. Tam da o yıllarda yani 70’lerde, kendilerini Arap ulusalcı/sosyalistleri olarak niteleyen BAAS’cılar, Arap coğrafyasında darbeler yaparak iş başına gelmiş, Irak’ta da Saddam Hüseyin dönemi başlamıştı. Leyla Qasım’ın kaderi bir cellatla kesişmişti. 1980’li yıllarda, Halepçe dahil Enfal katliamında yaklaşık 200 bin Kürdü öldüren Saddam Hüseyin ile..

Arap ulusalcıları için esen meltemler, Kürtler için henüz daha fırtınaya dönmemişken, Irak merkezi devletiyle Mela Mıstefa Berzani arasında 1970 yılında yapılan ‘otonomi’ anlaşmasıyla Güney Kürdistan’a özerklik tanınmıştı. Ne var ki bu anlaşma, hikmetinden sual olunmaz Saddam tarafından ortadan kaldırılarak Kürt aileler Bağdat’tan çıkarılmış, Başur’a yönelik bombalamalar başlamıştı.  

Tüm bunlar olurken, “Kürtler için kölelik kader değildir” diyen Leyla Qasım  KDP’ye katılmış, Kürdistan Öğrenciler Birliğine üye olmuştu. İdamına giden yola, kendi taşlarını kendi elleriyle dizmeye başlamıştı. 

Gözüpekliği ve cesareti sadece rejimin değil arkadaşlarının da dikkatini çeker. Okul arkadaşı Şükriye Resul şunları der onun için; “Leyla siyasetle ilgilenmeyi seven bir kızdı. Tavır sahibiydi. Kararlı ve cesurdu. Radikal bir kişilikti. İdam sehpasına gitme pahasına kendinden taviz vermemek, o kadar da kolay bir şey değil.” 

Bir makale yazar, Saddam’ı hedef alır, fazlasıyla mimlenmiştir artık. O ve arkadaşları uçak kaçırma planı yaparlar. Amaç, Kürtlerin uğradığı zulmü dünyaya anlatmaktır. Tıpkı, isimdaşı Filistin’li Leyla Halid ve arkadaşlarının yaptığı gibi. Deşifre olurlar, kaçıramazlar uçağı, yakalanır o ve arkadaşları.. Onu alan istihbaratçı, “Saddam’ı öfkelendiren Leyla sen misin” der. Irak basını terörist diye gösterir onu. Bağdat’ta bir sinema salonuna bomba koymak ve Mısır dönüşü Saddam Hüseyin’in uçağı havaalanındayken eylem planı yapmakla suçlanır.

Sorgusuna giren Albay, usulen, bilmiyormuşcasına adını sorar.. Leyla, yine ve yeniden doğar ve herkesin bildiği o efsane cümleleri eder; ” Adım Leyla’dır, babamın adı ise Qasım. Bizim oralarda kızlar babalarının ismiyle tanınır, o yüzden Leyla Qasım’dır adım. Arkadaşlarımı ve suç ortaklarımı soruyorsan çoktur, hangisini sayayım, Jean Dark, Roza Luxsemburg, Clara Zetkin, Cezayirli Cemile ve daha niceleri..”

Yıldıramazlar Leyla’yı, teslim alamazlar. Saddam iner sorgusuna.. Gerisini annesine şöyle anlatır Leyla Qasım; “Dün Saddam geldi buraya.. Mücadeleden vazgeçmem için maddi tekliflerde bulundu. İstediğim okullarda öğretmenlik yapabileceğimi söyledi. Fakat ben tüm tekliflerini reddettim ve halkımı satmayacağımı söyledim. Kendimi, Kürt ve Kürdistan davasına adadığımı ve bu uğurda idamı onurla karşılayacağımı söyledim. Çılgına dönen koca Saddam’ın, nasıl zavallılaştığını ve küçüldüğünü gördüm.” 

Kolay değildi Saddam’a karşı gelmek, üstelik elli yıl önce, Bağdat’ta bir zindanda. Bedeli olmalıydı. Saddam sorgudan ayrıldığında, kalemi kırılmıştı artık Leyla’nın.. Hep olduğu gibi, sömürge bir ülke, sömürgecinin gözünde, bir kadında beden bulmuştu.. Kadın bedeni, bir kez daha, erkeğin iktidar ve hesaplaşma alanı oldu.

O yüzden, Leyla’nın bedenine akıl almaz işkenceler yapıldı. Çünkü  o, sadece Kürt değil, sömürgecisine ve zulme karşı çıkan bir ‘kadındı’ aynı zamanda.. Şarkın, o bildik erkek dünyasının ezberini bozan ‘ilk’ kadınlardandı. Alışkın değillerdi, ezber bozulmuştu bir kez, kadınlar idam edilmeliydi artık.  

Yapılan ağır işkenceler ve çabucak çıkan idam kararından sonra, o meşhur cezaevine, Ebu Gureyb’e yollandı Leyla. O sadece mahkum değil, idamını bekleyen bir esirdi artık. Görüş yasağı konmuştu. Annesi, Ferah adında başka bir kadın mahkumun adını vermiş, o şekilde görebilmişti Leyla’yı.. Annesini teskin etti Leyla, üzülmemesini istedi. Bir makas ve idam edildiğinde giymek için geleneksel bir Kürt kıyafeti istedi annesinden.. Kıyafetlerle birlikte makas getirdi annesi. Saçından bir tutam kesti, annesine verdi, bir kaç gün sonra asılacağını söyledi. Parmağından yüzüğünü çıkardı, ablasına verilmesini istedi. Annesi, bi-çare ayrıldı Ebu Gureyb’den, birkaç gün sonra asılacaktı kızı, annelik payına düşen, kızından bir tutam saçtı..

12 Mayıs 1974’te, sabahın erken vakti o ve dört arkadaşı idam edildi. Sehpaya yürüdüğünde geleneksel kayafetlerini giymişti, celladına minneti yoktu. Ey Raqib’i okudu son nefesinde.. Bedeni bir dal gibi ipte sallandığında, ardında bıraktığı bir yüzük ve saçlarıydı.. “Herkes yalnız ölür”dü, ama Leyla’nın ölümü, daha hüzünlü ve yalnız bir ölümdü.. 

Leyla Qasım devrimci bir kadındı, korkusuzdu. Hep öyle anıldı, yazıldı, öyle hatırlandı. Halbuki o, sadece devrimci bir kadın değil, aynı zamanda ülkesinden uzak, gencecik bir Kürt kızıydı. Hüznü ve yalnızlığı, biraz da ondandı..

Leyla, “kadınların da ülkeleri için mücadele edebileceğini” söyledi, öyle yaşadı, ısrar etti. Bu anlamda, Kürt politik kamusalında, Leyla Qasım bir ilki temsil etti hep. Popüler bir ikon oldu. Devam eden yıllarda binlerce, onbinlerce Kürt kadını köleliğe karşı mücadele etti. Bu, sadece sömürgecilere karşı değil, doğası gereği, patriyarkaya karşı mücadeleyi de içerdi..

Erkeğin yazdığı tarihte kadın ‘görünürlüğü’ azdı hep, ama varlardı.. Viking kadınları, Amazon kadınları, Ortaçağın heretik kadınları ve modern çağlarda devrimci kadınlar.. Kürt kadınları, bugün dahil yakın tarihte, sömürgecilere, funda-mantelistlere ve tamamen erkeklerden oluşan ordulara karşı verdikleri savaşla, şüphesiz, tarihin en fantastik kadınları oldular. Leyla Qasım, işte bu fantastik kadınların ilklerindendi.. 

Her ne kadar, Kürt sol hareketleri ona hak ettiği değeri vermese de, kolektif ve duygusal Kürt hafızasında, en derinlerde hak ettiği yeri buldu. Cigerxwin dahil bir çok şair onun için şiirler yazdı, besteler yapıldı, şarkılar söylendi.. Cigerxwin Leyla’ya yazdığı şiirde sorar;

Leyla kimdir?

Leyla kadındır,

Benim Leylamdır,

Leylamdır..

Perslerin, ‘tanrının armağanı’ dedikleri Bağdat’ta, ‘uzak bir şehirde’ asıldığında, geriye muhteşem bir hikaye bıraktı. Hikayenin adı, Leyla Qasım’dı..

/Sidar Ali-nupel/