Başaran: 2022 kadın mücadelesini yükselteceğimiz bir yıl olacak

HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, iktidar ve erkekler arasında fikri ve fiili bir ittifakın olduğu bir ortamda kadınların ortak mücadelesinin elzem olduğunu vurgulayarak, “2022 ortak mücadeleyi yükselteceğimiz bir yıl olacak” dedi.

2021 yılını geride bırakırken, iktidarın en çok kadınların kazanımlarına yönelik saldırıları hafızalarda kaldı. Her gün 3 kadın erkek şiddetiyle hayatını kaybederken, kadınların şiddete karşı güvencesi olan İstanbul Sözleşmesi feshedildi, erkek şiddeti adeta kırıma dönüştü.

Kadınlar açısından 2021 yılını, hem saldırı hem de direniş yılı olarak tarif eden HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, ANF’den Zeynep Kuray’a konuştu.

2021’in kadın kazanımlarının en fazla saldırıya uğradığı yıl olduğunu belirten Acar, kadın cinayetlerinin sayısal olarak arttığını ancak buna karşı mücadelenin de yükseldiğini ifade etti.

‘SALDIRILAR BİAT ETTİRME ÇALIŞMALARI’

Kadınların pek çok hakkının gasp edildiğini hatırlatan Başaran, nafakanın tartışmaya açılması, infaz yasasıyla kadın ve çocuğa yönelik suç işleyenlerin salıverilmesi, kürtaja kısıtlayıcı tedbirler getirilmesi, kadın kurumlarının kapatılması, binlerce kadının KHK’larla ihraç edilmesi, eşbaşkanlık sisteminin hedef alınması, cezaevlerinin kadınlarla doldurulması gibi uygulamaların ardından son aşamada da İstanbul Sözleşmesi’nin feshedildiğini anımsattı.

AKP’nin 2023 hedeflerine giden süreçte, kendi cephesinden kadınlara biçtiği rolü 19-20 yıllık iktidarında örmeye çalıştığını dile getiren Başaran, “Bu anlayışa göre, kadınlar aile içinde erkeğe hizmet eden, metalaşan ve çocuk doğurmakla görevli bir kesim olarak görülüyor. İktidar bu fikriyatı gerçekleştirmek için Diyanet’ten medyasına, yargısından yürütmesine, polisine kadar elindeki bütün aygıtları kullandı. Kadınla erkeğin eşit olmadığı yönünde hem söylem kurdu hem de politik tavır aldı. Bu amaçla adım adım kazanımları gasp etti. İktidar tekçi bir rejim kurmak istiyor ve bunun bir ayağı olarak da tek adam rejimine kadınları bir şekilde biat ettirmesi gerekiyor. İşte bütün bu saldırılar, biat ettirme çalışmaları” dedi.

‘İKTİDAR VE ERKEKLER ARASINDA FİİLİ İTTİFAK VAR’

Başaran, bu sürecin sonucunda kadınların özgürlük alanlarının kısıtlandığını, kendi hayatları hakkında karar vermek isteyen kadınların DAİŞ vahşetini aratmayan yöntemlerle katledildiğini hatırlattı.

Gelinen noktada, kadınların hiç tanımadıkları erkekler tarafından sokak ortasında katledildiğine dikkat çeken Başaran, Başak Cengiz’in samuray kılıcıyla vahşice öldürülmesini anımsattı.

Erkeklerin hiç tanımadıkları bir kadına şiddet uygulamayı kendine hak görmesinin ise yeni bir sürece işaret ettiğini belirten Başaran, “İstatistik olarak, kadınlar yakınları tarafından şiddete uğruyor. Ama bu artık bütün topluma sirayet etti. Erkekler artık yoldan geçen herhangi bir kadın üzerinde, yaşamı veya giyim kuşamı üzerinde hak sahibi olduğunu düşünüyor. Bu da iktidarın politikalarının ürettiği bir sonuç. ‘Kadın- erkek eşit değil’, ‘kadın mıdır kız mıdır’ gibi söylemler toplumda erkek egemenliğini ve şiddeti körüklüyor. Ne de olsa bunun cezai yaptırımı yok. Mahkemeler şiddeti ‘tahrik indirimi’ üzerinden aklar diye bakıyorlar. Bunun için Başak Cengiz katledildi, birkaç gün önce bir kadın hiç tanımadığı bir erkeğin yumruklu saldırısına maruz kaldı. Bu açıdan iktidar ve erkekler arasında fikri ve fiili bir ittifak hali var” diye konuştu.

‘KÜRDİSTAN’DA KADINA ŞİDDET ÖZEL SAVAŞ POLİTİKASI’

Kürdistan’da ise iktidarın bu politikalarının doğrudan devlet güçlerinin, uzman çavuşların şiddetine yansıdığını belirten Başaran, “Biz biliyoruz ki bu ülkede suç işleyenler üniformalıysa ve devletle doğrudan bir ilişkileri varsa aklanmaları daha kolay” dedi.

Devlet görevlilerinin bu kadar rahat suç işleyip bu kadar rahat dolaşabildiği başka bir ülke olmadığını kaydeden Başaran, Türkiye’de yargının zaten genelde erkekleri akladığını, ancak suç Kürt kadınlarına yönelik işlendiğinde bu suçu sahiplenen, teşvik eden ve destekleyen bir noktada durduğunun açıkça görüldüğünü vurguladı.

Bunun en somut örneğinin İpek Er olayında yaşandığını hatırlatan Başaran, “İpek Er, uzman çavuş Musa Orhan tarafından tecavüze uğradı, özgürlüğünden yoksun bırakıldı. İpek, bütün çabalarına rağmen adalete ulaşamayınca intihara sürüklendi. Mücadele etmeseydi başına gelenleri öğrenemeyecektik. Gidip başvuru yapmış defalarca, tecavüze uğradığını ifade etmiş ama bütün kapılar yüzüne kapanmış. Van’da bir uzman çavuşun iki çocuğu istismar etme meselesinde de benzer bir durum yaşandı; çocuklar suç duyurusunda bulunmasına rağmen, geri gönderildiler ve suç duyurusunda bulunmamaları yönünde ikna edilmeye çalışıldılar. Bunlar tesadüfi şeyler değil” dedi.

‘KADIN KATİLLERİNE VERİLMEYEN CEZA KADINLARA VERİLİYOR’

Tecavüzün aslında dünyanın pek çok ülkesinde, özellikle çatışma süreçlerinde bir savaş aracı olarak kullanıldığını belirten Başaran, Kürdistan’da da tam bu durumun yaşandığına işaret etti.

Kadın bedeninin bir savaş alanı haline getirilmesi durumuna ilk defa şahitlik etmediklerini dile getiren Başaran, 1990’lı yıllardan bu yana benzer olaylar yaşandığını, kadın cenazelerinin çıplak teşhir edilmesinin bunun en somut örneği olduğunu vurguladı.

Kürdistan’da çok sistematik bir biçimde özel savaş politikasının uygulandığını vurgulayan Başaran, şunları kaydetti: “Özellikle kadınlar ve gençler üzerinde uygulanan özel bir politika var. Gençlerde uyuşturucu, ajanlaştırma, kadınlarda da tecavüzün bir araç haline getirildiğini, ya da evlilik vaadiyle iradeleri kırılarak yine cinsel istismara maruz bırakıldıklarını görüyoruz. Ya da işte Gülistan Doku örneğinde olduğu gibi, her yeri kameralarla çevrilmiş bir ilde genç bir kadından bir daha haber alınamıyor. Parti üyemiz Deniz Poyraz’ın planlı bir saldırıyla katledilmesi ve katilin diğer kadın arkadaşlarımızın fotoğraflarına özellikle ateş etmesi, bunların hiçbiri tesadüf değil. Bu aslında iktidarın Kürt kadınlar nezdinde nasıl bir siyaset yürüttüğünün açık göstergesi. Örgütsüz bırakıp hedef alma, örgütlenip mücadele edenleri de cezaevlerine koyup, biat ettirmeye çalışma politikası devrede. Bunun bir örneği Tevgera Jinên Azad (TJA) dönem sözcüsü Ayşe Gökkan’ın yaşadıkları. Erkek egemenliğine karşı mücadelenin suç olarak kabul edildiği bir dosyası var. Bu aslında iktidarın nasıl bir perspektifi olduğunu gösteriyor. Mahkeme Ayşe Gökkan’a tam 30 yıl hapis cezası verdi. Bu ceza kadın katillerine verilmiyor. İpek Er’e tecavüz edip, özgürlüğünden yoksun bırakan ve ölüme sürükleyen uzman çavuş Orhan’a 12 yıl ceza verildi ve bu cezasının 2 yılı, ‘geleceği üzerinde olumsuz etki yaratır’ gerekçesiyle indirildi. İşte Ayşe Gökkan ve Musa Orhan’a ilişkin bu iki karar nasıl bir yaklaşım olduğunu ortaya koyuyor. Bu aslında yargının Kürt kadın mücadelesine olan nefretinin ve düşmanlığının da nasıl pervasızlaştığını göstergesi.

‘EN TEHLİKELİSİ TOPLUMUN ÇÜRÜMESİ’

Üstelik Nevin Yıldırım örneğinde olduğu gibi, erkek şiddetine karşı kendini savunan kadınlara müebbet hapis cezaları veriliyor. Cezaevlerinde ise en son Garibe Gezer ve Aysel Tuğluk örneklerinde olduğu gibi, tecrit, baskı, rehin tutma haliyle aynı zor aygıtları kullanılmaya devam ediliyor. Garibe cinsel saldırıya uğradı, zorla tek kişilik bir hücrede tutuldu ve buna itiraz ettiği için işkencelere maruz bırakıldı. Aysel Tuğluk da Kürt siyasetinin önemli kadın figürlerinden biri. Kadın ve demokratik siyaset mücadelesi yürütürken rehin alındı. Annesinin cenazesine faşist bir güruh tarafından saldırıldı. Annesini mezarından çıkartanlarla aynı gece bu ülkenin içişleri bakanının fotoğrafları çıktı. Bir de Aysel Tuğluk’a hukuksuz bir biçimde ceza verildi. Aysel bütün bu yaşananları kaldıramadığı için böyle bir hastalığa yakalandı. Günbegün hafızasını kaybetmeye devam ediyor. Ama ‘cezaevinde kalamaz’ raporlarına rağmen Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) tam aksi yöndeki raporu nedeniyle serbest bırakılmadığı gibi tek kişilik hücreye konuluyor. Cezaevlerinde ölüme terk edilmiş hasta tutsaklar teker teker hayatını kaybediyor. Şüpheli bir biçimde hayatını kaybeden siyasi tutsak Vedat Erkmen’in cenazesinde imamın cenaze namazını kılması engellendi. Bunların hepsi Kürt ve kadın düşmanlığının bir tezahürü olarak karşımızda duruyor. İşin kötüsü, toplum da bunun bir parçası haline getirilmek isteniyor. İktidar, toplumu suça ortak etmek için maniple ediyor, nefreti körüklüyor. Ve toplum da sessiz kalarak aslında bu suça ortak oluyor. Belki bunun farkına varılmaz ama bu toplumda bir rıza üretir. Bugün hem kadına yönelik şiddet hem de cezaevlerindeki tutsakların durumuyla ilgili bir toplumsal bir rıza üretiyorlar. İktidarın gidici olduğu, çürüdüğü, çözüldüğü çok net. Ama giderayak toplumu da kendisiyle beraber çürütmek istiyor. İktidarlar gider ama çürümüş, vicdanını kaybetmiş ve kötülüğü sıradanlaştırmış bir toplumu dönüştürmek çok zor. Bence en tehlikelisi bu…”

‘BU TEHLİKELİ GİDİŞATI MECLİSTE DE HİSSEDİYORUZ’

Bu tehlikeli gidişatı sadece sokaklarda, cezaevlerinde değil, meclis çatısı altındaki kadın siyasetçiler olarak da hissettiklerini belirten Başaran, uzun bir süredir tahammülsüzlüğün arttığı, nefret söylemlerinin teşvik edildiği, cinsiyetçiliğin ön plana çıkartıldığı, militarizmin örgütlendiği bir meclisle karşı karşıya kaldıklarına dikkat çekti. Başaran, parlamentoların çoğulculuğu esas alan, temsili demokrasi açısından ortak müzakere zeminlerinin tartışıldığı ve buna göre sonuçlar çıkartıldığı yerler olması gerekirken, Türkiye’de maalesef toplumun yarısı olan kadınların sözünün kesildiği, erkeklerin kadınlar adına söz kurduğu, iktidarlarını sürdürmek için her türlü şiddet eğilimini sergiledikleri bir yere dönüştüğünü vurguladı. Türkiye’de tüm mücadelelere rağmen kadın temsiliyetinin yüzde 20’leri aşamadığına işaret eden Başaran, bunun değişmesi için sadece HDP’nin değil bütün kadın kurumlarının diğer partiler üzerinde baskı kurması ve teşvik etmesi gerektiğini kaydetti.

‘2022 KADINLARA ÖZGÜRLÜK GETİRSİN’

Hem kadına yönelik şiddetle hem de cezaevlerindeki durumla ilgili toplumsal refleksi güçlendirmek gerektiğini kaydeden Başaran, 2022 yılının buna vesile olmasını diledi.

2021’in aynı zamanda her şeye rağmen kadınların alanlardan geri çekilmediği bir yıl olduğunu hatırlatan Başaran, 2022’ye de bu umutla girildiğini söyledi. Ekonomik, siyasi, ekolojik bir krizin derinleştiği bir dönemde, 2021 yılının özellikle kadınlar açısından ortak mücadelenin ne kadar elzem olduğunu gösterdiğini belirten Başaran, 2022’nin hem ortak mücadele zeminlerinin güçleneceği, hem de dayanışmanın büyütüleceği bir yıl olacağını ifade etti. İktidarın zaten sallandığını dile getiren Başaran, “2022’nin yeni alternatifleri kurabileceğimiz bir yıl olacağına inanıyorum. 2022’de hem mücadeleyi yükselteceğiz, hem de kadınlar cephesinden yeni bir yaşamı birlikte inşa edeceğiz. Bu düzeni değiştirmenin ilk adımlarını atacağımız, dayanışma ve mücadeleyi ortaklaştıracağımız bir yıl olacak. 2022 yılının bütün kadınlara özgürlük getirmesini diliyorum” dedi.