Bir Kurtarıcı Erkek Masalı: ‘Kulüp’ Sol Gösterip Sağ Mı Vurdu?

Özge L. İspir, 1950’ler İstanbul’unda merceği gayrimüslim azınlıklara tutan Netflix dizisi Kulüp için kaleme aldığı yazısında, dizinin yeni gelen ikinci kısmını toplumsal cinsiyet perspektifinden değerlendirdi. İspir, Kulüp’ün “sağ gösterip sol vurduğuna” ve Türk erkeklerin dizinin sonunda Superman gibi birer sembolik pelerin giyerek aklanmalarına dikkat çekerek Sünni-Müslüman-Türk-Erkek ezberine düşüldüğünü vurguluyor.

Kulüp’te “Türk”ün, tüm “yaramazlığına” ve “haylazlığına” rağmen aslında hem döven hem de sevip kurtaran yüce baba olarak çizilmesine mesafeli yaklaşılması gerektiğinin altını çizen İspir’in velvele’de yayımlanan yazısı şöyle:

Başlamadan serinin ilk yazısı olan Kulüp: Yüzleşme mi İnkar mı? – 1’i okumanızı tavsiye eder, yazının diziyle ilgili spoiler ve  özellikle gayrimüslimler için tetikleyici ifadeler içerdiğini belirtmek isteriz.

“Kulüp’ün Matilda’sı intikam alan, bedelini ödeyen, kendi cemaatine bile göğüs geren ve ben de dahil izleyenlerin çok sevdiği güçlü bir kadın. Fakat dizinin diğer gayrimüslim erkekleri ve kadınları için aynı şeyi söyleyemeyiz.

Burda bir şerh düşmek gerekiyor. Orospuları devrimcilerden ve direnişçilerden asla ayırmıyorum; bunu yapmak da ben dahil kimsenin haddi değil. Hatta pek çok orospunun, mavi yakalı işçilerden de feminist titrine sahip kişilerden de çok daha politik ve güçlü özneler olduğunu biliyorum. Sanki Rumların orospu olmasına karşı çıkıyormuş gibi anlaşılmasın; bir sürü Müslüman orospu olduğu gibi bir sürü Hristiyan orospu da vardı. Fakat genel olarak Ömer Seyfettin, Halide Edip ve Yakup Kadri’lerden başlayıp Atilla İlhan ve Yılmaz Karakoyunlu’lara kadar devam eden Türk anlatılarında, özel olarak ise Kulüp’teki sorun, Rum kadınların neden hep orospuluk üzerinden anlatıldığı ve bu orospunun da tanıdığımız, bildiğimiz orospuların aksine güçsüz, kurtarılmaya muhtaç ve nesne olduğudur.

Kulüp’te aynı zamanda çok ciddi bir hetero gayrimüslim erkek temsil sorunu da var. Bir tane bile güçlü, savaşçı, sevişen ve özne olan gayrimüslim erkek yokken, ne hikmetse Türklerin hepsi “muhteşem sikici erkek”ler. Matilda dahil, bir tane bile gayrimüslim kadın gidip gayrimüslim erkekle sevişmiyor. Diyelim ki dizideki gayrimüslim erkekler aseksüeller. Peki niye bir tane bile Müslüman aseksüel erkek yok? Hristiyan ve Yahudi kadınların hepsi bir Müslüman erkek ile sevişiyor, ki bunların bir kısmı pek de rıza ve sevgi dahilinde gibi durmuyor. Raşel, kendisi gibi Yahudi bir erkekle evleniyor ama onunla değil, Türk ve Müslüman İsmet ile sevişmeye devam ediyor. Gayrimüslim erkekleri (ve elbette Müslüman kadınları) asla yatakta ve cinsel hayatları ile görmezken, dizide sadece iki kere gördüğümüz İsmet’in babasının bile ne kadar çapkın olduğunu öğrenip sürekli Türk erkeğinin zaptedilemeyen “sikici”liğine maruz bırakılıyoruz. Bitirim İsmet, eski çağların penis şeklindeki bereket heykeline dönüşüp Rum Tasula ve Yahudi Raşel’den sonra koleksiyonuna bir de Anglosakson hayran eklerken Niko gibi yakışıklı ve kibar birisinin neden bir tane bile Müslüman kadın veya Müslüman erkek aşığı yoktu düşündünüz mü? Belli ki senelerce maruz kaldığımız Cüneyt Arkın’lı “Bizans’ın iktidarsız erkekleri versus döven ve siken muhteşem Türk erkeği ve ona aşık Bizanslı fahişe” kodlarını içimizden silmemiz için 40 fırın ekmek yiyip kendi yüzleşmemizi gerçekleştirmemiz gerekiyor.

1915’le başlayıp 6-7 Eylül’le devam eden gayrimüslimleri yok etme pratiklerinin hepsi tecavüzle dolu. 90’lardan itibaren Kürdistan tarihi tecavüzle dolu. “Türk’ün yüce erkekliği ve siki”, Türk olmayan insanlar için travma demekken, Kulüp’teki bütün Rum ve Yahudi kadınlar, serseri ve bitirim bir Türk erkeğinin tecavüzle veya rızayla “yatakta Rum”u olmuş durumda ve dizi bunu gösterirken ne rahatsız oluyor ne de bir anlığına bile olsa tereddüt ediyor. Rumlar diziyi izlerken ne hissettiler, ne düşündüler, travmaları tetiklendi mi bilemem ama gayet Müslüman kodlarla büyüyen ben bile, birinci kısmı izlerken bu “Türk” erkeği tipini görmekten fenalık geçirecek hale geldim. Hadi diyelim ki üstüne düşünülmeden böyle bir ırkçılık yapıldı ve gayrimüslim kadınlar “çerezleştirildi”. Hadi, Rum Tasula bitirim İsmet’in koynundan çıkarılıp belli ki rızasız seviştiği Çelebi’nin yatağına, oradan da hunharca çıkarılıp dizinin “Neşet Ertaşı”nın koynuna sokuldu. Peki tüm bunların sonunda 6-7 Eylül gösterilirken bütün kurtarıcılar ve kahramanlar nasıl bu “siken” Sünni cishet Türk erkeklerden seçildi ve buna nasıl yüzleşme dendi?

Dizi boyunca her tür nadanlığı yapan zorba Türk erkekler dizinin sonunda birer sembolik pelerin giyerek Superman gibi dizinin ortasına indiler ve aklandılar. Sahi, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül vahşetini anlatmak ve yüzleşmenin yolunu açmak için yapılan, öyle pazarlanan bir dizide bu nasıl gerçekleşti? Nasıl sol gösterip sonunda sağ vuruldu ve Yüce-Sünni-Müslüman-Türk-Erkek ezberine düşüldü? Dizi, Müslümanların çoğunun ırkçı-antisemit kafasındaki Yahudi prototipini yıkmak ve Ladino dilini duyulur yapmak adına önemli şeyler başarıyor. Faillerle bir arada yaşamak zorunda bırakılan Niko’nun müteredditliğini ve korkularını çok güzel veriyor, hakkını teslim etmek gerek. Fakat tüm bunların sonunda gayrimüslimleri nesneleştirerek, onları kurtarılmaya muhtaç bırakarak ve de faili temsil eden “Türk”ü, tüm “yaramazlığına” ve “haylazlığına” rağmen aslında hem döven hem de sevip kurtaran yüce baba olarak çizerek Varlık Vergisi’ni de 6-7 Eylül’ü de aklamış oluyor. 1915’in devamı olan Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül, sistemli ve planlı bir devlet ve Müslüman toplum pratiği olmaktan çıkıp, 3-5 derin devlet adamı ile 3-5 açgözlü işgüzar Müslümanın yaptığı işe dönüşüyor. Herkesin bildiği üzere yolda, işte ve sosyal medyada karşılaştığınız 700 kişinin 697’sinin muhteşem erdemli aileleri vardır. Nazar değmesin kırk bin kere maşallah, hepsinin ya babası, ya dedesi, ya da dayısı muhakkak ki 1915’te bir Ermeni, Varlık Vergisi sırasında bir Yahudi, 6-7 Eylül’de bir Rum kurtarmıştır. Herkesin dedesi, babası ve dayısı bu kadar kusursuzdu ve erdemliydiyse o zaman bu halklar nasıl katledildi ve tüm o katliamları, pogromları ve mala çökmeleri kim yaptı, İzlandalılar mı? Herkesin babası ve dedesi gayrimüslimleri koruyup kurtardıysa bu 6-7 Eylül nasıl oldu ve Rumlar nerede? Babaların ve dedelerin yer aldığı bu  “kurtarıcı” Müslüman erkek masalının, “Soykırım olmamıştır” demekten bile daha sinsi ve tehlikeli bir inkâr ve aklama biçimi olduğu ne zaman fark edilecek ve konuşulacak?

Balık ızgara ve Tasula

İnkâr, Soykırım’ın devamıdır ve 100 yıldan fazladır hem devletin hem de Müslüman toplumun farklı pratikleriyle sürüyor. Hiçbirimiz çepeçevre sarmalandığımız inkârdan muaf değiliz. Fakat bizler fail bir toplumun torunlarıyız ve sorumluluğumuz çok daha fazla olmalı. 1915, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül gibi asla tam anlamıyla yüzleşilmeyen, tartışılmayan, konuşulmayan, konuşmaların ise sorumluluk almak yerine sanki tek suçlu ve sorumlu İttihat ve Terakki Cemiyeti, İnönü veya Menderes’miş gibi yapıldığı ve inkârın bu yolla sürdürüldüğü mevzularda söz söylerken ve çizerken çok daha dikkatli davranmamız gerektiğini düşünüyorum. Her şey politiktir ve seçimlerimiz, biz kendimizi muhalif olarak tanımlasak bile aslında hangi muktedir kodlara sahip olduğumuzu gösterir.

Ki maalesef Türkiye, kendisini feminist-sosyalist-devrimci olarak tanımlayanların muktedir kodları taşıması ve beyaz refleksler göstermesi açısından çok zengin bir ülke. Yediğimiz yemek de, bir yoksulla, işçiyle, orospuyla, tavukla-balıkla, Kürtle-Rumla-Süryaniyle nasıl ilişkilendiğimiz de nasıl fotoğrafladığımız da politiktir. Bir tripodu hangi açıyla nereye koyduğumuz, bir kişiye hangi kadrajla nasıl baktığımız ve 6-7 Eylül gibi tetikleyici bir dehşeti anlatırken kimin hassasiyetlerini gözetip öncellediğimiz, bizim ne kadar “muhalif”, ne kadar muktedir olduğumuzu gösterir. Sosyal medyaya balık ızgara fotoğrafını koyarken bir dakikalığına durup balıkla, onun sularda yüzdüğü zamanla, yüzerken ne kadar eğlenip mutlu olduğuyla ve insanlar tarafından avlanırken ne kadar acı çektiğiyle empati kurmamız gerekiyor. Balığa ve yaşama hakkına saygı duymaya ve yaptığımızla yüzleşip buna bir son vermeye böyle başlayabiliriz belki. Balıkla, koyunla ve tavukla bu yüzleşmeyi yaşadıktan sonra gayrimüslimlere ızgara balık, fırında kuzu, dana biftek ve en kötüsü Türkiye adlı yemeğin çeşnisi muamelesi yapmayı bırakabilir ve misal, bir kurmacada Rum bir kadını Türk bir erkeğin yatağından çıkarıp diğer bir erkeğinkine bu kadar kolaylıkla savurmayız ve onu nesneleştirmeyiz diye düşünüyorum. Ya da 6-7 Eylül’ü, Hıristiyan ve Yahudilerin kafalarına (ki onlar da sesi çıkmayan bir sürü insanın annesi, babası ve dedesi) bu kadar kolay, küt diye sopa ve taş fırlatıp pornografikleştirmeden anlatabiliriz diye umut ediyorum. Keşke Kulüp dizisi Türk erkeğinin onuru ve hassasiyeti kadar, aileleri, hayatları, tarihleri talan edilen  gayrimüslimlerin onurunu ve hassasiyetini de birazcık gözetseydi ve dizinin izleyicisi olan bizlere başka cümleler kurmak düşseydi. İnkâr çuvaldızını önce dedelerimize, nenelerimize ve kendimize batırarak gerçek anlamda yüzleşmenin yapıldığı yeni kurmacalara yol almak temennisiyle…”

/Velvele.net/