Bir sevda kadını

Zagros eteklerinde bir kadın, nasırlı elleriyle tarihe isyan yüklü bir yüreğe sahip olacak bir kız çocuğun dünyaya gelişine ebelik ediyordu. Çele derler gözlerini dünyaya açtığı yere.  Dört tarafı dağlarla kaplıdır. Dağların bir yanından yeşilin tüm renkleriyle boyanan ormanlıklar, diğer yanından görkemli kayalıklar yükselir. 

 Bir de bu vahşi güzelliklere güzellik katan ve adeta hayat benim diyerek akan Zap. Ve Zap’ın etrafında başlayan yeni yeni hayat yolculukları…

İsmi Hamdiye olan bu kız çocuğu meraklı yapısı ve arkası kesilmeyen soruları ile herkesi şaşırtırmış. Gördüğü, duyduğu her şeyi öğrenmek istermiş. İnsan çocuk iken kendisini ve çevresinde gördüğü her şeyi öğrenmek ister.  Bu nedenle çocuklar hep sorular sorar, büyükler de genelde yanlış ya da baştan savma cevaplar verirler.  

Hamdiye bu cevaplardan tatmin olmaz ve aynı soruları sormaya devam edermiş. Abisinden dinlemiştik bu süreçleri, herkesi soruları ile bıktırdığını söylüyordu.. En çok sevdiği ninesinin ona halkının tarihinin hikâyelerini anlattığı zamanlarmış. Büyük bir ilgi ile onu dinler sanki her sözde dile gelen özlem kadar acıyı da hissedermiş. 

Büyüdüğünde Şahmeran’da dile gelen gerçeğin aslında Kibele’nin ağlayan harabelerinde atılan çığlıkları olduğunu anlayacaktı. Ve bu çığlıkların peşine düşecekti… 

Akıllı olduğu kadar derin duygulara sahip olan Hamdiye herkesin ilgi odağı olmuş. Okuyor, araştırıyor ve bunları arkadaşları ile sürekli paylaşıyormuş. Verili yaklaşımlara rahatsızlık duyar, tüm bu yaklaşımlar karşısında mücadele edermiş. Gençliğin o güzel, görkemli enerjisini bir kadın olarak kendini tanımlamak istediği çabalarına yöneltirmiş. Soruları ne kadarda çoğalmış. Sonra kadınların yüreklerinde acılardan oluşan dağları anladıkça bu sorularının çokluğunun nedenini de anlayacaktı. 

Ve yaşamın hep bu sorular temelinde gelişen arayışlarla süreklileşen bir çaba olduğunu bildikçe kendisine doğru daha çok yolculuklara koyulacaktı. En yakıcı soruları ise üniversite yıllarında yaşayacaktı. Bir yandan ülkesinde gelişen özgürlük mücadelesi diğer taraftan karşıtların zulmü. Zulmün yakıcı gerçekliği ile derinden çarpışacaktı. Hayatında bir şeylerin yarım ve yetersiz olduğunu anlayacaktı. 

Önder Apo’nun Kürdistan Kadın ve Aile Sorunu çözümlemesini okuduktan sonra, hep aradığı ancak yanıtını bulamadığı sorularına yanıt bulacaktı. Kendini, nereye ait olduğunu ve nereye akmasını gerektiği öğrenen Hamdiye’ yi artık belirleyen bu gerçeklik olacaktı. Kendini arayan insan bu gerçekliğe gözünü kapatamazdı.  Yıllar sonra hakikate insanın gözlerini kapatması varlığından belki bir şey eksiltmediğini ancak eksilen tek şeyin gözlerini kapayan insanın düşünsel ve reel bilinci olduğun zamanla daha iyi anlayacaktı.

Ancak Hamdiye insanın doğduğu andan itibaren bombardımanına tutulduğu önyargıların eğitimi içinde bunu gerçekleştiremeyeceğini anlamaya başlar. Memleketinin derin vadilerinde yolculuklara çıkar. Kadının mezarlığına dönüşmüş kentlerde izler sürerek, yitirilenlerden arda kalanı bulmak için ilerler. Tarihin kendisini dillendirdiği bu vadilerde kaybolan yaşamı ve aşkı bulmanın arayışına koyuluyor. 

İlk ateşin yakıldığı bu mağaralarda ateşin sırrını çözmeye çalışır. Bu sırrın peşinde, sihri koruyan dağ doruklarında yükselen ateşe ulaşır.  Kutsal anamızın yurdunda anaların yaralı yüreklerinden süzülüp gelen bir özlem ve sevda olur. Yüzü güneşe dönük, onun soyluluğunda yaşamı yeniden keşfetmenin ve bulmanın büyük coşkusu ile yol alır.

Ve gün gelir adı Berwar olarak bir sevda kadını olur. Tarihten o güne kadar bu toprak parçasında yaşamış ve yaşamaya gebe olanların acısını, sevincini içinde duyumsayarak, kendinden bir parça da katarak başlar kavgaya. Emek kokan her elin sıcaklığını avuçlarında yarım bırakılmış özlemleri içinde hissederek yaşamla yani kadınla buluşmanın heyecanı, sevinci damarlarında aktığında, Zağroslarda kopan bir fırtına olur adeta. 

Beritanlardan almıştı ilk devrim derslerini. Onları yaşamlarına, onurlarına, yollarına ortak eder. Yüreğin büyük mavzer sıcaklığı ile akar zamana. İlklerin sonu belirlediği gerçeğini söylerler. İlk adımların sağlamlığı, tutarlılığı diğer adımlarını da güçlü kılacaktı. Berwar yoldaş fiziki olarak zorlanmasına rağmen sevdanın peşinde güçlü akmasını bilecekti. Avaşin ile yıkacaktı yüreğini, Basya ile süsleyecekti hayallerini. Ve yaşamı mavinin ve yeşilin görkemi ile saracaktı. 

Mavinin özgürlüğü, yeşilinde yaşamı simgelediğini anladıkça onlarla daha fazla bütünleşecekti. Yüreğinin okyanus derinliğine bu güzel yaşamı oturtacaktı. Bu nedenle duygularının selinde bir öğrenci akarken bir öğretmen olacaktı. Bunun coşkusu, heyecanı ve çabası ile gittiği her alanda yoldaşlarını yüreklerinde kök salacaktı. İnsanları bir temmuz sıcaklığına sahip yüreği ile ısıtacak, bilgeliğin gücü ile aydınlatacaktı. İlişkilerinde bilme kadar emeğin bu anlam da sırrına ererek onunla yol alacaktı.  

Bir sevda kadını olan Berwar yoldaşın öyküsü uzundur. Bir yolculuk başlamıştı Zagrosun doruklarında ve bir özgürlük çağlayanı olup aktı Tamara’nın gizemli mekânına. Bu öykü biliyorum ki yarım ve yetersiz kaldı. Ancak şunu da biliyoruz ki onlar zaten kendi tanımlarını, anlamlarını ortaya koydular. Bize kalan sadece doğru okuyabilmek ve ona bağlı kalmanın gücüne ulaşabilmektir. Bu sözümüzle sözleşiyoruz onlarla. Biliyoruz ki sözleşmeler yerine getirilmek içindir. 

Her sözleşmeyi gözyaşlarımızla yıkayarak, acılarımızla donatarak inanç ve kararlılıktan hiçbir şey kaybetmeden yarım kalan sözleşmeler tamamlamanın gücünü ve iradesine ortaya koyacağız. Berwar yoldaşın yürek çarpmalarını benliğimde, ruhumda taşıyarak ve onunla yoldaş olmanın anlamını ve onurunu sürekli yaşayacağım…