Çiya Ruhenda: Nergis  ve  Geceye Düşen Leyla 

Anılar düştü geceye, bir nergis elçiliğinde …

Leyla Leyla … 

Uyusam dizlerinde dalsam rüyalara.

Zamanın orta yerinde durup  sonsuz uzay boşluğuna dalar gibi öylece durup bakabildiklerimize ithafen …

 

Her an kendi yarınını doğurur, tıpkı her sancının kendi çocuğunu doğurduğu gibi..

Zaman diyoruz bazen mutlak, bazen izafi bi dilim gibi sarkıyor anıların doğrultusunda. 

Bazı zamanları vardır ki gönül erkanın masum ve öylece korunaklı, sığınma arzusuyla sarıldığın, kanayan bir yaradan kendini beslediğin, kendini güvende hissettiğin zamanlar…

Sevda, hasret, isyan, ağıt kokan zamanlar ki anıların mutlak anlamıyla kutsanmışlardır. 

Hamurunu sevgiden almış,  emekten beslenmişlerdir. Umutla genç bi kızın çeyiz nakışı gibi ilmik ilmik işlenmişlerdir.

“Biz ki  demirin tuncuna insanın puştuna denk geldik diyor…”  üstad.

Oysa, herşeye rağmen zamanı tırnak içine alıp yaşamaya karar kılmış olanlardandık.

Ustaca değildi belki ama sade, ama onurlu, ama büyük amaç uğrunaydı… 

Uğuruna uğurlanacağımızı bilmenin onuruyla düştük yola, düştün yola…

Yolcuydun oldun, yoldaş oldun ve en sonunda yolun kendisi oldun Leyla… 

Yol dedik, zaman dedik ve sana çıktı bugün bütün inişli çıkışlı, yokuşlu yollar. 

Gecenin kendisi oldun; asil ve asi…

Bugün günlerden Leyla.. 

Sefa geldin, hoş geldin.

Gidenlerin arkasında yazmak çok zor…

Sözlerin ağırlığı gecenin zifiri karanlığıyla birleşince, duygu kendine sığınacak bir liman arıyor… 

Sözlerin ağır demi geçmek bilmiyor. Yokluğun her yerden çıkıp kendini hatırlatıyor. “Yazmak gerek” demiştin. Biliyorum yazmalıyız da borçtan öte yarattığın, dokunduğun her şeyde güzeli yaratma arzunu,  inadını,  sevdanı  ve daha nice güzelliğini…

Yazmak gerek dilim döndüğünce,  kalemim ifade ettikçe …

Yazmalı ki bir sevda kadını geçti bu topraklardan…

Göğsünde yüzyılların doğurduğu ifadesiz çocukların öfkesi… 

Yazgısında binlerce yılın kadın çığlığı. 

Bir kadın geçti bu topraklardan; asi baş eğmeyen bir Kürt kadını…inadına inadına yürüyen celladının üzerine… 

Leyla…

Dokunduğu her şeyi bir şekilde yeniden var eden ve güzellik katan kadın. 

Uzun uzun baktım vurulduğun yere; düştüğün toprağı eşeledim ellerimle. Toprağa düştüğün yerde filizlenen Nergis çiçeği karşıladı beni…

Bu bir tesadüf olamaz dedim  içimden,  “ben buradayım bak bi çiçeğin gövdesinde hayat  buldum , yeşerdim….burdayım ve hep burda olacağım”  der gibi..

Nergis çiçeğinin mitolojik hikayesi gibi derin tutkunun ve sevdanın duygularıyla doldun içime…

Ah-ı zaman; aklıma  bir yoldaşının seni ifade ederken ki  sözleri geldi, “Leyla kendini her ortamda bir şekilde var ederdi; keza sözleri,  keza pratiği ama bir şekilde bir yerden çıkar gelir hissettirirdi.” demişti. 

Seni anlatmanın en güzel, en sade şekli bu olsa gerek.  Kendini her şeye rağmen var eden kadın… 

Nergis çiçeği de bunun en güzel ve en sade  elçisi , Leyla’sı oldu. 

Leyla,  gecenin asil ve asi kadını! 

Bir gece vakti adının anlamı gibi düştün geceye ve  yoldaşlarının yüreğine.. Dokundun, var ettin, var oldun.  Sen ve  ardında  bıraktığın nergis çiçeğiyle…

Zamana,  mekana ve  var olmanın doğum gücüne , sevdasına;  iyi ki  tanıdım diyebilmenin naifliyle .. 

Hasretle ve  Özlemle…