Foza Yûsif: Türk devletinin Rojava’ya açtığı savaş yeni bir aşamaya ulaştı

Türk devleti savaşa başlamıştır ve bu savaş yeni bir aşamaya ulaştı. Bundan dolayı kimse “savaş ilan edilmedi ya da daha başlamadı” diye kendini kandırmasın. Her gün saldırı var, her gün insanlar katlediliyor, köyler talan ediliyor, demografi ile oynanıyor, kadınların onuruna el uzatılıyor, tecavüzler yaşanıyor.

Erdoğan yenildi, Erdoğan’ın bölgede uygulamak istediği projesi ve stratejisi çöktü. Suudi, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve birçok Arap devleti ile Erdoğan’ın tekrar ilişki kurmak istemesi bundan kaynaklıdır. Taktik değiştirerek tekrar şovenist, sömürgeci ve saldırgan politikalarını güncelleme derdindedir.

Devrimci halk savaşına göre hazırlanıyoruz. Halkların, kadınların ve devrimin kazanımlarının ancak sınırsız bir direniş ile korunabileceğine inanıyoruz. Tehlikenin büyüklüğünün farkındayız onun için de direniş de bunu aşacak büyüklükte olmak zorunda. Zap’ta yaşanan tarihi direniş bize büyük bir ilham kaynağı oldu. 

Yeni Özgür Politika’dan Emrullah Boztaş Demokratik Birlik Partisi (PYD) Eşbaşkanlık Komitesi Üyesi Foza Yûsif ile konuştu…

 

Erdoğan Rojava’ya dönük işgal tehditlerini hem dillendiriyor hem de Tahran/Soçi görüşmeleri ile hayata geçirmenin yollarını arıyor. Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik bu işgal girişimleri ve saldırıları sizin cephenizden nasıl görülüyor?

Türk devletinin saldırı ve tehditleri bizler için yeni değil. Uzun bir süreden beri Türk devleti, Suriye’de bir savaş siyaseti yürüterek kendini bölgede konumlandırmak ve Suriye’de yerleşik duruma geçerek kalıcılaşmak istiyor. Madrid Toplantısı ardından gerçekleşen Tahran ve Soçi zirveleri sonrası bu durum başka bir sürece evrildi. Bölgemize yönelik yapılan saldırılar ve tehditler bu yaşanan görüşme trafiğinden ayrı düşünülemez. Rojava Devrimi’nin öncülerine dönük saldırılarda Demokratik Suriye Güçleri’nin (QSD) zayıflatılma çabaları var. Biz kendi açımızdan şöyle değerlendiriyoruz: Türk devleti savaşa başlamıştır ve bu savaş yeni bir aşamaya ulaştı. Bundan dolayı kimse, “savaş ilan edilmedi ya da daha başlamadı” diye kendini kandırmasın. Her gün saldırı var, her gün insanlar katlediliyor, köyler talan ediliyor, demografi ile oynanıyor, kadınların onuruna el uzatılıyor, tecavüzler yaşanıyor. Coğrafya ateşe veriliyor ve Türk devleti bölgemiz halklarına karşı her türlü kirli savaşı uyguluyor.

Rojava’nın varlığına özellikle de sivil halka yönelik Türk saldırıları yoğunlaştı, her gün şehit haberleri gelmeye başladı. Bu saldırılar neden bu süreçte yoğunlaştı?

Sivillere yönelik saldırıların da bir çok sebebi var: Birinci sebep bölgede istikrarsızlığı yaratmak ve halk arasında korku yayarak halkı göçe zorlamak. Bu saldırılar ile özellikle Kürtlerin yaşadığı bölgeler hedef alınarak bölgenin boşaltılması amaçlanıyor. Nasıl ki bugün işgal edilmiş yerlerde kültürel ve fiziki katliam her yöntemle devredeyse bu saldırılar ile göçertme politikası da uygulanıyor. Hatta birçok sınır bölgesinde Türkiye ile Suriye arasındaki duvarları genel bir saldırı için kaldırılmış durumda. Asıl önemli olan nokta şu ki pervasızca sivillere saldırarak halk arasında Özerk Yönetime, Suriye Demokratik Güçleri’ne karşı inançsızlığı yaymaya çalışıyorlar. Psikolojik ve özel savaş yöntemleri uygulanarak korku ve terör yayarak halkı dağıtmayı böylece de Özerk Yönetimi’ni ortadan kaldırmayı planlıyorlar.   

Bir süredir MİT’in ajanlaştırdığı kişiler üzerinden devrimin emektarlarına karşı suikastlar da düzenleniyor. Rojava Devrimi’ne emek vermiş değerli yurtseverler şehit düştü. Halkın bu konuda tavrı nasıl?

Evet, son dönemde İç İstihbarat Birimleri ve QSD İstihbarat Birimleri ile Asayiş tarafından çok sayıda ajan yakalandı. Bu hainlerin yakalanması halk arasında büyük bir mutluluk yarattı. Kendilerini, haysiyetlerini ve onurlarını 3-5 kuruş için pazara sunanlar cezasız bırakılmayacak, bu işin bir hesabı olacak ve şehitlerin intikamı alınacak. Halk, ihanetçilere karşı oldukça öfkeli, intikam isteği çok büyük. Bu kişilerin aileleri de ihanetçileri ailelikten reddetti. İhanetçiler için halkın şöyle bir talebi var: Bunlar halkın karşısına çıkartılmalı ve yargılamaların halkın huzurunda yapılmalı. Zaten Özerk Yönetimi’nin de bu yönlü bir kararı var. Bu mahkemeler halk arasında bir eğitim gibi de olacak. Bir uyanışa vesile olacak. Halk içinde önemli oranda bir teyakkuz durumu yaşanıyor. Herkes kendini bölgenin savunmasında bir parça olarak görüyor. Halk, devrimin kazanımlarını korumak için hazır durumda.

Saldırıların, Kürt kadınlarının öncülüğünde yapılan  konferanslar sonrası yoğunlaşması dikkat çekti. Kadınların hedef alındığı bu saldırılar tesadüf mü?

Yalnızca Demokratik Ulus projesi değil, eşit özgür yaşam da bugün tehlike altındadır. Bu konferanslar bir kadın uyanışının geliştirilmesi içindir. Özellikle de Kürt kadınına yönelik yürütülen cins kırım politikalarına karşı mücadelenin yükseltilmesi için de yapılıyor. Özel olarak da Türk devlet faşizmine, AKP rejiminin cinsiyetçi ideolojisine karşı kadıların tutumunun bir bütün haline getirilmesi hedefleniyor. Günümüzde Kadın devrimi ciddi saldırı altındadır. Bundan dolayı tüm kadınların bu konuyu tartışması ve devrim ile dayanışma içinde olması gerekiyor. Kadın devrimi bir tek Kürdistan’ın gündeminde değil dünya kadın hareketleri açısından da bir kazanım olarak görülüyor. Bu kazanımların heba olmaması için tüm kadınların bu konuda duyarlı ve kendilerini sorumlu görmesi ortak bir plan ve program kapsamında Türk devleti ile AKP faşizmine karşı bir mücadele yürütmesi gerekir. Bu rejim ne kadar halk düşmanıysa o kadar da kadın düşmanıdır. Bu saldırı furyasına karşı durmak için de kadınlara önemli görevler düşüyor. Bu hegemonyacı, sömürgeci ve cinsiyetçi güçlerin devrimimizi boğup yok etmesine müsaade etmeyeceğiz. 

Eyn İsa, Minbic, Şehba ve Serêkaniyê hattında SİHA saldırıları yoğunlaştı. Türk devletinin bu saldırılarındaki amacı bahsedilen 30 kilometrelik Kürtsüz bölge oluşturma planı mı? 

Türk devletinin amacı yalnızca 30 kilometre değildir. Öyle kendilerinin dillendirdiği gibi sınırların güvenliği ile bir ilgisi yoktur, bu büyük bir yalandır. İşgalci, emellerini kamufle etmek için böyle konuşuyor. Esasında Türkiye, Ortadoğu’da geçmişte kalmış olan hegemonyasını tekrar oluşturmak ve bir taraftan da Suriye’yi kendisine bağlı bir vilayet haline getirmeye çalışıyor. Türkiye’nin bu istekleri dünyadaki siyasal gelişmelerden bağımsız değildir. Türk devleti komşu devletlerin topraklarının bir kısmını onlardan kopararak kendine bağlamak istiyor. Bunun içinde farklı gerekçeler ile komşu ülkelere saldırıyor. 

Ayrıca tarihsel olarak da Türk devleti varlığını Kürt soykırımı üzerine kurmuş bir devlettir. Kürt bölgelerini de düşman olarak ilan etmiş ve buna dayanarak tüm kirli yöntemleri ile saldırıyor. Kürt sorununu kontrol altına alabileceğini düşünüyor. Ancak Türk devletinin bu oyunları, amacı artık deşifre oldu. Artık kimseyi güvenlik sorunu yaşadığı konusunda kandıramaz. Zaten Rojava Kürdistan’ından meşru müdafaa ve özsavunma dışında hiçbir girişim Türkiye’ye karşı yapılmamıştır. Her seferinde Türkiye saldırdı, biz şimdiye kadar da meşru müdafaa hakkımızı kullandık, kullanıyoruz. Bu açıdan Türkiye’nin hedeflerine 30 kilometre demek aslında yanlış ve dar yaklaşım olur. Amacı da Türkiye kamuoyunda hükümete karşı ortaya çıkan tepkileri ve karşıtlığı yeni bölgeleri işgal ve istila ederek susturmayı planlıyor. Bir yandan da Türk hükümeti sahte bir zaferle oy avcılığı yaparak iktidarını sürdürme gayretindedir.

Tüm bu saldırılar Özerk Yönetimi’nin DAİŞ’e karşı mücadelede ortağı olduğu Koalisyon’un gözleri önünde yaşanıyor. Koalisyon ve ABD saldırıyı yapan Türk devletinin ismini dahi anmıyor. Bu durumu nasıl görüyorsunuz?

Koalisyon içinde yer alan güçlerin büyük çoğunluğu NATO içerisinde yer alan güçlerdir. Madrid Toplantısı’nda da açığa çıktı ki NATO’nun genişlemesi için Türk devletine bazı tavizler verilmiştir. Bu tavizlerden biri anlaşıldığı kadarı ile hava sahasının Türkiye’ye her daim açık bırakılması ve Türkiye her istediğinde kullanabilmesi yönündedir. Şöyle demek mümkündür; bahsi geçen Koalisyon içerisinde yer alan devletler ve güçler iki yüzlü bir siyaset içinde tutum gösteriyorlar. Bir yandan Türk devletini memnun etmeye çalışıyorlar bir yandan da Rojava’ya yönelik saldırılarda yarım ağız, Türk devletinin adını dahi anmadan açıklamalar ile Rojava’yı memnun etmeye çalışıyorlar. Hiçbir açıklamalarında ne Türk devletinin adını anıyorlar ne de suçluyorlar. Bu açıklamalar halkta ortaya çıkan rahatsızlık ve tutumu zayıflatmak ve gevşetmeye dönüktür. Ancak halkımız da gayet iyi biliyor ki, bölgede Türk devletinin yaptığı saldırılardan Koalisyon devletleri sorumludur. Ve bugüne kadar ki açıklamalardan da anladığımız kadarı ile bir anlaşma var ve yaşananlar üzerinde uzlaşılmış. Yaşananların bilincindeyiz, bu durum karşısında Koalisyon güçlerinin bu tutumunu kabul etmediğimizi kendilerine de ilettik. Koalisyon’un bu siyasetini eleştiriyor ve değiştirilmesi için mücadele yürütüyoruz. Onları radikal bir tutum almak için zorluyoruz.       

Bu saldırıların bir benzeri Şehba hattında da yaşanıyor ve orada hem Rusya hem de Suriye güçleri mevcut. Rusya, aynı zamanda Kobanê-Eyn Îsa bölgesinde de var. Erdoğan, büyük oranda Rusya ile birlikte hareket ettiklerini söyledi. Rusya’nın varlığını ve tutumunu nasıl yorumluyorsunuz?

Rusya bölgededir. Hem Fırat’ın doğusunda hem de Fırat’ın batısındaki bölgelerdedir. Belli ki Tahran ve Soçi görüşmesinde Türkiye’nin hava saldırısı yapması için bir anlaşmaya varılmış. Şu ana kadar da Rusya’nın tavrı bu konuda olumsuzdur. Çok açık ki bu sessizlik, tutum almamalarından da belli oluyor. Bu konuda bir anlaşma yapılmış. Suriye’de bulunan, yerleşen devletler Suriye ve bölge halklarının üzerinden çok açık ki kendi çıkarları için tavizler veriyorlar. Aldıkları tutum ve gösterdikleri tavırlar ile de bu açıkça ortaya çıkmıştır.

Türk devleti ve Suriye yeniden bir görüşme trafiği başlattı. Kamuoyu bunun yine Kürt karşıtlığı temelinde olacağı fikrinde. Sizin cephenizden nasıl görünüyor?

Türkiye ile Suriye arasında görüşme adı atında yapılan planlar oldukça tehlikeli ve kirli bir oyundur. Çünkü Türk devleti, Suriye ile ilişki geliştirdiği Adana Mutabakatı’ndan günümüze kadar tüm yol ve yöntemleri kullanarak Suriye’yi kendine bağlı bir hale getirme ve kontrolü altına alma siyaseti güdüyor. Türk devleti bu stratejisinden vazgeçmiş değildir. Türkiye devletinin amacı ya Suriye’yi kendine bağlamak ya da yaşamsal, siyasi ve askeri yönlerden bir bütün olarak yok etmektedir. Bunun içinde böyle bir ittifak yalnızca Kürt halkına karşı kurulmuş olmayacak, tüm Suriye halklarına karşı olacak. Türk devleti faşist bir karaktere sahip olduğu için sorunların ve karışıklığın çözümüne katkı sunması bir yana kendisi sorunların kaynağıdır. Suriye’deki karışıklık ile sorunları onlar derinleştirdi, onlar Suriye halkılarının devrimini amacından saptırdı ve kendi kirli hedeflerinin hizmetine soktu.

Erdoğan yenildi, Erdoğan’ın Suriye’de ve bölgede uygulamak istediği projesi ve stratejisi çöktü. Suudi’yle, Mısır’la, Birleşik Arap Emirlikleri ile Suriye ve birçok Arap devleti ile Erdoğan’ın tekrar ilişki kurmak istemesi bundan kaynaklıdır. Taktik değiştirerek tekrar şovenist, sömürgeci ve saldırgan politikalarını güncelleme derdindedir. Bundan dolayı tehlike yalnızca Kürt halkına dönük değil, Suriye halklarının tümünün geleceğine dönüktür. Eğer demokrasiyi esas alan bir çözüm geliştirilmez, düşmanlıklar üzerinden bir ittifak yaratılırsa Suriye’nin içinde bulunduğu parçalanmışlık durumunu daha da derinleştirecektir. Hatta Suriye’de yaşanan karışıklığı ve iç savaşı derinleştirebilir. Suriyeli tüm güçler kendilerini bu durumdan uzak tutmamalı. Erdoğan, Suriye için demokrasi, kardeşlik ve istikrar getirecekmiş; kendi ülkesine istikrar getiremeyen Erdoğan nasıl Suriye’ye istikrar getirecekmiş? Bu tehlikeli oyuna gelmeme konusunda Şam hükümetinin üzerine de ciddi sorumluluklar düşmektedir. Birinci Adana Mutabakatı nasıl ki Suriye’yi çöküşe götürüp Suriye’yi dış müdahalelere açık hale getirdiyse ikinci Adana Mutabakatı’da bu parçalanmayı bölünmeyi derinleştirecek ve bir iç savaşa sebep olacaktır. Ve bu anlaşma Suriye’nin geleceğin karartacak, yıkıma yol açacaktır.

Mevcut kazanımları korumak ve işgal altındaki bölgeleri özgürleştirmek için askeri, siyasi ve diplomatik çalışmalarınızı paylaşabilir misiniz?

Bugün halkımız üzerinde bir katliam ve tasfiye siyaseti yürütülüyor. Her biçimle değerlerimiz, geleceğimiz ve varlığımız üzerine topyekûn bir saldırı ile karşı karşıyayız. Bu katliam, savaşı yalnızca Rojava’ya dönük değil diğer tüm parçalardaki Kürtler üzerinde de tehlike vardır. Bölgede boyun eğdirilmiş, ajanlaştırılmış ve iradesiz bir Kürtlüğü öne çıkartmak istiyorlar. Her dört parça Kürdistan’daki Kürt siyasi hareketlerinin omuzlarına kimliklerini, varlıklarını ve onurlarını savunmaları için tarihi bir görev ve yük binmiştir. 

Rojava Kürdistan’ı ile Kuzey-Doğu Suriye’de halklar ile kadınlar adına önemli tarihi kazanımlar yaratılmış, elde edilmiştir. Bu demokratik ve özgürlük değerleri ortadan kaldırılsın, dağıtılsın diye büyük bir saldırı yürütülüyor. Ama buna karşı tarihi ve büyük bir direniş de vardır. Hem halk, hem QSD, hem İç Güvenlik Güçleri, hem de Kadın Özgülük Güçleri her biçimde bir seferberlik halinde bu mücadeleyi yürütüyorlar. Diplomatik, askeri ve yaşamsal alanda bu saldırılar karşısında onun gerçekliğine göre kendimizi organize edip örgütlüyoruz. Devrimci halk savaşına göre hazırlanıyoruz. Halkların, kadınların ve devrimin kazanımlarının ancak sınırsız bir direniş ile korunabileceğine inanıyoruz.

Tehlikenin büyüklüğünün farkındayız onu için de direniş de bunu aşacak büyüklükte olmak zorunda. Zap’ta yaşanan tarihi direniş bölgemizdeki tüm halklar için Ortadoğu ve dört parça Kürdistan için büyük bir ilham kaynağı olmuş durumdadır. Kimyasallara ve türlü gelişkin silahlar karşısında canlarını siper ederek direnen, kimlikleri ve onurlarından vazgeçmeyen genç kızlar ve erkeklerin direnişi tüm Kürdistan ve insanlık için örnek çizgi olmalıdır. 

Bugün bölgemizde çok çirkin ve kirli oyunlar oynanıyor. Kuzey-Doğu Suriye halkları ve bölge halkları bunun farkında olmalı ve bilmelidirler ki kaderlerimiz birbirimize bağlıdır. Birbirimize sahip çıktığımız oranda, birbirimizi güçlendirdiğimiz oranda, birliğimizi güçlendirdiğimiz ölçüde birlikte barışçıl bir şekilde yaşayabiliriz. Bu inançla topyekûn savaşa karşı topyekûn mücadele ve direniş gerekir diyoruz. İnanç ve kararlılıkla burada da büyük bir çalışma ve mücadele yürütülüyor. Mücadeleye toplumun birçok kesiminde de büyük bir katılım var. Zayıf ve güçsüz değiliz, savaşçılarımız da güçlüdür. Üzerimizde oynanan oyunları boşa çıkartacak gücümüz vardır. Kendimize duyduğumuz inanç önemlidir. Büyük bir ısrar ve kararlılıkla mücadelemizi sürdürmeli ve tutumumuzu ortaklaştırmalıyız. Nasıl ki bundan önce birçok büyük oyun ve komployu boşa çıkardıysan yine boşa çıkaracak gücümüz var.          

Şam yönetimi ile Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi arasında görüşmelerin olduğu basına yansıyor. Bu görüşmeler ne aşamada, mevcut durum nedir ve bunun çözüme doğru ilerlemesi mümkün mü?

Suriye hükümeti ile Özerk Yönetim arasındaki ilişkiler 2011 yılından beri vardır ve her zaman ilişki biçimimiz mücadele ve diyalog esası üzerinden yürüyor. Ancak maalesef ki bu görüşmeler hala kalıcı bir çözüme ulaşabilmiş değildir. Suriyelilerin bir araya gelip konuşup bu sorunu çözmeleri gerekir. Uluslararası güçlerin sorunları karmaşıklaştırmaktan başka hiçbir rolü olmamıştır. Hatta bu güçler Suriye halkı üzerinden günü birlik kirli pazarlıklar yapmaya devam ediyor, her gün bir bölgeyi çıkarlarına kurban ediyorlar. Bu karışıklığın giderilmesi, kalıcı ve adil bir çözüme ulaşılması için Suriyeliler olarak bizim birbirimizi Suriyeli güçler olarak kabul etmemiz gerekiyor.  

Sizin sorunuzda olduğu gibi görüşmelerin çözüme doğru ilerlemesi mümkün müdür? Evet mümkündür. Neden olmasın ki bizim birçok ortak yanımız var. Üzerinde uzlaşacağımız birçok ortak konu var. Suriye’nin istikrarı hepimiz için önemlidir, birlik hepimiz için önemlidir. Sömürgeciliğe ve işgale karşı savaş işbirliği hepimiz için ve Şam hükümeti için ortak noktadır.

Yine yabancı güçlerin Suriye’den çıkması için demokratik bir çözüm ve ortaklaşma çok önemlidir. Eğer biz çözüm konusunu konuşacaksak bizim ortaklaştığımız noktalar ayrıştığımız noktalardan çok daha fazladır. 

Nihayetinde biz Suriye olarak hepimiz aynı gemideyiz. Hiç kimse bazıları yenilecek bazıları kazançlı çıkacak diye düşünmesin. Geride bıraktığımız 12 yıla dikkatli bir göz ile bakıldığında daha iyi anlaşılacaktır ki Şam’da yaşanan herhangi bir gelişme diğer bölgeleri de doğrudan etkilemektedir. Sorunlarımızı kendi aramızda çözemezsek bu Suriye’nin parçalanmasına, daha büyük trajedilerin yaşanmasına yol açacak. Bu yüzden herkes kendi tarafından daha sorumlu bir yaklaşım sergilemeli bunun için de tek bir çözüm var o da Suriye’nin tüm halklarının haklarını garanti altına alacak demokratik prensipler ve demokratik bir anayasa çözümdür.