Geçen 6 yıla rağmen Cizre’ye dair etkin soruşturma yürütülmedi

Cizre yasakları sırasında yaşamını yitirenlere ilişkin açılan pek çok dosya “hukuka uygun” denilerek takipsizlik kararıyla sonuçlandı. Cizre davası avukatlarından Newroz Uysal, “Devlet katliamın ve ölümlerin aydınlatılması konusunda hukuki hiçbir sorumluluğu yerine getirmedi ve etkin bir soruşturma yürütmedi” dedi.
Şırnak Valiliği’nin 14 Aralık 2015’te Cizre ilçesinde ilan ettiği sokağa çıkma yasağı 79 gün sürdü. 2 Mart 2016’da sona eren abluka ve saldırılarda 300’e yakın kişi katledildi. Yasak boyunca aralarında ağır yaralıların olduğu bodrumlarda 177 kişi katledilirken, 92 kişi kimlik bilgileri açıklanmadan kimsesizler mezarlığına defnedildi.
Cizre davası avukatlarından Newroz Uysal, davanın akıbeti hakkında JinNews’ten Rojda Aydın’a konuştu.
‘Bu sistematik süreç içerisinde en çok zarar gören yer Cizre oldu’
2015 ve 2016 yılı sürecinde Cizre’yi anlayabilmek için genel ele almak gerektiğini söyleyen Newroz, “Çünkü hem hukuken bir dönüm noktasıdır hem de siyaseten bir dönüm noktasıdır. 2015 çözüm sürecinin aslında rafa kaldırıldığı söyleminin öncesinden Haziran seçimlerinde yaşanan bombalamalar ve IŞİD saldırılarını da dikkate alırsak aslında Cizre’ye doğru giden süreçte devletin sistematik olarak yerellerden alınan kararla değil, genel merkezi olarak alınan bir karar olarak görüyoruz” şeklinde konuştu.
Verilere göre 2015-2016 yılları arasında yüzlerce ilçe, mahalle, köy ve mezrada bazen ayları bulan bazen ise günübirlik ve haftalık süren “sokağa çıkma yasağı” adı altında uygulanan idari bir işlem gibi görünen ancak aslında “askeri” bir faaliyet olduğunu belirten Newroz, “Ve bunun da tek dayanağı, Türkiye’deki mevzuata göre il özel idaresindeki bir madde. Bu maddeyi kullanarak, tedbir amaçlı olarak aslında istediği birçok bölgeye, ilçeye ve bazen köylere süresiz ve aralıksız sokağa çıkma yasağı adı altında idari bir işlem başlattı. Ve bu idari işlemden sonra yoğun bir şekilde yaşanan bir operasyon süreci devletin gözüyle bir çatışma süreci yaşandı. Ve bu sistematik süreç içerisinde en çok zarar gören ya da insan hakları alanında en çok değerlendirilmesi gereken yerlerden bir tanesi de Cizre oldu” dedi.
‘Devlet birden fazla kez sokağa çıkma yasağı ilan etti’
Cizre ilçesinde yasak sürecinin iki dönem olarak yaşandığını dile getiren Newroz, birinci dönemin 4 Eylül ve 19 Eylül 2015 tarihleri arasında yaşandığını ve bu süreçte 21 kişinin hayatını kaybettiğini, onlarca kişinin de yaralandığını hatırlattı. Newroz, “Bu süreçte yaşamını yitirenlerin hepsi keskin nişancıların hedefi olması nedeniyle hayatlarını kaybetmişti. Bunlar arasında 35 günlük bebek ve 75 yaşındaki yaşlı insanlarda vardı. İkinci dönem denilen yasak sürecine kadar da devlet birden fazla kez sokağa çıkma yasağı ilan etti. Bu aralıkta da devletin yasak sürecinde yürüttüğü yüzlerce gözaltı gerçekleşti. Yaralananlar oldu. Kimi patlamalar gerçekleşti ve hayatını kaybeden sivil insanlar da oldu” diye kaydetti.
79 günde onlarca kişi yaşamını yitirdi
14 Aralık 2015 ile 2 Mart 2016 tarihleri arasında aralıksız 79 gün süren sokağa çıkma yasağına değinen Newroz, devletin ara ara buna hazırlık yaptığını ve sürece hazırlandığını belirtti. Newroz, “Çünkü yasak çok kısa bir sürede ilan edildi. İlan edildikten sonra çok ciddi bir şekilde ağır silahlarla Cizre ilçesinin mevcut tepelerine konumlandırıldılar. İlçenin hemen hepsini içerisine alan bombalama gerçekleşti. 79 gün boyunca insanlar elektriksiz, susuz, temel gıdaya erişememe ve sağlık sorunlarını giderememeyle beraber olağanüstü halin daha üstünde, tam bir savaş hali yaşandı. Net bir sayı olmamasıyla beraber 300’e yakın kişi yaşamını yitirdi. Ve bu sayı sadece sivil olanlar. Devlet güçlerinden kaç kişinin hayatını kaybettiğini ise bugüne kadar biz hala bilmiyoruz. Çünkü devletin hiçbir mekanizması bu konuya dair net bir açıklama yapmadı. Ve 79 gün süren bu yasak süreci içerisinde keskin nişancıların hedefi oldukları için hayatını kaybedenler oldu. Devletin bombalamaları sonucu evlere isabet eden mühimmatlar nedeniyle yaralananlar oldu. Yine gebe olup doğum esnasında çocuğunu kaybeden kadınlar oldu. Ve yüzlerce ev yıkıldı” sözlerine yer verdi.
Newroz, devamında şunları aktardı:
“Cizre’de toplumun hafızasına ‘bodrum’ olarak ifade edilen aslında dünyada da eşi benzeri az görülmüş, insanlık suçu olarak ifade edebildiğimiz toplu ölümler ve katliamlar gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Ve bu sürece giderken 3 ayrı adres olarak ifade edilen bodrum sürecinde devlet bile bile bunu gerçekleştirdi. Mehmet Tunç, Mehmet Yavuzer ve Derya Koç birçok kez televizyona çıkarak bulundukları adresleri aktarmıştı. Bununla ilgili hem Anayasa Mahkemesi’ne ve hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne derneğimiz avukatları aracılığıyla yapılan tedbir başvurularına rağmen bu insanlar kurtarılamadı. Ve bu üç bodrumda yaşanan toplu katliamda özellikle birinci bodrumda yanarak hayatını kaybeden onlarca insanımız oldu.
İkiye ayrılan hukuki süreç
Bu katliam daha yaşanmadan, yani insanların kimisinin yaralı olduğu kimisinin bitkin halde olduğu ve hayatını kaybedenlerinde olduğu bilinen adreslerde Ocak 2016’dan itibaren, o süreçte Türkiye’de anayasa mahkemesine kimi tedbir başvurularında bulunuldu. Sağlığa erişilmesi, devletin bombardımanı durdurması ve insanların bulundukları adreslerden çıkartılmasına ilişkin başvuruda bulunuldu. Anayasa mahkemesi bu tedbir başvurularını reddetti ve Anayasa Mahkemesi’nin ret etmesi üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurular yapıldı. Ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kimi başvurularda kabul kararı verdi. AİHM başvuruları sonucunda sağlığa erişme ve devletin, bu insanların içinde bulunduğu adreslerden çıkartılması yükümlülüğü olduğu noktasında AİHM karar verdi. Lakin bu tedbir kararlarına rağmen hakkında tedbir kararı verilen 8 kişiden sadece Helin Öncü çıkartılabilmişti. Diğerleri yine aynı şekilde hayatını kaybetti. AİHM’in tedbir kararına rağmen her üç bodrumda yurttaşlar hayatını kaybetmişti. Yine 5 Şubat 2016 tarihi akşamı TRT haber, skandal bir şekilde alt yazı geçerek ‘Cizre’de bir adreste 60 terörist etkisiz hale getirildi’ diye bir haber yapmıştı. Bunun üzerine bir bodrumda bulunan kişilerin katledildiği ortaya çıkmıştı. Aynı gün sabahında bu haber geri çekildi ve devlet bunu inkar etti. Sonrasında zaten sokağa çıkma yasağı 2 Mart’ta kalktı.
Bu aradaki süreçte de maalesef ki bu kişilerin cenazelerinin Mardin, Silopi, Urfa, Antep ve Cizre hastanelerinin morguna dağıtıldığını gördük. Bu süreçte ne yaşam hakkının korunması, ne sağlığa erişimleri ne de bu kişilerin kurtarılması konusunda gerçek anlamda hukuki bir sürecin sorumluluğu yerine getirme. Ölümler sonrası bile otopsi süreçleri ve bu kişilerinin cenazelerinin ailelerine teslim süreci gerçek anlamda tam bir insanlık dramı olarak ifade edebiliriz. Tam da o süreçte devlet adli tıp yönetmeliğini değiştirdi ve 15 gün süre içinde teslim alınmayan cenazeleri kimsesizler mezarlığına gömeceklerini söyledi. Birçok cenaze yanma, patlayan mühimmatlar nedeniyle tanınmayacak durumda olduğu için kimsesizler mezarlığına gömüldü. Bu süreçte birçok aile, çocukları kimsesizler mezarlığına gömülmesin diye hastanelere gidip teşhis yapmak durumunda kaldı.
Devlet katliamı gizlemeye çalıştı
Bu süreçte birçok cenaze karıştırıldı. Adli tıptan gelen kan örneklerinin cevabı ailelere çok geç verildi. Karışan cenazelerle ilgili savcılıklar etkin bir soruşturma yürütmedi ve süreci hızlandırmadı. Hala 14 kişinin cenazesi ailelerine teslim edilmiş değil. Devletin kendi iç hukuk mevzuatına göre uluslararası insan hakları sözleşmesine göre etkin bir soruşturma yapmaktı. En önemli ayağı ise güvenlik güçlerinin soruşturulmasıydı. Lakin toplu ölümler olmasına rağmen savcılıklar, hayatını kaybeden her bir kişi için ayrı ayrı soruşturma açtı ve bizim birleştirme taleplerimizi görmezden geldi. Ve her bir ölümü tekil bir ölüm gibi ele alarak toplu ölümü yani katliamı gizlemeye çalıştı. Hiçbir dosyada tek bir güvenlik güçlerinden ne jandarma, ne polis ve ne de operasyona katılanlarla ilgili hiçbir ifade alınmadı. Yapılan tek şeyin kimi dosyalarda sadece müşteki olan dosyalarda aileleri çağırmak ve dinlemek ve hayatını kaybeden kişiler için hukuken ve eksik yapılan delil araştırması, yine Cizre’de birçok dosyada gördüğümüz kimi gizli ve açık tanıkların beyanları dosyaya konularak, bu kişilerin örgüt üyesi olduğu konusunda aleyhine delil toplamak oldu. Ve bu sürecin sonunda gerçek anlamda hukuki bir sürecin yürütüldüğünü söyleyemeyiz. Devlet açık bir şekilde soruşturma sürecinde taraflı bir şekilde ve AİHM standartlarına uymayacak bir şekilde etkin bir soruşturma yürütülmeyerek, bugüne kadar getirdi. Hukuki süreci bizler dernek olarak yakından takip etmeye devam ediyoruz.
Cizre’de yaşanan hukuksuzluk oldu
ÖHD avukatları olarak 2015 ve 2016 yılından sonra yaşanan birçok hukuksuzluğa müdahil olmaya çalıştık. Buraları ziyaret edip raporlar yayınladık. Bunlardan en önemlisi de Cizre’de yaşanan hukuksuzluk oldu. Bizlerin dernek adına birinci yasak süreciyle ilgili takip etmeye devam ettiğimiz hayatını kaybeden 21 kişinin dosyası var. İkinci yasak sürecinden de şuana kadar 122 dosya var. Bu dosyalarda dernek raporlama dışında bunların soruşturma süreçlerini yürüterek, gerekli itirazları yaparak, tabi ki anayasa mahkemesi ve AİHM süreçlerini takip etmeye çalışıyor. Takip ettiğimiz dosyaların aynı zamanda hukuksal olarak gerekli olan diğer başvurularını da bizler yapıyoruz. İlk aşamalarda cenazelerin ailelere teslim edilme süreçlerinde biraz daha etkin bir çalışma yürüttük. Hukuki süreçte şuan soruşturma ve savcılık aşamalarını yada idari mahkeme soruşturma aşamalarında verilen kararlardan dolayı şuan anayasa mahkemesi sürecini takip etmeye devam ediyoruz.
Devlet katliamı meşru müdafaa olarak gördü
Özellikle toplu katliamın hepsini devlet tekil ölümler olarak ele aldı. 79 gün boyunca ilçede ne oldu ve bu kişilerin ölümlerine neden olan şey neydi, yani bunun etkili bir şekilde soruşturulması için hem idari sorumluları hem hukuki hem de askeri sorumluları tespit edilmesi lazım.  Savcılar, olaya tek bir ölüm şeklinde baktı ve normal bir adli vaka gibi değerlendirdi. Temel aldıkları şey şu oldu; bu kişinin daha önce bir dosyası var mıydı, bununla ilgili açık ve gizli tanık var mı, ailesinde kendilerine göre örgütle bir teması var mı yok mu? Bu kişinin nasıl öldüğüne dair adli tıp raporlarında detaylı bir şekilde yer almıyor ve hayatını kaybedenlerin bilimsel olarak nasıl hayatını kaybettiklerine dair hiçbir araştırmaya savcılık yanaşmadı. Savcılık birçok talebimizi işleme bile koymadı. Sadece bu kişilerle ilgili savcılık sokağa çıkma yasağı tarihinde orada kalmışlarsa direk ‘örgüte yardım’ ve ‘örgüt üyesi’ olarak gördü. Ve bununla beraber ölümlerin devlet tarafından yapıldığı kabul ediliyor. Devlet bu kişileri savaşçı göstererek bu durumu ‘meşru müdafaa’ olarak görerek, öldürdüğünü kabul etti. Lakin Türkiye’nin kanununa göre ‘orantılı ölüm’ olduğu söylenemez. Çok ağır silahlar kullanıldı ve orantılı ölüm olduğunu kimse iddia edemez. Bununla ilgili hiçbir araştırma yapmadan tek başına tanık beyanlarına dayanılarak verilen bu kararlar hukuka aykırı bir durum ve bu karara itiraz ettik.
Dosyalar kapatılmak isteniyor
Bizim takip ettiğimiz 122 dosyadan 99 dosya hakkında ‘takipsizlik’ kararı verildi. Bu dosyalardan sadece 9’u hakkında ‘daimi arama’ kararı verildi. Geriye kalanlara baktığımızda yüzde 99 oranında devlet dosyaları kapatmak, etkin bir soruşturma yapmamak ve gerçek faili bulmamak için bilinçli bir şekilde diretiyor ve direniyor. Bizim bu kararlara yaptığımız itirazlarda yine suç ceza hakimlikleri tarafından ret ediliyor.
Kamera kayıtları gizleniyor
AYM’ye yaptığımız başvurulara cevap verilmesini bekliyoruz. Olumsuz bir yanıt gelirse yeniden soruşturma açılması için harekete geçeceğiz. Adalet Bakanlığı’na yaptığımız başvurulara ise kısmen cevaplar gelmeye başladı. Adalet Bakanlığı ‘Cizre ilçesinde sokağa çıkma yasağını ilan etmek zorundaydık. Çünkü olağan üstü bir hal vardı. Güvenlik kaygısı artık yitirilmişti, insanlar hayatını kaybediyordu. Biz sokağa çıkma yasağını ilan ederken herkese gıda yardımı yaptık. İnsanların sağlığa erişmesini sağladık’ gibi cevaplar verdi. Lakin biz yayınlanan raporlarda biliyoruz ki devlet hastanesi hemen hemen tamamı güvenlik güçlerinin gözetimindeydi. Verilen bilgiler çarpıtılmış bir şekilde verilmiş. Askeri operasyonla ilgili hiçbir veri yok. Devlet güçlerinden istediğimiz kamera görüntüleri ise olmadığını söylüyorlar. Ama biliyoruz ki her bir askeri arabanın kendi kamerası var. Bu kameralarla çekilen görüntüler hiçbiri dosyalara sunulmadı. Telsiz kayıtlarını talep ediyoruz. Telsiz kayıtları ya parça parça gönderiliyor ya da hiç gönderilmiyor. Anayasa Mahkemesi’nin vereceği kararı bekliyoruz. Ya ihlal kararı çıkacak ya da ilgili savcılıklara dönüp yeniden soruşturma başlatacağız.
AİHM dosyalarımıza kabul edilmez kararını verdi
Sivillerin 3 bodrumdan çıkabilmesi için AİHM’e yapılan başvurularda, AİHM ilk başta Anayasa Mahkemesi’ne yönlendirdi. Ancak Anayasa Mahkemesi ret kararı verince AİHM nihai olarak tedbir kararını kabul etti. Ancak bu tedbir kararları uygulanmadı. Normalde prosedür olarak bu kararların AİHM’in önünden çıkması gerekiyordu ve Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmesi gerekiyordu. AİHM dosyaları kapatmayarak, Kasım 2018’e duruşma günü verdi. AİHM’de duruşma yapılarak bir kabul edilebilinir incelemesine katılmıştık. O süreçte de bu yaşanan sürecin açık açık devletin planlı ve sistematik bir hazırlığı süreci olduğunu, tek başına Cizre’de olmadığını, hayatını kaybedenlerin hukuken kurtarılacak bir noktadayken, devletin bunları bile bile katlettiğini ifade ettiğimizde, o süreçten sonra AİHM bir kabul edilebilirlik kararı verdi. Ve AİHM, Anayasa Mahkemesi’nin hala etkili bir karar verebileceğine inandığını ve Anayasa Mahkemesi’ni bir iç hukuk yolu olarak gördüğünü ve bu nedenle dosyalarımıza kabul edilmez kararını verdi.
Anayasa Mahkemesi 3 yıldır bir karar vermedi
O süreçte tedbir başvuruları yapılan dosyaların bir kısmını halen takip ediyoruz. Bunlar Anayasa Mahkemesi’nin önünde. AİHM’in bu şekilde davranması bir zaman kaybı oldu. AİHM kabul edilemez kararıyla ciddiyetini kaybetti. Dosyaları bekletebilirdi ya da Anayasa Mahkemesi’ni zorlaya bilirdi. Ancak bunu tercih etmeyerek kararını 7 Şubat 2019 tarihinde, yani bodrumların yaşandığı günde verdi. Bu da aileler bakımından çok acı. Üç yıl geçmesine rağmen Anayasa Mahkemesi hala bir karar vermedi. Vereceği her bir kararın hukuki bir sonucu olacak. Bu süreçte uluslararası bir mekanizmaya her halükarda taşınacak. Aileler açısından da bu uzun bir süreç. Adalete ulaşımın ne kadar zor olduğunu görüyoruz. Cezasızlık politikasının yıllara yayıldığını görüyoruz.
Kayıp cenazelere ilişkin yeni bir gelişme yok
Cizre sokağa çıkma yasağı sürecinde hayatını kaybedenlerin otopsileri tek bir merkezde yapılmadı. Bu da bilinçli bir şekilde yapıldı. Kimi DNA sonuçları bir haftada çıkarken, kimilerinin ise ayları buldu. Kimi ailelere ise geç haber verildi. Ancak kan örneği verilmesine rağmen bulunan cenazelerle eşleşmeyen aileler var. Savcılıklar cenaze tespit edilmediği dosyaları kapatıyor. Bunla ilgili kayıp başvuruları yapıyoruz, cenazelerin bulunmadığına dair. Bununla ilgili bir gelişme kat etmiş durumda değiliz.
Cudi mahallesinde bulunan bu üç bölgede devlet TOKİ inşaatı yaptı. O katliam hafızasını yok etmek için Cizre’nin yeni yüzü diyerek bilbordlarla reklamı yapıldı. Bu üç adresin bulunduğu yer tamamen TOKİ. O alanlar yıkıldıktan sonra TOKİ yapım aşamasında kazı esnasında birkaç cenaze bulunmuştu. Bunlarla ilgili de eşleşme ve ailelere teslim etme durumu gerçekleşti. Ancak buna rağmen hala 14 cenaze kayıp. Bununla ilgili net bir şey söylemek çok zor. Yasak kalkmadan önce ikinci bodrumda bir yıkım gerçekleşti. Ve bunlarla ilgili molozlar Cizre’de Dicle Nehri’nin kenarının bir bölümüne bırakılmıştı ve orada şuan park yaptılar. Molozların yıkıldığı yer, insanların yeşil alan olarak ifade ettikleri bir alan. O alanın açılması yeniden molozların tasniflenmesi ve olası cenazelerin tespiti için biz birden fazla kez başvuru yapmıştık. Ancak bu başvurular kabul edilmedi. Aileler ısrarla cenazelerini aramayı sürdürüyor. Bizim takip etmediğimiz diğer dosyalarda da kayıp durumları var mıdır bilmiyoruz.
Takipsizlik itirazlarımız reddedildi
Çünkü Cizre’de hayatını kaybedenlerden kimileri oranın sakinleri değildi. O süreçte farklı bölgelerden gelen kişiler olmuştu. Cizre halkı ile dayanışmaya gelen üniversite öğrencileri de burada mahsur kalıp çıkamamışlardı. Hayatını kaybedenlerden üniversite öğrencileri de bulunuyor. Devlet katliamın ve ölümlerin aydınlatılması konusunda hukuki hiçbir sorumluluğu yerine getirmedi ve etkin bir soruşturma yürütmedi. Aksine bu kişilerin ölümlerinin üstünü örtme, gizleme ve dosyaları kapatmaya dönük bir refleks içinde hareket etti. Şuana kadar takipsizlik itirazlarımız da reddedildi. Dosyalar AİHM’in önünde. AİHM’in vereceği karara göre yeniden soruşturmalar açılacak.”
/jn/