Gülçin Özge Tan: Eril Tahakküm ve Şiddete Bakmak

Kaç metredir benim yokluğum,

Benden daha çok var sanmıştım.

Benim yokluğumdan dünyaya

Bir elbise çıkar sanmıştım.

Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan

Sonunda ben de alıştım.[i]

Yokluğuna alışmayı reddettiğim kadınlara…

Bugün hala, aptalca bir düşünce nedeniyle, bir kadın isteği dışında cinsel ilişkiye zorlandığında, tecavüze uğradığında, “şansı” varsa başvuracağı yetkili makamlar ancak kadın çok hırpalanmış ve kan revan içindeyse düzenleme yapıyorlar. Belki de ÖLSE daha iyi olur! Onlar için tecavüz izleri taşıyan bir ceset daha garantilidir. Son haftalarda Roma Mahkemelerine yedi tecavüz olayı geldi. Okullarına giderken saldırıya uğrayan bir grup öğrenci… Hastanede yatan bir hasta da yine saldırıya uğramış. Bunların dışında kocaları tarafından tecavüze uğradığı için haklarını kullanıp boşanmak için başvuran eşler de vardı. Her şey cinsel suç belirsizliğinin getirdiği bir karmaşadır. Ama daha iğrenç olanı, şiddet yanlısı bir alışkanlıkla polis, doktor, yargıç ve karşı avukatların tecavüze uğrayan kadının, hayali adalet için, yetkili makamlara başvurusunda bile, kadını elde etme arzusuyla davranmalarıdır.[ii]

Ünlü İtalyan tiyatro oyuncusu, yazar ve aktivist Franca Rame, yukarıda “Tecavüz” adlı eserinin ön oyunundan alıntılanan cümlelerini 1970’li yıllarda politik duruşu sebebiyle kaçırılarak işkence ve tecavüze uğramasının ardından keleme almıştır. Feminist hareketin güçlü olduğu bir dönemde, fabrika ve sokaklar dahil farklı mecralarda sergilenen, bugün de hâlâ farklı tiyatrolarca sahnelenen oyunun yazı aşamasına geçmesi elbette kolay olmamıştır. Yaşadığı korkunç olayı kelimelere dökerek başka kadınlarla buluşmayı amaçlayan Rame, oyunu yazma sürecini şu cümlelerle anlatır:

Olaydan sonra eve döndüğümde, kaçırıldığımı ve dayak yediğimi söyledim. Tüm olanları anlatamadım. Susuyordum. Dario ile beraberken de… Evdekiler anlamıştı, ama sormaya cesaret edemiyorlardı. İçimde hep o “şey” vardı, içimi kemiren o anı… Psikoterapiste gitmeyi istedim. Kimseye bir şey anlatmak istemiyordum. Sonra bir gün ansızın masaya oturdum yazmaya koyuldum. Sadece, cinsel tecavüz yasası tartışılmaya başlandığında oynamam gerektiğini anladım. Oyunu prova edemiyordum. Birkaç replik sonra ağlama krizine tutuluyordum. İlk gösteri Pisa’da oldu. Uyanışı bitirmiştim. Sahnede tek bir sandalye vardı. Sahneye girdim ve oyunu tek nefeste sonuna kadar oynadım. Ve bu oyunlarım sürdü gitti. Oyunu tüyler ürpertmek için değil, olayı yansıtıp, bu “şeyi” yaşamış diğer kadınlara yardım etmek ve onları yüreklendirmek için oynadım.[iii]

Oyun tüyler ürpertmek için yazılmamıştı ancak şiddetin bu denli dolaysız aktarımı, dayanışma çağrısını empati ile buluşturmuş ve oyun tekstini, belki de şiddetin teorisini yapan çoğu metinden çok daha öteye geçirmiştir. Yamaner’in de belirttiği üzere dişil yazının (écriture féminine) sesle olan yakınlığı ve onu ritme yakınlaştırması, bu dolaysız aktarımı son derece güçlü kılar. Çünkü özel alanda, kendi ve birbirleriyle bırakıldıkları dünyanın içinde gelişen; bazen sadece kadınların anladığı ve erkek egemen iktidarın dışında kalan beden hareketleri, sözcükler ve örüntüleri içeren bu özel dilin (Yamaner, 2005: 86-89) yazıya geçmesi eril olanı dışlamaya dair çarpıcı olanı imler. Dişil deneyimlerin daha fazla ön plana çıkarılabildiği dişil yazının imkânlılığı bir yana kadına yönelik şiddete dair kurulan her bir cümlenin bu dişil deneyimlere dair eksik bir anlatı olacağı şerhi ile bu yazıda kadına yönelik şiddet konusu Rame ve Fo’nun oyununun alternatif bir okuması ile ele alınmaya çalışılacaktır.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun Femicide[iv]kavramına uygun olarak hazırladığı rapora göre, Türkiye’de 2020 yılının Kasım ayında 29 kadın cinayeti işlenmiş, 10 kadın ise şüpheli bir şekilde ölü bulunmuştur (Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, 2020). Kadına yönelik şiddet farklı yüzleri ile de kendisini göstermiştir. Bianet’in hazırladığı rapora göre, Kasım ayında 61 kadına şiddet uygulanmış, 60 kadın seks işçiliğine zorlanmış, 13 kadına tecavüz edilmiş, 31 çocuk istismar edilmiş ve en az 14 kadın taciz edilmiştir (Kepenek, 2020; Öztokat, 2020).

Niceliksel verilere asla sığmayacak olan mutsuz sonlu bu kadın hikâyelerine dair sayısal verilerin toplanması son derece önemlidir. Elbette feminist yöntemle elde edilen niteliksel verilerle desteklenmeyen sayılar son derece eksiktir. Ancak kaç kadının katledildiğine dair ortaya çıkarılacak niceliksel çalışmalar toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin açığa çıkarılmasında etken bir rol oynar.[v] Bu bağlamda, Toksöz’ün de belirttiği gibi niteliksel teknikler kadınların göz ardı edilen duygu, düşünce ve deneyimlerinin ortaya konulmasında ve ayrımcılıkla mücadelede büyük önem taşır.

Ancak bunun niceliksel verilerle desteklenmesi, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin gözler önüne serilmesi, oluşturulan göstergelerin izlenmesi ve hesap sorulması için büyük önem taşır (Toksöz, 2020: 143-144). Kısacası katledilen, şiddet gören kadınlara dair verilen niceliksel bilgiler sadece bir sayı değildir. Kana boyanmış sayıların anlattığı kadın hikâyeleri, eşitsizliğe dair yazılanlar için sadece ve sadece bir önsöz… Ancak anlatılan deneyimler arasında kurulabilecek korelasyonlar için de son derece önem arz eden bu önsöz, sadece kadınların ne kadar da çok öldürüldüğünün, şiddet gördüğünün değil, ayrıca eril bir kuşatma altında nasıl da aynı şeylerin yaşandığının kanıtıdır. Özetle, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ölçülmesine dair veri kabul edilecek bu rakamların hepsi ortak egemen bir iktidar ilişkisinin “cansız” girdileridir.

Peki, bu şiddeti açıklamak mümkün mü? Başta söylenenleri tekrarlamak pahasına da olsa söylemekte fayda var ki üzerine kan sıçramış olan bu konuyu anlamaya çalışmak hem son derece zor (maddi ve manevi) hem de bir düşünce yazısında irdelenemeyecek kadar kapsamı ağır bir konu. Bu anlamda yazı kapsamında iktidar ilişkileri ve şiddet arasında kurulacak bağ ve Rame ve Fo okuması bu konu hakkında yapılabilecek bir yorumlama denemesidir.

Şiddet, birçok farklı bilim dalının üzerinde hassasiyetle durduğu ve araştırdığı bir konudur. Konjonktürel ve zamansal olarak da değişen şiddet biçimleri, kitlesel ya da kişisel formlar alabilir ve fiziksel biçimden farklı çokça pratiğe de işaret edebilir. Bilimlerin şiddet konusunda ortaya koydukları standartlara bakarak şiddet biçimlerinde ortak bir husus saptamayı amaçlayan Çelebi’ye göre, hukuk, sosyoloji, adli tıp gibi disiplinler şiddetin özünü “hasar” kavramıyla açıklar. Bu anlamda, maddi ve manevi hasar nesnelere, insanlara uygulanan zor ya da fiziksel baskıyı içerir ve insanlarda iz bıraktığı varsayılır. Siyaset felsefesinde ise şiddet, başkalarını rızaları dışında karar vermeye zorlayan meşru olmayan güç kullanımına denk düşer (Çelebi, 2014: 258).

Bu ortaklaşma içinde ister hasar üzerinden kurgulanan baskıyı içersin isterse de bir güç kullanımına karşılık gelsin dikkat çekilecek husus şiddet söz konusu olduğu zaman ortaya çıkan iktidar ilişkisidir. Kitlesel ya da kişisel uzamda açığa çıkan her şiddet olayı, iktidar siyasetinin bir parçası olarak, aslında kişi ya da kişilere yönelik psişik ve/veya fiziksel hasar vermeye yönelik bir cezalandırma eylemidir. Kadına yönelik şiddet söz konusu olduğunda ise bu iktidar ilişkisi ataerkil mekanizmalarla perçinlenir. Erkeğin kadın üzerinde kurduğu iktidarın araçlarından birisi olan şiddet, bu tahakkümü sürdürülebilir kılan en etkin araçlardan birisi haline gelmiştir.

Burada vurgulanması gereken noktalardan birisi, kuşkusuz toplumsal cinsiyet normlarının farklı kurumlar içerisinde farklı biçimlerde kendisini gösteriyor olmasıdır. Çünkü eşitsizlik ve şiddet konuları söz konusu olduğunda bahsedilen erkeklik total bir vurgulamadır. Bu doğrultuda, Uygur’un da vurguladığı üzere, genellemeci bir bakış açısı yerine, devletin yasama, yürütme, yargı, eğitim, sağlık, ordu ve polis gibi örgütlerinin her birinin kadınlarla olan farklı ilişkisi üzerinde durmak gerekir (Uygur, 2011: 864). Kültürel olarak erkek olan bu kurumların eril dayanışmasını ve şiddet sonrasında da toplumsal erilliğin kadın üzerinde süregiden baskısını Rame ve Fo şu şekilde “oyunlaştırır”:

DOKTOR: Küçük Hanım, ya da bayan; tecavüz süresince sadece acı mı duydunuz, yoksa bir çeşit tat aldınız mı? Yani bir tür tatmin?

POLİS: Böyle bir sürü erkekle, sanırım dört kişi, hep beraber, böylesi sert bir tutkuyla, onlardan hoşlanıp, onları hiç umutlandırdınız mı?

YARGIÇ: Hep pasif miydiniz, yoksa bir noktada olaya katıldınız mı?

DOKTOR: Tahrik oldunuz mu? Kaç kez?

KARŞI TARAF AVUKATI: Islandınız mı?

YARGIÇ: Sizin ağlayıp inlemeleriniz, tabii acı çektiğiniz için, ama acaba bir çeşit boşalmanın etkisiyle diye düşünülebilir mi?

POLİS: Boşaldınız mı?

DOKTOR: Orgazm oldunuz mu?

AVUKAT: Evetse kaç kez?[vi]

Bir oyundan alıntılanan bu sorgulama, tecavüze uğrayan bir kadının yetkili makamlara başvurusunun ve “hayalî adalet” arayışının neticesidir. Ön oyundan alıntılanan bu epizot, her biri farklı kurumları yansıtan bu meslek gruplarının, kısa bir sorgulama sahnesinde dahi eril iktidar ilişkilerini nasıl inşa ettiğine dair son derece uygun bir “temsildir”. Zira kadın hareketlerinin kadına karşı şiddetin önlenmesinde, kadına karşı şiddetin özel alan konusu olmayıp ciddi suç olarak görülmesini sağlayan hukuk reformları; şiddete uğrayanlara yönelik hizmetlerin yönetimler tarafından sağlanması; kadına karşı şiddete ilişkin kamu farkındalığını sağlayan yönetici eylemleri ve işlemlerinin oluşturulması; polisler, hâkimler ve diğer yetkililerde duyarlıkların sağlanması gibi benzer taleplerde bulunması (Uygur, 2011: 865) aynı eril inşanın benzer temsiller yarattığını ortaya koyar. Fo ve Rame’in isimsiz öznesi, tecavüze uğramış ve şiddete yönelik herhangi bir hizmet almak, kamu farkındalığı ve duyarlılığı oluşmuş yetkilerle karşılaşmak bir yana yeni bir şiddet biçimine maruz kalmıştır.

Böylece fiziksel şiddet ve moral şiddet kaynaşmış ve eril iktidar yeni bir formda kadın üzerindeki baskısını sürdürmüştür. Özetle, erkek egemen toplumda çeşitli ayrımcılık yaşayan kadınların, şiddet sonrasındaki hak mücadelesinde bile beyanı esas alınan, örselenmiş haliyle dahi varlığı kabul edilen bir özne haline gelememesi kadına yönelik şiddetle mücadelede irdelenmesi gereken bir başka handikap halini almıştır. Rame ve Fo’nun öznesi önemlidir çünkü son derece ağır bir deneyim yaşamış olan bu kadın aslında “herhangi bir kadın”dır, bu oyun yazılmıştır çünkü Rame, kendisinin de yaşadığı bu “şeyi” yaşamış olan diğer kadınlara yardım etmek ve onları yüreklendirmek istemiştir. Dişil deneyimlerin sayılara indirgenmeden ama sayıların da gücünden yararlanarak anlatılması ve anlamlandırılması, bu bağlamda elzem bir gerekliliktir.

Bu gereklilik açıklanırken dikkat edilmesi gereken önemli bir sorun, dişil deneyimler ve dişil statüler arasına çekilmesi gereken kalın sınırlardır. Muhafazakâr ve maternal siyasetler tarafından güçlendirilen dişil statüler (annelik rolleri dahil)[vii], kadınları değil, erkek egemenliği güçlendirir. Bu sebeple dişil deneyimlerin aktarımı ile sıyrılmaya çalışılan şey aslında eril tahakkümlerce oluşturulan bu statülerdir. Dişil statülere sıkıştırılmaya çalışılan kadının, eril tahakküme karşı verdiği mücadelenin tek bir düzleminin olmaması ayrıca dişil deneyimleri sindirmenin zorluğu kadar bunların paylaşılmasının ve yazıya geçirilmesinin maddi ve manevi imkânsızlıkları, kadın hareketini başka bir cephede savaşım vermeye sürükler.

İster fiziksel ister psikolojik olsun üzerine kan sıçramış bu deneyimleri yazmak, kadına yönelik şiddetle mücadele için önemli bir uğrak olabilir; okunduğunda, izlendiğinde, dinlediğinde insanları ürperten bu deneyimler, eril iktidarlar karşısında kız kardeşliği büyütebilir ki Rame’in sessiz çığlıkları bugün bu satırlarda yankılanıyorsa tarihe yeni bir not düşülmüş ve birilerinin bu kanlı sese kayıtsız kalmasının önündeki barikatlardan biri daha yıkılmış demektir.

/Birikim/


[i] Didem Madak (2017). Ah’lar Ağacı, Metis Yayınları.

[ii] Rame, F. (2014). “Tecavüz”, Fo, D. ve Rame, F. Kadın Oyunları 1 içinde, Açılım Yayınları, s. 11.

[iii] Rame ve Fo, a.g.e., s. 9.

[iv] Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, internet sitesinde veri hazırlama tekniğinin femicide kavramına uygun olarak tasarlandığını belirtmiş ve kavramı şu şekilde açıklamıştır: “Raporumuz: Her ay basına yansıyan kadına yönelik şiddet haberlerinde davalar, yeni yaşanan olaylar ve kadın hareketine dair ayrıntılar yer almaktadır. Kadın cinayeti haberleri şikâyete bağlı olmaksızın direkt kamuya yansırken; cinsel şiddet ve çocuk istismarı haberlerinin ortaya çıkması, gerek bu suçların üstünün örtülmesi gerek soruşturma ve dava süreçlerinin devam ediyor olmasından dolayı net sayının belirlenmesi zorlaşmaktadır.

Dolayısı ile çocuk istismarı ve cinsel şiddet verilerinin açıkladığımız ve basına yansıyan haberlerden çok daha fazla olduğunu belirtmek isteriz. İstanbul Sözleşmesi kapsamında devletin ilgili mercilerinin tespit etmesi ve buna göre şiddetle mücadele yöntemlerini belirlemesi gerekirken; söz konusu makamlar bunları düzenli yapmamaktadır. Bizler, basına yansıyan ve doğrudan bize gelen başvurular halini derleyerek bir sayıya ulaşıp, bu çerçevede raporumuzu hazırlıyoruz.

Kadın Cinayeti raporumuzu Femicide kavramına göre ele alıyor, bir araya getiriyor ve değerlendiriyoruz. Yani Femicide kavramına göre; embriyodan cenine, bebekten çocuğa, erişkinden yaşlıya kadar tüm kadın cinsiyetteki bireylerin sadece cinsiyetlerinden dolayı ya da toplumsal cinsiyet kimliği algısına aykırı eylemleri bahane edilerek, bir erkek tarafından öldürülmesi ya da intihara zorlanmasıdır. Femisidler salt kadın cinsiyetteki insanların öldürüldüğü cinayetler olarak algılanmamalıdır. Nefretle işlenen bu cinayetlerde, saldırıya uğrayan şey kadın kimliğidir.”

[v] Anıt Sayaç: Şiddetten Ölen Kadınlar İçin Dijital Anıt uygulaması bir yandan sayılarla şiddetin artan bilançosunu gösteriyor, bir yandan da öldürülen her bir isme dair kısa bir anlatı vererek toplumsal belleğe bir çentik atıyor: http://anitsayac.com/

[vi] Rame ve Fo, a.g.e., s.11-12.

[vii] (Sancar, 2017: 315).


Kaynakça

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu. (2020) http://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/veriler/2892/kadin-cinayetlerini-durduracagiz-platformu-ocak-2020-raporu

Çelebi, A. (2014). “Şiddete Karşı Siyaset Hakkı”, A. Çelebi (der.) Şiddetin Eleştirisi Üzerine içindeİstanbul: Metis Yayınları, s. 255-312.

Fo, D., & Rame, F. (2014). “Tecavüz”, D. Fo, & F. Rame, Kadın Oyunları 1 içinde, İstanbul: Açılım Yayınları, s. 11.

Kepenek, E. (2020). “Erkekler Kasım’da 31 kadını öldürdü”, Bianethttps://bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/235341-erkekler-kasim-da-31-kadini-oldurdu

Öztokat, E. (2020, 12 3). “Erkek şiddeti Kasım 2020”, Bianethttps://bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/235347-erkek-siddeti-kasim-2020

Sancar, S. (2017). “Sosyal Bilimlerin ‘Cinsiyet Körlüğü’ ve Feminist Eleştiri”, H. Erbaş (der.) Sosyal Bilimler Tarihini Keşfediyor içinde, Ankara : Sentez Yayıncılık, s. 301-319.

Toksöz, G. (2020). “Sayıların Kadın Mücadelesindeki Yeri”, E. Erdoğan ve N. Gündoğdu (der.) Türkiye’de Feminist Yöntem içinde, İstanbul: Metis Yayınları, s. 123-144.

Uygur, G. (2011). “2006/17 Sayılı Başbakanlık Genelgesi Işığında Kadına Yönelik Şiddeti Önlemeye Yönelik Devletin Ödevi: Değişen Devlet Anlayışı mı?”, S. Sancar (der.) Birkaç Arpa Boyu… Nermin Abadan Unat’a Armağan içinde, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayını, s. 859-891.

Yamaner, G. (2005). “Susan Glaspell’in Önemsiz Şeyler’inin Önemi”, Tiyatro Araştırmaları Dergisi, s. 81-104.