İran’da Öğretim Üyesiyken Türkiye’de Mülteci Bir Kadına Dönüşmek

İranlı yazar Savash Porgham, İran’da Fars Dili ve Edebiyatı alanında öğretim üyesiyken aile şiddetinden kaçarak Türkiye’ye sığınarak mülteciye dönüşen Parisa’nın kişisel hayat hikayesini yazdı.

İranlı yazar Savash Porgham, İran’da Fars Dili ve Edebiyatı alanında öğretim üyesiyken aile şiddetinden kaçarak Türkiye’ye sığınarak mülteciye dönüşen Parisa’nın kişisel hayat hikayesine odaklandığı yazısında, “İran’da öğretim üyesi olan bir kadının Türkiye’de bulaşık yıkamak zorunda kalan bir mülteciye dönüş sürecinde bizleri düşünmeye sevk etmesi gereken çok şey var” diyor.

Porgham’ın, güvenliği için Parisa ismiyle andığı kadının hikayesini anlatan “İran’da Bir Öğretim Üyesiyken Türkiye’de Bir Mülteci Kadına Dönüşmek” başlıklı yazının tamamı şöyle:

Parisa ile telefonda konuşmaya başlamamızla birlikte dikkatimi çeken ilk şey edebi tonu yüksek ve üst düzey bir diksiyonla Farsça konuşuyor olmasıydı. Sohbetimiz ilerledikçe bunun sebebini de anlamış oldum: Karşımda Fars Dili ve Edebiyatı alanında öğretim üyesi olan ve İran’da yıllarca çeşitli üniversite ve okullarda hocalık yapmış bir akademisyen vardı. Parisa ve oğlunun can güvenliğinin tehlikeye girmemesi için sadece ismini vermekle yetinmek istiyorum.

Parisa’nın yaşadıklarını dinlediğimde tanıdık bir erkek zorbalığı ve aile içi şiddetin mağduru ve kurbanı olduğunu anladım. Parisa, kendi ayakları üzerinde duran eğitimli bir kadın olmasına rağmen erkek zorbalığının hedefi olmuştu ancak burada yaşadığı çift yönlü bir şiddet vardı: Hem öz ailesinden hem de kocasından şiddet görmüştü. Parisa, İran’da büyük bir Arap aşiretinin üyesiydi ve genç kızlığa adım attığı yıllardan bu yana sürekli ailesinin şiddetine maruz kalmıştı. Sevdiği biri vardı ancak onun kiminle evlenmesi gerektiğine aşiret büyükleri karar veriyordu. İnanılmaz bir şekilde ailesi tarafından üç kez evlenmeye ve aynı şekilde boşanmaya zorlanmıştı ve nihayetinde kendisinden 25 yaş büyük birinin eşi olmaya zorlanmıştı.

Aile şiddetinden Türkiye’ye kaçış

Parisa, hamile olduğunu kocasından işkence gördükten sonra hastaneye kaldırıldığında yapılan tetkiklerden öğrenmişti. Yani Parisa hamileyken işkence edilmişti! Kızgın kaşıkla vücudu dağlanmıştı, üzerine kaynar su dökülmüştü ve bıçakla vücudu kesilmişti! Kocası da kendisinden ayrılmak ve çocuğunun velayetini vermek için para istiyordu. Aşireti ise Parisa’nın karşısındaydı. Üst üste gelen zorluklardan sonra önce İran içerisinde farklı şehirlere kaçmaya başladı ama her seferinde onu buldular ve kocasının şikâyeti üzerine bir de 9 ay hapis cezası aldı. Sonrasında ise başka çare kalmadığından yasal yollardan Türkiye’ye kaçtı ancak oğlunu da yanında getirebilmek için aşiret üyesi akrabalarından birinin çocuğunun pasaportunu kullanmak zorunda kalmıştı çünkü babasının izni olmadan oğluna pasaport alamıyordu.

Parisa, 2016’nın Ekim ayında Türkiye’ye geldikten sonra 2017’nin Ocak ayında Birleşmiş Milletlere koruma başvurusunda bulundu ve Kırşehir’e gönderildi. İki yıl sonra ise İstanbul’a geldi. Parisa, 2020’nin Mayıs ayında İstanbul İl Göç İdaresi tarafından mülakata alındı ve “uluslararası koruma için gerekli kriterleri taşımadığı” gerekçesiyle koruma talebi reddedildi. Bunun üzerine Parisa İdare Mahkemesi’ne başvurdu ancak İstanbul İdare Mahkemesi de 2021 yılında talebini reddetti ve dosya şu an istinaf sürecinde.

Ben gazetecilik ve akademisyenliğin yanı sıra resmî yeminli adli ve idari Farsça mütercimiyim ve temel çalışma alanım Türkçe bilmeyen mülteci ve sığınmacıların dosyalarına destek olmaktır. Bundan dolayı da Parisa’dan İdare Mahkemesi’nin gerekçeli kararını inceleyebilmem için bana göndermesini rica ettim. Kararı incelediğimde İstanbul Valiliği Göç İdaresi adına savunmasında önce Parisa’nın uğradığı şiddetleri belirtiyor ancak kısaca “Parisa’nın temel korkusu İran’a dönmekten ziyade oğlunun babasının velayeti altında yaşamasıdır ve Parisa’nın korkusu ülkenin genel koşullarından kaynaklı değildir. Bu durum korku unsurunda haklılığı ortadan kaldırmaktadır. Parisa’ya şiddet uygulayan ve zulüm eden devlet unsurları değildir, devlet dışı unsurlardır. Ayrıca kendisine devlet unsurları destek olmuştur. Böylelikle haklı nedene dayalı zulüm korkusu tespit edilmemiştir.” deniliyor. İstanbul İdare Mahkemesi de Göç İdaresi’nin bu gerekçelerini yerinde bularak kararı hukuka uygun buluyor ve Parisa’nın korunma talebini reddediyor.

Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor; Birleşmiş Milletler’in mülteci belirleme yetkisini 2018 yılında tamamen Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’ne devretmesiyle birlikte kimin mülteci olup olmadığına artık Türkiye devlet kurumları karar veriyor. Burada ise işin içine siyaset ve ülkelerle olan çeşitli angajmanlar giriyor. Hatta mülakatı yapan devlet memurunun kişilik yapısı ve bakış açısı bile belirleyici olabiliyor. Son yıllarda özellikle İranlı siyasi sığınmacıların arka arkaya İran’a iade edilmelerini gözden çıkarmamak gerekiyor.

Parisa’nın koruma talebi neden reddediliyor?

Parisa’nın korunma talebinin reddedilmesinde de görüleceği üzere “korku”, “zulüm eden”, “haklı neden” ve “devlet dışı aktörler” gibi tanımlamalar tamamen yoruma açık bir hal alıyor ve değerlendirme esnasında keyfiyete sebep olabiliyor. Örneğin; Türkiye yetkililerinin “yeterince haklı” bulmadığı korkunun dayanağını Parisa şöyle anlatıyor:

“Ben büyük bir Arap aşiretine mensubum ve 22 yaşımdan bu yana ailemin baskısı altındayım. Beni önce zorla evlendirdiler, sonra zorla boşanmamı istediler ve bu şekilde benim üç kez zorla evlendirip boşanmama sebep oldular. Ben başka birini seviyordum, onunla evlenmeme izin vermediler ve beni kendimden 25 yaş büyük biriyle evlenmeye zorladılar. Son evliliğimde oğlumun babası tarafından ağır ruhsal ve fiziksel işkenceye maruz kaldım. Kızgın kaşıkla vücudumda oluşturduğu yanıkları ve bıçak yaralarını hala vücudumda taşıyorum. Üzerime kaynar su döktüğünde bayılmıştım ve 6 saat baygın kaldıktan sonra öldüğümü zannettiği için bana işkence etmeyi bırakmıştı ve ölmem için beni yalnız bırakıp gitmişti.

Bıçakla bileklerimi kesmesinden sonra ailem bir iki ay yanımda durdular ancak daha sonra aşiret büyükleri kocamın evine geri dönmem için baskı yapmaya başladılar. Hastanede yattığım sürede hamile olduğum anlaşıldıktan sonra amcam aşirete karşı durarak benim koca evine geri dönmeme engel oldu ve boşanma davası açtım. Bu sırada 8 yıllık öğretim üyesiydim ve hem üniversitede hem de liselerde edebiyat dersi veriyordum. Kocam benden boşanmak ve oğlumun velayetini bana vermek karşılığında benden büyük paralar istedi. Ben de evim ve arabam dâhil her şeyimi satıp üstüne bir de kredi çekerek çocuğumun velayetini alabildim.

Boşanmamızdan iki yıl sonra babamı kaybettim ve bunun üzerine eski kocam tekrar benimle yaşamak istediğini ve artık düzeldiğini söyleyerek yeniden ortaya çıktı. Babam ölünce bana miras kalacağını ve tekrar benden para koparabileceğini düşündüğü için böyle bir adım atmıştı ve aşiretimizin reisini de buna ikna etmişti. Ben bunu kabul etmeyince bu sefer beni yargı yoluyla baskı altına almak için yeniden velayet davası açtı ve yargıç ortak velayete karar verdikten sonra haftada iki kez oğlumu görmeye başladı. Bu süreçte oğlumu feci şekilde birkaç kez dövdüğü için darp raporu almak için adli tıpa gittiğimde çocuğu dövenin öz babası olduğundan şikâyet yollarım hep tıkandı ve oğlumu öldürse bile bir şey yapamayacağım söylendi.”

Parisa’ya bunca işkenceyi yapan kocası “devlet dışı aktör” olduğu için Parisa’nın uluslararası korunma talebinin Türkiye tarafından reddedilmesi meşru mu oluyor yani?!

Aşiret bağları her yerde’

Hem İstanbul Göç İdaresi’nin hem de İstanbul İdare Mahkemesi’nin ret gerekçesinde Parisa’ya “İran devlet unsurlarının destek olduğu” ileri sürülüyor. Objektif olarak İran’a bakan ve ülke yapısını bilen herkes İran’da büyük bir Arap aşirete mensup bir kadının özellikle yerel düzeyde devlet desteğine asla erişemeyeceğini bilir çünkü aşiret bağları her yerdedir. Bu noktada Parisa İran’dan kaçmaya karar verme sürecini şöyle anlatıyor:

“Bu şekilde köşeye sıkıştırılınca önce Ahvaz’dan Abadan’a kaçtım ama beni buldular. Sonra tekrar kaçarak Hamedan’a gittim ama orada da beni buldular. Kendi hayatımdan zaten vazgeçmiştim ama küçük çocuğumun da hayatının tehlikede olduğunu anlayınca artık İran’ı terk etmek zorunda olduğumu anladım. Biz büyük bir aşiretiz ve Irak’ta da akrabalarımız var. İlk hedefim aslında Irak’taki akrabalarımın yanına sığınmaktı ancak oradaki akrabalarım da beni kabul etmeyerek “Bizim başımızı da belaya sokma, buraya gelirsen asıl biz seni öldürürüz” dediler.

Aşiretimize mensup akrabalarımdan bir karı koca son çare olarak bana Türkiye’ye kaçmamı ve Birleşmiş Milletlere koruma talebinde bulunmamı önerdiler. Benim önceden aldığım geçerli bir pasaportum vardı ama oğluma pasaport çıkaramıyordum çünkü babasının izni gerekiyordu. Akrabam olan karı kocanın çocuğunun pasaportunu sanki benim oğlumun pasaportuymuş gibi kullanarak Türkiye’ye doğru yola çıktık ve pasaportunu kullandığımız akraba çocuğun da babası herhangi bir sorun çıkmaması için bize sınıra kadar eşlik etti. Böylelikle Kapıkule sınır kapısından saat 01:30 sularında otobüsle Türkiye’ye giriş yapmayı başardık. Sonrasında yolculuğa devam ettik ve öğleden sonra Ankara’ya vardık. Sonraki süreçte Birleşmiş Milletlere koruma başvurusunda bulundum. Süreç içerisinde bizi Kırşehir’e gönderdiler ve 2 yıl süreyle bu ilde kaldım. Bu süreçte de ailemden İran’a geri dönmem gerektiği ve aksi halde beni öldüreceklerine yönelik tehditler almaya devam ediyordum. Böylelikle İstanbul’a gelmek zorunda kaldım.”

Bir ayakta kalma mücadelesi

Parisa 2016 yılında Türkiye’ye geldiğinde 37 yaşındaydı ve kimsesi olmadan ayakta kalmak zorundaydı. Hem parası yoktu, hem küçük bir çocuğu vardı hem de ailesi geri dönmemesi halinde onu bulup öldürmekle tehdit ediyordu. Parisa o günleri şöyle anlatıyor:

“Hiç param yoktu çünkü tüm paramı boşanabilmek için oğlumun babasına vermiştim ve Türkiye’ye sadece 200 dolar parayla gelmiştim. Çok zor günler geçiriyordum; ben bir Fars edebiyatı akademisyeni ve hocası olmama rağmen restoranlarda bulaşıkçılık yapmaya başladım ve evlere temizliğe gidiyordum. Hayat çok zordu ve pek çok hastalıkla da mücadele ediyordum. Belki inanmazsın ama ben ve oğlum bazen bir ekmeğin bile hasretini çekiyorduk.”

Nepotist mülakat düzeni

Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri şüphesiz adil bir mülakat sisteminin olmamasıdır. Liyakatli her vatandaşın şikâyetçi olduğu nepotist bir mülakat düzeni var. Devletin iliklerine kadar işlemiş ve kendi vatandaşına bile acımayan bu düzenin mülteci mülakatlarında adil olacağını düşünmek hayatın olağan akışına aykırı. Parisa da benzer bir tecrübeye sahip ve mülakat sürecini şöyle aktarıyor:

“Türkiye devletinin yetkilileriyle bugüne kadar yaptığım tüm mülakatlarda sordukları her soruya dürüstçe cevap verdim ve hiçbir şey saklamadım. Ne yaşadıysam onu aktardım ve her söylediğim şey için de elimde ispatlayacak deliller vardı. Bana sürekli neden önce İran’da kadınları savunan kuruluşlara başvurmadığımı sordular; ben de İran’da pek çok şehre kaçtığımı, ülkemde kalmak için pek çok yol aradığımı, Türkiye’ye geçmeden önce Tebriz şehrinde yine bir avukat tutarak oğlumun yollarda sefil olmaması için bir yol olup olmadığını araştırdım ancak hiçbir yol ve çare bulamadım. İran’da benim gibi aşirete mensup bir kadını koruyabilecek güçte herhangi bir kadın kuruluşu zaten yok.

Öte taraftan İstanbul İl Göç İdaresi’nde bana dinimin ne olduğu soruldu. Ben Müslüman olarak doğduğumu ancak ateist olduğumu söyleyerek, kendi inancımı oğluma dayatmadığımı ve kendisinin büyüdüğünde neye inanıp inanmayacağına kendisinin karar vermesi gerektiğini öğrettiğimi söyledim. Ateist olduğuma yönelik verdiğim cevabın mülakat yapanların hoşuna gitmediğini yüz ifadelerinden ve tercümanla aralarında geçen konuşmalardan anladım ve bu cevabımın koruma başvurumun reddedilmesinde etkili olduğunu düşünüyorum.”

İran’da öğretim üyesi olan bir kadının Türkiye’de bulaşık yıkamak zorunda kalan bir mülteciye dönüş sürecinde bizleri düşünmeye sevk etmesi gereken çok şey var. Parisa’nın uluslararası koruma talebinin reddedilmesi süreci şu an istinafta ve umarım olumlu bir sonuç alınır. Türkiye vatandaşlarının bile artık devlet ve siyaset kurumuna güveninin kalmadığı ve bürokrasinin keyfiyetinden ve nepotizminden mustarip olduğu bu iklimde Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin mülteci belirleme yetkisini tekrar kendi kontrolü altına alması elzemdir.

/reportare.com/