İstanbul Kürt Enstitüsü’ne yoğun başvuru: Kürtçe her alanda yaşatılmalı

 Bir dil ile yapılabilecek ne varsa Kürtçenin de buna yeterli ve zengin bir dil olduğunu dile getiren İstanbul Kürt Enstitüsü mamostelerinden Aysel Tabak, yaşamın her alanında Kürtçeyi yaşatma çağrısında bulunarak, “Kürtçe baskı görüyor, eğer baskı görmese ‘Kürtçe konuştuğu için darp ve linç edildi’ haberleri duymayız, bu bir dil üzerindeki baskının göstergesidir çünkü Kürtçe ‘terörize’ ediliyor” dedi.
Devletin yüz yıllardır Türkiye’de yaşayan halklara uyguladığı “Türklük” politikalarının hedefindekilerden biri de Kürt halkı. Baskı altına alınmak ve asimile edilmek istenen Kürt halkının anadili olan Kürtçe de en fazla hedef alınan dillerin başında geliyor. Kürtçeye yönelik baskı, engelleme ve yasaklamalar okullardan cezaevlerine, medyadan sokağa kadar yaşamın her alanında beliriyor. Meclis’te “bilinmeyen dil” ve “X” olarak geçen Kürtçe, okullarda “pedagojiye uygun değil” denilerek eğitimden soyutlanıyor, sokakta Kürtçe müzik dinledikleri, toplu taşımalarda Kürtçe konuştukları için insanlar ırkçı saldırılara maruz bırakılıyor. Cezaevlerinde soruşturma konusu olan Kürtçe, yok sayılan ve toplumda “terörize” edilen bir dile dönüştürülmeye çalışılırken medyada da nefret ikliminin ortasında kalıyor.
Medyada ırkçı dil
Son örneklerinden biri de sunucu Didem Arslan Yılmaz geçen ay Show TV’de yayınlanan “Didem Arslan Yılmaz’la Vazgeçme” programına Urfa’dan telefonla bağlanan Türkan Taşçı adlı kadını, Kürtçe konuşmaya başladıktan bir süre sonra yayından alarak, “Burası Türkiye Cumhuriyeti”, “Doğu dili bilmiyoruz” ifadelerini kullanmasıydı.
İstanbul Kürt Enstitüsü (Enstîtuya Kurdî ya Stembol) mamostelerinden (eğitmeni) Aysel Tabak ile Kürt diline dair yürüttükleri çalışmalara ilişkin konuştuk.
1 Ekim’de eğitimler başlıyor
Pandemi başladığından bu yana Kürtçe eğitimlerini online verdiklerini belirten Aysel, yeni dönemde yüz yüze eğitim de vermek istediklerini fakat tamamen yüz yüze eğitime geçmeyeceklerini dile getirdi. 1 Ekim’de hem online hem de yüz yüze derslerin başlayacağını duyuran Aysel, “Çalışmalarımız sadece derslerden ibaret değil, yayınlarımız var, dergiler ve kitaplar basıyoruz, şu anda Heciyê Cindî’nin kitapları var basım aşamasında, derslerde kullandığımız materyallerden Hînkerleri yeniledik” dedi.
‘Kürtçeye ilgi yoğun’
Daha önce seminerler de düzenleyen  enstitünün şu an yüz yüze etkinliklerini gerçekleştiremediğini paylaşan Aysel, seminerleri de yine online düzenlediklerinin bilgisini verdi. Başvurularda Kürtçeye ilginin yoğun olduğuna ışık tutan Aysel, özellikle online başvuruları açtıktan sonra bir gün içinde bin kişiden fazla başvuru olduğunu kaydetti. Başvurulara ilişkin konuşan Aysel, “Başvurular ilk etapta yüksek oluyor ama dersler başlayınca sayı azalabiliyor, ilk başlarda her sınıfta 30 kişi oluyordu ama çeşitli nedenlerden dolayı 23’e kadar düşse de genel olarak ilgi yoğun” ifadelerini kullandı.
‘Kürtçe, okul yönetiminin ‘inisiyatifine’ kalıyor’
Kürtçenin Türkiye’de devlet okullarında seçmeli ders olduğunu fakat bu derslerin aktif olmadığını vurgulayan Aysel, dersin zorunlu olmaması nedeniyle okul yönetiminin “inisiyatifine” kaldığını, bu nedenle de okulların çoğunlukla ders açmadıklarını belirtti. Okullara kayıt yapılırken bilinçli olunur ve okul yönetiminden ders talep edilirse “belki” okul yönetimine yapılan baskı üzerine ders açılabileceğini söyleyen Aysel, “Çözüm sürecinde sembolik de olsa Kürtçe dersler açılmıştı biraz ama şu dönem yok diyebiliriz. Müfredatta var, materyaller de hazırlanmıştı o zamanlar ama şu anda aktif olarak okullarda ders verilmiyor” diye konuştu.
‘Okullarda Kürtçe okutmak gibi bir amaç olsaydı bu ders zorunlu olurdu’
Okullarda Kürtçe derslerin zorunlu olmamasının yanı sıra öğretmen atamasının da yapılmadığını kaydeden Aysel, “Her dönem sembolik olarak ya bir atama yapılıyor ya da hiç yapılmıyor. Eğer okullarda Kürtçe okutmak gibi bir amaç olsaydı tabii ki çok daha fazla öğretmen atanırdı, bu ders seçmeli değil zorunlu olurdu. O dönem sembolik çözüm sürecinin ruhuna yönelik bir adım atılmıştı sonra devamı gelmedi maalesef” değerlendirmesinde bulundu. MED-DER, enstitü gibi farklı şehirlerde kurslar açılarak Kürtçe eğitimler verildiğini aktaran Aysel, devlet okullarında eğitim olmasa da bu kurslara mutlaka başvurulması gerektiğinin önemine değinerek özellikle çocukların eğitiminin çok önemli olduğunun altını çizdi.
‘Bir halk dilini koruyamazsa geriye ne kalır ki…’
Aysel yaşamın her alanında ve her şeyin temelinde dilin var olduğunu belirterek şöyle dedi: “Eğer yakınlarında bu tarz kurslar varsa, ki Batman, Diyarbakır, Manisa ve İzmir dahil birçok şehirde var, aileler başvurabilir, bunların dışında da internette birçok kişi gönüllü olarak kurslar veriyor, bunlara katılabilirler. Bu alanda tek değiliz, sadece enstitü ders vermiyor, bu imkanları değerlendirmeliyiz çünkü dil her şeyin temeli, bir halk dilini koruyamazsa geriye ne kalır ki… Çünkü kültür dil üzerine kurulu, edebiyat, müzik gibi her şeyin temelinde dil vardır, bu yüzden dilin korunması çok önemli.”
‘Devleti beklememeliyiz!’
Kürtçenin yaşatılması için ellerinden geleni yaptıklarını söyleyen Aysel, enstitü dışında da çaba gösteren, emek veren, vaktini ayıran birçok insan olduğunu ve bu insanların, kurumların yarattığı imkanların mutlaka değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı. Aysel, “Devleti beklememeliyiz” diye seslendi. Kürtçenin resmi dil olması için çabaladıklarını ifade eden Aysel, “Umarım ileriki süreçte Kürtçe resmi dil olur tabii ki bunun için elimizden geleni yapacağız, resmi dil olmasıyla kişilerin, kurumların inisiyatifinde kursların açılması da farklı tabii ki. Çünkü resmi dil olduğu zaman çocuklar okula başladığında sistemli bir şekilde küçük yaştan itibaren kendi anadilinde eğitim görecek, çok daha iyi olur bu. Bunu başarana kadar elimizdeki imkanları kullanalım” cümleleriyle devam etti.
‘Siyasi partiler Kürtçeye karşı çok olumlu bir tavır takınmıyor’
Kürt halkının kendi inisiyatif ve imkanlarıyla Kürtçeyi yaşatmak için yapabileceği her şeyi yapması çağrısında bulunan Aysel, Türkiye’de siyasetin toplum üzerinde çok büyük bir etkisi olduğunu, gerek iktidar gerekse sağ milliyetçi partiler, hatta sol görünen diğer partilerin de Kürtçeye karşı çok olumlu bir tavır takınmadığını dile getirdi. “Zaten iktidar şu anda ‘terörize’ ediyor Kürtçeyi, bu konuda çok olumsuz bir algı ve kamuoyu oluşturuyor’ diyen Aysel, Kürt siyasetinin de bu politikalara karşı çalışmalarında Kürtçeye yer vermesinin gerekliliğine işaret etti.
‘Kürt siyasetinde Kürtçeye daha fazla yer verilmeli’
Aysel konuşmasını şu sözlerle sürdürdü: “Çünkü siyasetin eğer halk üzerinde bu kadar etkisi varsa ve bu kitleler Kürtçeye karşı olumsuz bir şekilde harekete geçirebiliyorsa biz de karşı şekilde değerlendirebiliriz bunu. Ben Kürt siyasetinin çalışmalarında Kürtçeye daha fazla yer vermesini ve mümkün olduğunca halkın Kürtçeye yönelmesi için bölgesel bazlı çalışmalar yapmasını, gerekirse kapsamlı kampanyalar düzenlemesini, bu konuda dil üzerine çalışmalar yapan kurumlara yardımcı olmasını isterim. Enstitü gibi kurumlarla iş birliği yapabilirler, siyaset bu konuda çok daha net bir tutum almalı. Açıklamalarını Türkçe ile beraber Kürtçe de verebilirler, mesajlarını ve saha çalışmalarını Kürtçe ile ulaştırabilirler, yine toplantılarında Kürtçe konuşabilirler çünkü siyasi bilince sahip insanlar arasında da Kürtçe yeterli ilgiyi görmüyor.”
‘Kürtçeye dönük saldırılar bir dil üzerindeki baskının göstergesidir!’
Kürtçenin günlük konuşmayla sınırlı kalmamasının önemli olduğuna değinen Aysel, dil ile yapılabilecek ne varsa Kürtçenin de buna yeterli ve zengin bir dil olduğunu ifade etti. Bu yüzden de anadili kullanarak her alanda çalışmalar yürütülebileceğinin mesajını verdi. Kürtçeye dönük saldırıların bir dil üzerindeki baskının göstergesi olduğu tanımlamasını yapan Aysel, “Kürtçe baskı görüyor, eğer baskı görmese ‘Kürtçe konuştuğu için darp ve linç edildi’ haberleri duymayız. İnsanlar toplu taşımalarda, kalabalık alanlarda dillerini rahatça konuşmaktan çekiniyorlar, belki orada direk linç edilirim korkusu olmasa bile bir ön yargıyla kendilerine bakılacağını düşünüyorlar çünkü Kürtçe ‘terörize’ ediliyor” sözlerini kullandı.
‘Hissedilebilir bir baskı var’
Kürtçenin sanki bir halkın dili değil de suçlu bir kitlenin diliymiş gibi bir algının oluşturulduğunu aktaran Aysel, sadece Kürtçe için değil herhangi bir dilin suçlu gösterilmesi ve “terörize” edilmesinin kabul edilemez olduğunu sözlerine ekledi. Günlük hayatta hissedilebilir bir baskının olduğunu var olduğunu ve kamuoyuna da yansıdığını aktaran Aysel, sanal medyada dahi anadilini kullanan insanlara saldırıldığını ifade etti.
 ‘Hiçbir dil anadilin yerini tutmayacak’
Çocuklarla mutlaka Kürtçe konuşulması gerektiğinin hayati bir önem taşıdığını kaydeden Aysel, “Benim topluma çağrım şu olur; gerçekten çocuklar çok önemli, çocuklarla mutlaka Kürtçe konuşulmalı çünkü çocuklukta öğrenilen bilgiler bir süre sonra unutulmuş gibi görünse de aslında unutulmuyor, bu çok önemli” vurgusunu yaptı. Toplumda çocukların Kürtçe öğrenmesinin okula başladığı süreçte zorluk çekeceğine yönelik bir algı oluşturulduğunu söyleyen Aysel, bu algının doğru olmadığını ve bir insan ne kadar çok dil bilirse algısının ve diğer dilleri öğrenmesinin de o kadar açık olacağını belirtti. Hiçbir dilin anadilin yerini tutmayacağına ve çocukların hayatında Kürtçenin mutlaka bulundurulması gerektiğine dikkat çeken Aysel son olarak, anadilin çocukların zeka gelişimi açısından da çok önemli olduğunu ifade ederek, ailelerin çocuklarıyla mümkün olduğu kadar Kürtçe konuşmaları, evlerinde materyaller bulundurmaları, Zarok TV gibi çocuk yayınlarını mutlaka değerlendirmeleri gerektiği çağrısında bulundu.
/Marta Sömek- Jin News/