Kadın siyasetçiler: Maxmur tecrit altında tutulmak isteniyor

ürkiye’nin Şengal ve Maxmur’a yönelik son dönemde artan saldırıları ile yürüttüğü savaş politikalarıyla Kürtlere yaşam hakkı tanımadığına dikkat çeken siyasetçi kadınlar, “Yaşam hakkını tanımayan zihniyete karşı tek panzehir direniştir” dedi. 
İktidarın savaş politikaları kapsamında Şengal ve Maxmur’a yönelik saldırıları devam ediyor. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) ait Silahlı İnsansız Hava Aracı (SİHA) ile en son 2 Eylül günü bir kez daha Şengal’e yönelik saldırı gerçekleştirmiş, 3 Eylül günü ise Birleşmiş Milletler (BM) kontrolünde olan Maxmur Şehit Rüstem Cudî Kampı’nı vurmuştu.  BM’nin ve uluslararası devletlerin sessiz kaldığı saldırılara karşı başta Kürtler olmak üzere birçok kesimden tepkiler yükselmişti.
Saldırılara ilişkin Halkların Demokratik Partisi (HDP) Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel ile Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) yöneticisi Hasibe Yazdık Jin News’e konuştu.
‘İnsanları katletmeye çalışmaktan vazgeçmiyor’
Semra, Maxmur Kampı’nın BM tarafından kurulmuş olmasına rağmen, Türkiye’nin saldırılarına maruz kaldığına dikkat çekti. Semra, “Maxmur Kampı, hepimizin bildiği gibi 90’lı yıllarda özellikle Şırnak ve Hakkari’de devlet tarafından köyleri yakılan, boşaltılan insanların zorla yerinden yurdundan edilmesi sonucu kurulan bir kamp. Bizzat BM tarafından kurulmuş ve gözetiminde olan bir kamp. Fakat buna rağmen Türkiye buraya saldırılar düzenlemekten, buraya göç eden insanları katletmeye çalışmaktan vazgeçmiyor” dedi.
‘Türkiye insan haklarına tahammül edemiyor’
Maxmur’da bulunan yaklaşık 13 bin insanın kendi imkanlarıyla bir yaşam oluşturduklarını söyleyen Semra, şöyle devam etti: “Çöl gibi bir arazide bulunan Maxmur Kampı’nı insanlar yıllardır kendi emekleriyle yeşillendirmiş, kendi eğitim sistemlerini kurmuş, kendi yöntemlerini ve meclisini oluşturmuş bir yapıya sahip. Fakat tıpkı geçtiğimiz günlerde Şengal’e yeniden yapılan saldırılar gibi Maxmur’a da saldırılar yapıldı. Şengal’e yapılan saldırılarla Kürtlere nasıl hayat tanınmıyorsa Maxmur’da da Kürtlere yaşam hakkı tanınmıyor. Şengal de, Maxmur da acılarla yoğrulmuş iki coğrafya. Fakat her şeye rağmen ayakta kalabilmiş ve kendi iradeleriyle özgür bir yaşamı inşa etme çabası içerisinde olan iki coğrafya olmuştur. Ama bugün Türkiye bu demokratik hakka ve en temel insan hakkına dahi tahammül edememektedir. Bırakalım tahammülü kendi yasalarını dahi ayaklar altına alarak sınır ötesi operasyon düzenleme, BM yetkisi altında bulunan bir kampı bombalama hakkını kendinde görebiliyor.”
‘Maxmur Kampı tecrit altında tutulmak isteniyor’
Türkiye’nin saldırılarının yanı sıra Federe Kürdistan Hükümeti tarafından da Maxmur’a yönelik bir ambargo söz konusu olduğunu kaydeden Semra, “Pandemi gibi bir süreçte temizlik ürünlerine erişimi bile oldukça zorlaşmıştı. Uygulanan ambargolarla beraber giriş-çıkışlar engelleniyor ve tamamen tecrit altında tutulmak isteniyor” sözlerini kullandı.
‘Konferansta işbirliği ve ortaklık yapıldı’
Saldırıların Türkiye ve Irak hükümeti işbirliği sonucunda gerçekleştiğine işaret eden Semra, bu süreçte yaşananları şöyle özetledi: “28 Ağustos’ta Bağdat’ta, ‘Bağdat İş Birliği ve Ortaklık Konferansı’ düzenlendi. Türkiye adına Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu konferansa katılmıştı. Bu konferanstan hemen sonra önce Şengal sonra Maxmur bombalandı. Konferanstan hemen sonra Maxmur Halk Meclisi bir açıklama yapmış, savaş uçaklarının büyük tehdit olduğunu, bir an önce durdurulması gerektiğini söylemişti. Fakat ne BM ne Irak hükümeti ne de Bölgesel Yönetim, konuya dair hiçbir açıklama yapmadı ve geldiğimiz aşamada Maxmur bombalandı. Bu saldırıların ortağı, aynı zamanda bu saydığımız kurum ve kuruluşlardır. Çok açık ve net şekilde görüyoruz ki bu konferansta işbirliği ve ortaklık yapıldı. Kürtlerin olduğu bölgelere saldırı amaçları vardı ve hemen hayata geçirildi. Fakat bütün bu saldırılara rağmen ne Şengal halkı ne de Maxmur halkı boyu eğmeyecek.”
‘Kürtlere yaşam hakkı tanımayan bir zihniyet söz konusu’
Türkiye’nin DAİŞ’e verdiği destekle Şengal halkına saldırdığını belirten Semra, “DAİŞ’e karşı büyük bir direniş gerçekleştirmiş olan Şengal halkı, yine Türkiye’nin büyük zulümleri yüzünden göç etti” dedi. Kürtlere hiçbir alanda yaşam hakkı tanımayan bir zihniyet söz konusu olduğunu vurgulayan Semra, “Saldırılarda parmağı olan devletler insanlık suçu işliyor. Herkesin bu suç karşısında başta BM ve Bölgesel Yönetim olmak üzere göreve çağırması, bu suça karşı ses çıkarması gerekmektedir. Bu savaş politikalarına karşı en etkili panzehir ise direniştir” ifadelerine ye verdi.
‘İnsanlar zorlu bir süreç yaşıyor’
Hasibe Yazdık ise, saldırılar nedeniyle yaşanan göçe değindi. Mültecilerin zor koşullarda barındıkları kampların bombalanmasıyla yaşamlarının daha da zorlaştığını dile getiren Hasibe, “Göç etmek zorunda kalan insanlar yeterince zorlu bir süreç geçiriyorlar. Bu da yetmezmiş gibi dışarıdan yapılan müdahalelere ve insan vicdanının kabul edemeyeceği olaylarla karşı karşıya kalıyorlar. Bu olaylar, mülteciler üzerinde çok ağır bir travma yaratıyor” dedi.
‘Barzani yönetimi bir an önce aklını başına alsın’
Saldırılardan Türkiye kadar KDP’nin de sorumlu olduğunun altını çizen Hasibe, “Türkiye’nin yaptığı bombardımanın sebeplerinin en büyüğü ve ona yol açan etkenlerin başında KDP geliyor. Kendi kardeşini birilerine hedef göstermek, onların saldırılarına maruz bırakılmasına göz yummak,  kelimelerle izah edilemeyecek bir durumdur. Şengal ve Maxmur’a yapılan bu saldırılara karşı Türkiye devletine çok tepkiliyiz. Onlara olan tepkimiz aynı şekilde KDP yönetimine de. Çünkü o bizim kardeşimiz, bizim ırkdaşımız. Biz onlara da güvenemeyeceksek kime güveneceğiz? Kendi insanını başkalarının çıkarları için peşkeş çekip onları öldürmelerine yol açmalarını kesinlikle kabul etmiyoruz. Barzani yönetimi bir an önce aklını başına toplasın ve bu kardeşlerine sahip çıksın” diye kaydetti.
‘Tecrit bütün kaos ortamını oluşturuyor ‘
Saldırıların en büyük nedeninin ise PKK lideri Öcalan ve siyasi tutsaklara yönelik tecridin derinleşmesi olduğunu ifade eden Hasibe, tecrit ve saldırıların birbirleriyle bağlantılı olduğunu söyledi. Çözümün oluşabilmesi için bir an önce ulusal birliğin olması gerekliliği üzerinde duran Hasibe, “Bu tecrit bütün bu kaos ortamını oluşturuyor. Sadece Türkiye’de değil, bölgede değil bütün Ortadoğu’yu etkileyen bir süreçtir. Bir müzakere, bir diyalog yolu açılmadan kesinlikle insanlar arasında bir barış sağlanamayacağını görüyoruz. Maalesef yaşadığımız deneyimler bize bunu gösteriyor. Bunun sonucu, uygulanan tecrit ve bu tecritten dolayı şu an cezaevlerinde devam eden açlık grevleridir. Saldırıların ve açlık grevlerinin son bulması için el ele verip birlikte mücadele etmemiz gerekiyor” sözlerine yer verdi.
‘Var olan hakları biz Kürtler de istiyoruz’
“Temel insan haklarını baz alarak isteklerimizi dile getiriyoruz” diyen Hasibe, “Bu kesinlikle bir ayrıcalık ya da menfaat değildir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde var olan hakları biz Kürtler de istiyoruz. Bu, bizim hakkımız ve bundan asla vazgeçmeyeceğiz” dedi.
‘Tecridin kaldırılması ve ulusal birliğin sağlanması gerekiyor ‘
Hasibe son olarak, “Bu kaos ve şiddetin son bulması için tecridin bir an önce ortadan kaldırılması ve ulusal birliğin sağlanması gerekiyor” diye ekledi.