Lübnan- Kürt Konferansı: Kürt ve Arap toplumu bir arada yaşamı konuşuyor

 Kürt ve Arap halklarının ilişkilerinin güçlendirilmesi için düzenlenen “Ortak Yaşam ve Eşit Yurttaşlığa Doğru” başlıklı ‘Lübnan-Kürt diyalog konferansı’ bu sabah saatlerinde başladı.

Konferans Lübnan Araştırmalar Merkezi, Newroz Kültür ve Sosyal Derneği, Kadın Yaşam Derneği ile Musawat Werde Bitrus gibi kurumlar tarafından iki bölüm halinde planlandı.

Konferansın ilk bölümünde “Kürt-Arap ilişkilerinin tarihi, Kürtlerin Lübnan’daki varlığı, sömürgeci politikalar, bölgesel müdahaleler, ulus devlet araçları ve zihniyetinin Arap-Kürt ilişkilerine etkisi’ masaya yatırılıyor. Öğleden sonraki ikinci bölümde ise “sorunlar karşısında bölge halklarının birliği, birlikte yaşama kültürü ve halkların kardeşliği, toplumun demokratikleşmesinde kadının temel rolü, demokratik ulus ve eşit yurttaşlık gibi önerilen proje ve çözümler” konuları tartışmaya açılıyor.

“Mozayiği bastırmaya çalışıyorlar”

Lübnan, Suriye, Filistin, Ürdün, Irak ve daha birçok kişinin yer aldığı konferansta çok sayıda kişi diyalog tartışmalarına katılmak üzere hazır. Konferans saygı duruşunun ardından hazırlık komitesinin mesajı ile başladı. Hesen Qutip’in açılış konuşmasını yaptığı mesajda özellikle halklar arasındaki diyaloğun geliştirilmesi meselesinin önemine dikkat çekilerek şu ifadeler yer aldı:

“Özellikle böylesi zor bir zamanda ve bu aşamada çok önemli gördüğümüz bir konuyu görüşmek için bugün burada buluşuyoruz. Özelde Lübnan’ın ve genel olarak bölgemizin ve genel olarak tüm halklarımızın içinde bulunduğu hassas durumdan hep birlikte geçiyoruz. Bu bölgede ve her ülkede yaşayan tüm halkların, milliyetlerin, etnisite ve bileşenlerin gerçek bağımsızlığının bir başlığı olması gereken diyalog, etkileşim ve ortak inşa olgusunun, bir bütün haline geldiğine inanıyoruz. Bölgede baskın olan inançların-olguların diğer sosyal ve etnik unsurlar üzerindeki zulmüne şahit oluyoruz. Toplumsal mozaiği bastırmaya çalışan tekçi, milliyetçi, dinci yaklaşımlar özgürlükleri kısıtlıyor. Bugün halklar arası diyalog konusunu tartışıyoruz.”

“Sorunları konuşmaya ihtiyaç var”

Halkların krizlerin ve sorunun gerçeği aradığı ve sorunu teşhis etmeye ihtiyacının olduğu belirtilen mesajda “Krizin ve sorunun gerçeğini aramanın ve teşhis etmenin ve böylece bu çıkmazdan çıkma, bölgemizin istikrarını sağlama ve bize bu açmazdan çıkmamızı sağlayacak araçların neler olduğunu belirlemenin önemi ortadadır” denilirken halkların ortak ve birlikte yaşam örneklerinin tarihselliğinden de hatırlatmalar yapıldı.

“Tayyin hakkı kader değil”

Dilan Hassan da  Arap-Kürt diyaloğunun ilk kurucularından Iraklı düşünür ve akademisyen Abdul Hussein Shaaban’ın da konferansa katılmaması nedeniyle bir konuşma yaptı. Dilan Hassan, kendisini Arap-Kürt diyaloğunu başlatmaya iten nedenlere değinerek, şunları dile getirdi:

“Kürt ilişkilerim ve birçok Kürt ile yakın dostluklarım ve Araplar olarak bazı tutumlarımıza ilişkin ilk gözlemlerimden bazılarını paylaşmak istiyorum. Kürt meselesinde olduğu kadar, tanınma hakkı ilkesindeki tartışmalı materyalist ‘Marksist’ duruşta, kültürel çeşitlilik sorununun çözümünden bahsederken hala geçerli olan ‘ulusların kendi kaderini tayin hakkı’ kader değildir. Özellikle çok kültürlü toplumlarda ve ülkelerdeki ulusal kimliklerle ilgili olan ve Irak’taki komünist hareketin 1935’te birlik sloganının yükseldiği günden itibaren aldığı pratik yönlerde somutlaşan Arap-Kürt sömürgecilik ve gericilik maceraları söz konusu.”

“Çağrımız devam ediyor”

Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı konusunda sık sık hüsrana uğradığını hatırlatan Dilan Hassan, “Arap-Kürt diyaloğu, çağrımız halen devam etmekte olup, ortak bir kader, eşit haklar ve seçeneklerin ortak bir çerçevede genişletilmesi öncüllerinden yola çıkan bilişsel, kültürel, entelektüel ve insan hakları diyalogudur. Arap ve Kürt halklarının çıkarlarına cevap veren bir tavırdır” dedi.

“Tayin ayrılık anlamına gelmez”

Konuşma şöyle devam etti: 

“Kendi kaderini tayin hakkından bahsettiğimizde, bazılarının gittiği ya da tercih ettiği gibi bu mutlaka ayrılık anlamına gelmez. Birçok milliyet, halk ve kültürel, etnik, dini, hanedan ve dilsel grup çok kültürlü-devletlerde ve iç içe yaşıyor. Sayıları ve büyüklükleri ne olursa olsun anayasal olarak eşit haklar çerçevesinde ancak tanınan kimliği ile halklara yasal haklar verilmelidir. Toplumun gelişmişlik derecesine, hakim kültüre, ‘ezici’ ulusun entelektüel, kültürel ve siyasi öncülerinin rolüne ve onunla dayanışmanın boyutuna göre, haklar tanınmalıdır. ‘Başka bir halk özgür olmalı’, yani güven olmalı özyönetim, federasyon veya konfederasyonda vücut bulan, bir arada yaşamanın imkansız olduğu durumlarda özel bir varlığın kurulmasına yol açan bir tür bağımsızlık da söz konusu olmalıdır.”

 

/Kaynak: Jinhaagency.Com/