Mülteci kampları ve kadınların dramı

Birleşmiş Milletler Mülteci Ajansı’nın verilerine göre, dünya genelinde savaş, çatışma, şiddet ve yoksulluk nedeniyle evlerini terk ederek başka yerlere kaçan insan sayısı 70 milyonu aşmış durumda.

Yeryüzündeki mültecilerin ise en az yüzde 50’si kadın. Kadınlar, siyasi ve dini, kültürel nedenlerle uygulanan baskı ve zulümden kaçıyor. İşkence, şiddet, sünnet, tecavüz vakaları ve ekonomik sorunlar kadınları kaçmaya zorlayan nedenler olarak öne çıkıyor.

Birçok bölgesel ya da iç savaşta, kadınlara yönelik sistematik tecavüz, kaçırma ve hapis savaş stratejisinin bir parçası olarak yaşanıyor. Savaş ve şiddet mağduru kadınlar,  bunun yıllar boyu süren depresyondan sosyal izolasyona ve intihara kadar uzanan uzun vadeli psikolojik etkilerden kurtulamıyor.

Savaş ve çatışmaların yaşandığı ülkelerin çoğu ciddi ekonomik sorunlar da yaşıyor.

Kadınlar yaşadıkları ülkelerde şiddet ve cinsel saldırı, baskı ve ayrımcılık gibi saldırılarının yanında yoksulluğun da ağır faturasını ödemek zorunda bırakılıyor.

Ülke ayrı kamplarda ayrı travma yaşıyorlar 

Bunca ağır koşullarda dayanışma ve destek ihtiyacı hisseden kadınlar genelde kocaları, babalar, erkek kardeşleri veya erkek arkadaşları tarafından yalnız da bırakılıyor. Oysa en zor koşullarda bu kadınlar erkeklerin egemenliğindeki ailelerinin, çevrelerinin hayatta kalmasını sağlamak için mücadele ediyor.

BM Mülteciler Komiseri, Filippo Grandi, ülkelerinden ayrılmak ve başka bir ülkede mülteci olarak yaşamak zorunda kalan kadınların, ‘’ülkelerinde bastırılan becerilerini ve özlemlerini geliştirmek ve eğitime, insana yakışır işe ve hukuk ve sağlık hizmetlerine daha iyi erişim yoluyla tam potansiyellerine ulaşmalarına yardımcı olmak’’ amacıyla birçok ülkede projeler uyguladıklarını belirtiyor.

Grandi buna karşın, bazı kadınların iltica ettikleri, kadın haklarının, temel hak ve özgürlüklerin geliştiği ülkelerde bile aile bireyleri tarafından engellendiğinden yakınıyor.  

İltica hakkı kazanmış, yeni ve normal bir aile hayatı kurmuş kadınların yanında bir yer yıllarda mülteci kamplarında yaşayan ve legal bir zemine sahip olmayan kadınların varlığına da dikkat çeken Grandi,’’ mülteci kamplarında ve acil durum barınaklarında yaşam, özellikle çocuklu ve hasta kadınlar için durum çok zordur’’ diyor.

Günlük kullanım için su, yiyecek veya yardım malzemesi temin edebilecekleri dağıtım noktalarına ulaşamayan ve gündelik yaşamda birçok zorluk yaşayan kadınların kaldıkları mülteci kamplarının güvensiz olduklarını belirten Grandi, mülteci kamplarının çoğu kadınlar için açık cezaevine dönüştüğünü bildiriyor.

Cehennem gibi

20’li yaşlarında genç bir kadın olan Amal ile ailesi savaşın devam ettiği, ayrıca kadınların hayatlarının kısıtlı olduğu ülkeleri Yemen’den kaçtılar. Ege Denizi’nde tehlikeli bir yolculuktan sonra Midilli Adası’na ulaştılar. Amal burada sonunda aradığı özgürlüğü bulacağını düşünüyordu. Ancak Yunanistan’ın en büyük mülteci kampı olan ve bir açıkhava hapishanesine benzeyen Moria’ya götürüldü. 

Orayı dünyadaki cehennem olarak tarif ediyor.

Moria birçok defa korkunç koşulları nedeniyle uluslararası toplumun gündemine gelmişti. 3 bin 100 kişinin yaşayabileceği koşullar için inşa edilen alanda 7 binden fazla insan yaşıyor. Ana kamp bölgesi yüksek duvarlar ve dikenli tellerle çevredeki çadır kampından ayrılıyor. Kamptaki yaşam koşulları uluslararası standartları karşılamıyor ve binlerce kişinin yaşamasına uygun değil.

İnsanların yemek için saatlerce sırada beklemesi gerekiyor, tuvaletler ve banyolar hijyenik değil, lağım suyu sürekli kampın içerisine ve önündeki yola akıyor. Şiddet olayları da sıradan hale gelmiş gibi görünüyor ve insanlar günlük ihtiyaçları için cebelleşmek zorunda.

Uluslararası Af Örgütü’nün Yunanistan’daki kamplarda yaşayan kadın ve kız çocuklarla ilgili son raporunda, kamplardaki aşırı kalabalığın özellikle kadınlar için ne kadar tehdit edici boyutta olduğunu inceleniyor. İşin gerçeği kadınlar için Moria’da yaşam erkeklere göre çok daha zor.

Ölsem daha iyiydi

Amal, bir adamın bir kadını kan içinde kalıncaya kadar dövdüğüne nasıl tanık olduğunu ayrıntılarıyla anlatıyor. Saldırı Yunan polisinin önünde gerçekleşmiş. Olayı görmezden gelen polis daha sonra “bu tip adamlarla takıldığı” için kadını suçlamış. Amal, “Moria’daki şartlar kadınlar için adil değil” diyor.

Amal’ın kamptaki günlük yaşamla ilgili anlattıkları çarpıcı. Bazen çok basit ihtiyaçlar, örneğin tuvalete gitmek bile tehlikeli olabiliyor. Erkeklerin kadınlar tuvaletine yaklaşmasına izin verilmese de, hep orada olduklarını söylüyor. Arkadaşlarından biri kadınlar tuvaletinde yaşlı bir adam tarafından taciz edilmiş, başına daha kötü bir şey gelmeden kaçmayı başarmış.

Amal, “Bazen burada olmaktansa denizde ölmek daha iyi olurdu diye düşünüyorum” diyor. “Bir feminist olarak hiçbir şeyden korkmamam gerektiğini öğrendim. Ama bu yerden kurtulamamaktan korkuyorum” diye devam ediyor.

Bu korku nedeniyle röportajda yüzünü göstermiyor ve takma isim kullanıyor. Çünkü kampla ilgili olumsuz şeyler söyleyen mültecilerin iltica başvurularının olumsuz etkilendiğine dair söylentiler duymuş. Bu endişe, Moria kampında DW’ye konuşan herkes tarafından dile getirildi.

“Hem feminist hem de mülteci olmak çok zor. İltica görüşmelerinde söyleyecek çok şeyimiz oluyor ama susmak zorundayız, çünkü buradan kurtulmak istiyoruz” diye konuşuyor.

Amal, ülkesindeki ataerkil kurallara karşı gelen ve eğitimi sayesinde amaçlarına ulaşan rol modeli Mısırlı feminist Neval el Seddavi’nin izinden yürümek istiyor.

 Ataerkil düzeni düzeltirsen her şeyi düzeltirsin

Afganistanlı Sümeyye de Moria ile ilgili olumlu bir şeyler söylemekte zorlanıyor. Artık orada yaşamadığına şükrediyor. O, aynı adada gönüllüler tarafından kurulan ve kendi kendini idare eden bağımsız bir kamp olan PIKPA’da kalıyor. Moria’da yaşamın çok zor olduğunu, bunun sadece hijyenik olmayan koşullardan ve uzun yemek kuyruklarından dolayı değil, sürekli devam eden şiddetten de kaynaklandığını söylüyor.

Sümeyye bir Afgan kadın olarak yaşadığı tecrübeleri anlatırken ateş püskürüyor, ama yine de sesi titriyor. Evlenmeden önce üniversite öğrencisiymiş, ancak daha sonra kocası eğitimini bırakmaya zorlaşmış. “Afganistan gücün erkeklerin elinde olduğunu bir ülke” diyen Sümeyye, “Eşitlik istiyorum ama bütün erkeklerle nasıl yüzleşebilirim. Kadınlar için çok savaşıyorum, ama kendi hayatım için [de] çabalıyorum” sözleriyle düşüncesini dile getiriyor.

Sümeyye ülkesinde kadın hakları savunucuydu. Bu iş, böylesine ataerkil bir toplumda hem zor hem de tehlikeli. Her yerde kadınlara çoğu fırsatın tanınmadığını düşünüyor. Mülteci kadınlar söz konusu olduğunda durum daha da vahim. Ama ona göre Avrupa’da, yaşadıkları yerleri terk eden kadınların karşılaştığı sorunların çözümü çok karmaşık değil. Sümeyye, “Avrupa mülteci kadınlara eğitim vermeli, onları kadın hakları konusunda eğitmeli. Bu onlara özgüven aşılar. Ancak aynı zamanda güvenliğini de sağlamalı” diyor.

Kadınların dayanıklılığı

Moria kampındaki gibi kötü manzaralara aşina olan Uluslararası Af Örgütü’nün Genel Sekreteri Kumi Naidoo bile Ekim ayı başında buraya yaptığı ziyarette gördükleri karşısında şaşırmıştı. DW’ye yaptığı açıklamada bu denli korkunç koşullarda kadınların gücünün kendisini şaşkınlığa uğrattığını söylemiş, mülteci kadınlara özellikle odaklanılması gerektiğinin altını çizmişti.

Naidoo, “Kadınlar daha korunmasız. Sadece, özellikle de yoksul toplumlardan gelenlerin ne yazık ki karşı karşıya kaldığı cinsel taciz ve cinsel şiddet gerçeği dikkate alınması yeterli. Diğer yanda kadınların dayanıklılığı var. Yalnızca hayatta kalabilmek, yüzlerinden tebessümü eksik etmemek ve sorunlarına çözüm aramak çok yüksek düzeyde duygusal ve ruhsal dayanıklılık gerektiriyor” sözleriyle düşüncesini aktarmıştı.

Amal, bu dayanıklılığı gösterenlerden. İran’da bütün belgelerini kaybettiğinde dibe battığını hissetmiş, ancak bu durumun onu durdurmasına izin vermemiş. Bir gün Yunanistan’da iltica hakkı kazanırsa, Moria kampına geri dönmeyi, eşitsizlikle mücadele edebilmeleri için diğer mülteci kadınlara destek olmayı istiyor, tıpkı geçmişte feminist rol modellerinin yaptığı gibi.

Kadınlar savaş, çatışmalar ve zulüm nedeniyle, aynı zamanda yoksulluk, işkence veya çevresel bozulmanın sonuçları nedeniyle evlerini terk ediyor ve diğer ülkelerde koruma istiyor. 

Dünya genelindeki kadınların iltica etmek istedikleri ülkelerin başında ise Almanya geliyor. 2017’de yapılan bir araştırmaya göre bu ülkeye iltica başvurusunda bulunan kadınların oranı % 40’ı geçiyor.

Ancak buna rağmen yurt ve kamplarda kalan 639 mülteci kadınla yapılan bir anketin sonuçlarına göre kadınlar umutla geldikleri Almanya’da da hayal kırıklığı yaşıyor.

Almanya’ya iltica başvurusunda bulunan kadınların çoğunluğu 17-39 yaşları arasında ve Suriye, Afganistan ve Irak’tan geliyorlar. En büyük şikayetleri mülteci kamplarındaki barınma koşulları. 

Çok sayıda insanla bir arada yaşama, aynı odada veya büyük salonlarda yatmaları nedeniyle özel yaşam diye bir şeyleri kalmamış durumda. Bu koşullar, aynı sorunlara sahip mülteciler arasında kavgaya varacak olaylara yol açıyor.

Kadınların üçte ikisi evli ya da biriyle beraber yaşıyor. Yüzde 81’inin çocukları var. Suriyeli ve Afganistanlı kadınların yüzde 60’ı kaçış yollarını çocuklarıyla beraber katetmişler. Eritre ve Somali’den gelen kadınların dörtte biri çocuklarını, sonra yanlarına almak umuduyla, ülkelerinde bırakıp yalnız gelmişler.

Savaş, terör ve yaşamlarının tehlikede olması nedeniyle kaçmışlar. Buna ek olarak açlık, şiddet, işkence ve kaçırılma korkusu geliyor. Birilerinin onlara yaptıklarının travması, doğal afetlerden veya açlıktan daha büyük iz bırakıyor.

Bu problemlerin yanı sıra kadınlığa bağlı özel nedenler de sığınma nedeni. Örneğin cinsel şiddet, namus cinayeti veya zorla evlendirilme korkusu, kadınları doğdukları, bildikleri yerleri terk etmeye zorlamış.

Kadınların çoğu değişik derecelerde eğitim almış durumda. Altıda biri okuma yazma bilmediğini söylüyor. Yüzde 6’sı meslek öğrenimi gördüğünü, yüzde 9’u üniversite mezunu olduğunu belirtiyor. Dil öğrenmek ve çalışmaya başlamak isteyenlerin oranı çok yüksek. Ankete katılanların üçte biri (yüzde 38) devlet yardımlarından ve eşlerinden bağımsız olmak ve kendi ayakları üzerinde durmak için beş yıl içinde Almanca öğrenip çalışmaya ya da üniversite öğrenimine başlamayı hayal ediyor.