Nuray Şen: Bir şeb-i yelda olur hayat…

Kalbinde patlayan isyan, boğazından kopan feryat, sızım sızım sızlar saksıdaki kaktüsün dikenleri canına batar… Ne gece biter, ne sabah başlar, ne güneş doğar… Bir Kerbela zamanıdır yaşadığın, bir şeb-i yelda olur hayat.

Günay Aslan’a; Kardeşime…

Ağır zamanlarda insanın kadir kıymet bilen dostları olması çok değerlidir. İnsan yalnız kalabilmek kadar şefkatini cömertçe sunan dostlara da ihtiyaç duyar. Lakin böylesi acıları paylaşmaya kimsenin gücü yetmez. ‘acılar paylaşıldıkça azalır’ falan diyorlar da,  fazlasıdır. 

Bu acı, öyle vakitsiz öyle birdenbire bir yıldırım gücüyle hangi kalbe düşerse orayı yakar yıkar paramparça eder. Öyle adrese teslim, öyle kişiye özel bir zalimliktir… Kaldı ki, kim el atıp yürek cehennemine, bir zerresini paylaşabilir ki?

Sonra… el ayak çekilir kalabalıklar, dostlar işine gücüne uykusuna dalar… 

Sadece elleri değil, tüm bedeni yanar insanın. İçine sürekli odun atılan bir soba gibi cayır cayır yanar… 

Sadece gözleri değil, iki göz iki çeşme bedeni ağlar. Sele kapılmış gibi vura çarpa sırılsıklam… Sadece parmakların ucu değil, tırnağının dipleri sızlar. Sızlar pencerenin perdeleri, soğumuş kahve fincanı… 

Sızlar halının solgun çiçekleri… 

Kalbinde patlayan isyan, boğazından kopan feryat, sızım sızım sızlar saksıdaki kaktüsün dikenleri canına batar… 

Ne gece biter, ne sabah başlar, ne güneş doğar… Bir Kerbela zamanıdır yaşadığın, bir şeb-i yelda olur hayat.

Sonraları zaman girer devreye. Her acının ilacıdır deseler de, bir tek ‘evlat acısını’ dindirmeye gücü yetmez. Yine de sabırla yüz sürer, el atar içindeki kanayan yaraya. Toplar, çıkarır, çarpar, böler. 

Her bir parçayı geçirir iğnenin deliğinden. Bazen usul usul bazen deli bir hoyratlıkla kalbini ciğerini dele dele geçirir ellerinin arasından.

Bir sabah uyanır insan, ‘tamam’ der. ‘kabul ediyorum. Kalbimin kıymetlisi bir daha gelmeyecek…’ tam da bu esnada bir serçenin kanadı değer yüreğine. Hoplar kalbin, sökülür yerinden. 

Bir gülüş takılıverir gözlerine, damarlarına alev alev akar hasret… Belki bir el, bir saç hareketi… ‘tanrım! dersin, nasıl da benziyor… Ah! nasıl da severdi bu şarkıyı…’

Ben Leyla’yı çok sevdim. Bahar sabahı gibi ışıl ışıl gözlerini sevdim. Ve o ışıltılarda incecik titreyen kederi sevdim. Tatlı sohbetlerimiz de vardı. İçimizden geçen şeyleri paylaştığımız sıcak sohbetler. 

Senden konuşurken birgün şöyle demişti;’ Günay benim ağabeyimdir, ama ben onun ablasıyım’. Hayır sitem değildi. Yoğun bir şefkatti hissettiğim. Bilmek istersin diye düşündüm.

Hepinize güç diliyorum Günay ciğerim, böylesi bir acıya dayanabilmeniz için.