Rûken Alp: Kürt Özgürlük Hareketi’nde Kadın Direnişi

Kürt toplumunun ataerkil yapısından kaynaklanan düşünme ve eylem biçimleriyle birlikte Türk ulus devleti içinde eğitim, dil ve sınıfsal koşullara dayalı engellemelerle mücadele etmek zorunda kalan Kürt kadınları, bunlara rağmen dünyanın önde gelen kadın direnişlerinden birini sergilemiş, kadın özgürlüğü bağlamında da önemli kazanımlar elde etmişlerdir.

Ortadoğu odağında bakıldığında da hareketin kadın hakları açısından geldiği aşamanın “eşsiz” olduğu görülür.

Bu makalede devlet şiddetinin yanı sıra Kürt toplumsal yaşamındaki ve Kürt Özgürlük Hareketi’ndeki ataerkil anlayışın gerilla pratiğindeki etkilerine ve Kürt kadınlarının mücadelesine yansımalarını ele alacağım.

Kürt halkının uzun yıllardır kesintisiz biçimde süren özgürlük mücadelesinin başarısında, kadınların sergilediği direnişin önemli bir etkisi vardır.

Türk ulus devleti içinde eğitim, dil ve sınıfsal koşullara dayalı engellemeler ve Kürt toplumunun ataerkil yapısından kaynaklanan düşünme ve eylem biçimleriyle mücadele etmek zorunda kalan Kürt Kadın Hareketi bunlara rağmen dünyanın önde gelen kadın direnişlerinden birini sergilemiş, kadın özgürlüğü bağlamında da önemli kazanımlar elde etmiştir.

Ortadoğu merkezli bakıldığında da hareketin kadın hakları açısından geldiği aşamanın “eşsiz” olduğu görülür. Kürt kadınları toplumsal yaşamda, politik alanda ve gerilla direnişinde varlık göstermişlerdir; ancak hareketin kadın direnişi açısından eşsiz olmasını, tüm alanlarda özellikle de gerilla pratiğinde hem devlet şiddetine hem de ataerkil anlayışa karşı verilen mücadeleye bağlamak mümkündür.

Dünya ve Türkiye kadın hareketleri tarafından son dönemlerde ilgiyle izlense de Kürt kadınlarının direnişi her alanda fakat özellikle gerilla pratiği bağlamında uzun bir süre görmezden gelinmiş, görünür olduğu noktada da nesneleştirilmiştir.

Çalışma alanı Kürt direnişiyle ilişkilenen, içine Kürtlerin de dâhil olduğu Türkiye akademisi ve bağımsız araştırmacılar tarafından sürdürülen çalışmalarda, Kürt kadınları marjinalize veya romantize edilmiş, milliyetçi olarak görülmüş ve pratik savaş süreçlerinde yer alan kadın gerillalar “militarist” olmakla eleştirilmiştir.

Gerilla özelinde Kürt Kadın Hareketi’ne yöneltilen militarizm ya da milliyetçilik eleştirilerini, içselleştirilmiş ancak yüzeye çıkmamasına özen gösterilen Kemalist ya da liberal söylemlerin ardına gizlenen millî refl ekslerle açıklamak mümkündür.

Kürt kadınlarının verdiği özgürlük mücadelesine yönelik bu değerlendirmelerde akademide ya da kadın hareketlerinin içinde yer alan araştırmacıların kimi zaman bilinçli olarak kimi zaman farkında olmadan sergilediği kolonyal alımlama biçimlerinin de etkili olduğunu söylemek gerekir.

Özellikle son dönemlerde Rojava, Şengal ve Kobanê’de süregiden savaşta kadınların
direnişinin dünya gündeminde hiç olmadığı kadar görünür hâle gelmesiyle Kürt kadınlarının mücadelesine yönelik algının değiştiğini söylemek mümkün. Ancak Kürt kadın direnişi son dönemlerdeki pratiğiyle değil tarihsel sürekliliği içinde bir bütün hâlinde değerlendirilmelidir.

Kürt kadınlarının politizasyonunda sol-sosyalist bilinç, kimlik mücadelesi, devlet şiddeti, ataerkil kodlarla belirlenmiş Kürt toplumsal yapısının kadınların bireyselleşmesine, özgürlüğüne olanak tanımaması gibi birçok dinamikten söz edilebilir. Bununla birlikte Kürt kadınlarının özgürlük mücadelesi içindeki konumlarını bilinç düzleminde değil de zorunluluk kipinde açıklayan ve Kürt kadınlarını mağdur, madun olarak konumlandıran yaklaşımlarla karşılaşırız.

Kürt kadınlarını “eğitilmesi gereken” bir grup olarak kodlayan bu yaklaşımlar temelde onların “madun” veya “mağdur” olarak görülmesiyle de ilişkilidir. Bu projelerin sürdürüldüğü 90’ların bir yandan da Kürt kadınlarının özgürlük mücadelesine en yüksek katılımı gösterdikleri süreç olduğunu hatırda tutmak gerekir. Kürt kadınlarının özgürlük hareketleri içindeki varlığını savaş koşullarının dayatmasıyla ilişkilendirmek, bu katılımı zorunluluk kipiyle açıklamak pek de isabetli bir değerlendirmeye işaret etmiyor.

Bir grup Kürt kadınının özgürlük hareketine katılmasında elbette koşulların etkisi olmuştur fakat bu koşullar altında direnmeyi seçmenin de bir direnme biçimi olduğu göz önüne alınmalıdır. “Mağdur”, “madun” gibi kavramlarla kadınların direnişini görünmez kılmaktansa
bunun bir direniş alanı olduğunun farkına varmak gerekir.

Emine Ayna Toplum ve Kuram dergisinde yer alan “İktidara Karşı, Muktedirlere Rağmen: 1990’lardan Bugüne Kürt kadın Hareketi” başlıklı söyleşisinde (2004, 27 Aralık) seksenli yılların sonuna, doksanlı yılların başına denk gelen süreçte devlet şiddetinden kaynaklı koşulların Kürt kadınların politize olmasında etkili olduğuna değinir:

”Kadın özgürleşmesi başka bir şeydir, ‘kadın özgürleşmeden toplumun özgürleşmesi ya da sınıfl arın ortadan kalkması mümkün değildir gibi fikirler henüz ideolojik anlamda oturan taşlar değillerdi kafamızda. Ama bir kadın mücadelesinin, savaşı bitirme ve barışı geliştirme anlamında, çocuklarının, eşlerinin, kardeşlerinin ölümünü durdurma anlamında bir
kadın örgütlenmesinin ihtiyacı açığa çıkıyordu…”

Kürt özgürlük mücadelesinde yer alan kadınlar görünür olmak, kendilerini gerçekleştirmek ve direnişlerini sürdürebilmek adına birçok farklı sorunla karşılaşmışlar; devlet şiddetinin, asimilasyon politikalarının yanı sıra ataerkil toplumsal yapının Kürt hareketi içinde de hüküm süren zorlayıcı ve ayrımcı yönüyle mücadele etmek durumunda kalmışlardır. Aile yaşamındaki erkek-egemen anlayışların dayattığı toplumsal roller de Kürt kadınlarının mücadelesinde engeller olarak ortaya çıkmıştır.

Ancak bunlar Kürt kadınlarının özgürlük mücadelesine katılımını engelleyememiş aksine direnişi yükseltmiş ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin özellikle gerilla pratiğinde kadınların da özgürlüğünü hedefl emesine, erkek-egemen değerler sistemini sorgulamasına ve dönüştürmesine olanak tanımıştır.

Şimdi Türkiye ve dünya feminist hareketleri ile akademi tarafından son yıllara kadar inatla
görmezden gelinen gerilla hareketine, hareketin tarihsel arka planına ve bu yapılanmadaki ataerkil kodların etkisine geçelim.

Kürt Özgürlük Hareketi’nde Ataerki ve Kadın Direnişi

Kürt kadın hareketinin Türkiye ve dünyadaki kadın hareketleri içindeki dönüştürücü gücü en yüksek hareketlerden biri olmasında kuşkusuz Ortadoğu’da Kürt kadınlarının “dağa çıkması”, dolayısıyla gerilla pratiği ve buradaki erkek-egemen zihniyete karşı duruşu önemli bir etken olarak karşımıza çıkıyor.

“Dağa çıkmak”, her türlü söylemin ve eylemin ötesine geçen metaforik ve somut değerlere sahip bir kavram ve eylem biçimi olarak anlam kazanıyor ve özgürlük mücadelesine katılımı simgelediği kadar kadınların toplumsal yaşamda, aile içinde maruz kaldığı baskılardan kurtulabildiği bir “özgürlük mekânını” imliyor.

Özellikle diğer Ortadoğu halklarının ve Kürtlerin toplumsal yaşamında belirleyici olan ataerkil kodlara rağmen bu olgunun yaşamsal pratiğe dökülmesi pek de kolay olmuyor. Çünkü kadın direnişi sadece Kürtlük, Kürt kimliği üzerinden yürütülmüyor, toplumsal olarak ataerkil kodlarla belirlenmiş cinsiyet rolleri sorgulanıyor ve aşılması hedefleniyor.

Kadınların sergilediği direnişin çok boyutlu olduğunu da vurgulamakta fayda var. Toplumsal yapı ve harekette hüküm süren erkek-egemen anlayışın direniş içindeki kadınların da düşünme ve eyleyiş biçimlerinde etkili olduğunu dikkate alırsak verilen mücadelenin ne denli zorlu olduğunu görürüz.

Kürt özgürlük mücadelesinde yer alan kadınlar bir yandan sömürgeci devlet politikalarına, diğer yandan Kürt toplumunun [kendileri ve yaşam pratikleri üzerinde de] etkili olan ataerkil değer yargılarıyla biçimlenmiş yapısına karşı yürüttükleri mücadeleyi eşzamanlı olarak sürdürmüşlerdir.

“Savaşmak” için dağa çıkan kadınlar tüm feodal önyargı ve kısıtlamalara maruz bırakılmış, devlet şiddeti bir yana asıl mücadeleyi kendi içlerinde vermek durumunda kalmışlardır.

Arzu Demir’in Savaşta Barışta Özgürlükte Aşkta Dağın Kadın Hâli (2014) isimli kitabında söyleşi yaptığı PKK gerillası Roza Pınar gerilladaki erkek-egemen yapıyı şöyle aktarır: “Gericilik ve korkunç bir feodalizm had safhada. Savaş gerçeğinin erkekte yarattığı vahşi özellikler. Bunun kadına yansıması, kadını hiçe sayan ve irade görmeyen yaklaşımlar” (Demir, 2014: 38). Roza Pınar ayrıca kadın ve erkek gerillaların birlikte gerçekleştirdikleri eylem ve operasyonlarda dahi “erkek” gerillaların kadınları gerilla olarak değil korunması gereken “kadınlar” olarak konumlandırdıklarını, onları korumaya çalıştıklarını belirtir.

“Dağa çıkmak”, erkeklerle birlikte her anlamda eşit yaşam olanaklarına sahip olmak, savaşın ve doğa koşullarının tüm zorluğuyla baş etmek geleneksel kadın algısının ve rollerinin tamamen altüst olması anlamına gelir. Bu açıdan bakıldığında gerilla hareketlerinde kadınların varlığı ataerkil sistemin tüm değer ve dayatmalarını kıracak niteliktedir.

Dinin ve feodalitenin Kürt toplumsal yaşamı üzerindeki belirleyiciliği göz önüne alındığında Kürt Kadın Hareketi’nin başardığı değişim, verilen mücadeleyle kazanılan dönüştürücü güç açığa çıkar. Kadınlar, siyasette ve gerillada aktif mücadele ederek köklü değişimlerin oluşmasına yol açar. Kültürün taşıyıcılığından tutun da devlet ordusunun, eril tahakkümün karşısında kadın olarak erkelerle eşit düzlemde ve sadece erkeklerden oluşan bir
orduya karşı savaşmak birçok algının kırılmasına neden olur. Buna karşılık
devlet tarafından kadınlara yöneltilen şiddet çok ağır olur, çünkü “erk ve erkeklik” her yönüyle tehdit edilmektedir.

Bu uygulamalarla Kürt direnişi süresince de karşılaşılmıştır. Ancak devlet şiddetinin yanı sıra hareket içinde de kadınlara yönelik ayrımcı yaklaşımların olduğu gerçeğiyle karşılaşılır.
Shahrzad Mojab, PKK gerilla kamplarının cinsiyetlere göre ayrılması, kadın ve erkeklerin yakın ilişkiye girmesine ve geleneksel normlarla bile olsa evlenmelere izin verilmemesi, örgütün cinsiyet siyasetine dair eleştirilerin hemen engellenmesi gibi problemlerle karşılaşıldığını belirtir.

Sakine Cansız yaşam hikâyesini mücadelesi bağlamında anlattığı Hep Kavgaydı Yaşamım isimli kitabında kadın olarak özgürlük mücadelesi içinde yer almanın zorluklarından söz eder. Örneğin bir kadın arkadaşı gerilla olarak katıldığı mücadelede erkek-egemen anlayışın onları ne kadar zorladığını anlatır. Cansız, arkadaşının, bir kadın ve savaşçı olarak
mücadele içinde var olmanın ne denli meşakkatli olduğu yönündeki anlatılarına yer verir.

Kürt kadınlarının hareket içinde de ataerkil anlayışla baş etmek zorunda kaldığı açıktır. Bununla birlikte kadınlara yönelen her türlü şiddet, savaş pratiğinde ise özellikle cinsel şiddet erkek-egemen zihniyetin bir yansımasıdır. Kuruluş sürecinden itibaren PKK’de kadınlar yer almış, hareketin ilk yıllarında daha çok öğrenci ve eğitimli kişilerin katılımı gözlemlenmiştir. Zamanla direnişin yükselmesi ve baskının artmasıyla harekete katılımlar yoğunlaşarak daha geniş bir sınıfsal ve sosyal tabana yayılmıştır.

Tekrar tarihsel sürece dönecek olursak 90’lı yıllarda kadınların gerilla hareketine katılımlarında ciddi oranda artış görürüz. Bu süreçte baskı ve şiddeti olabilecek en ileri düzeylere ulaşır ve bu durum da bir bütün olarak Kürt direnişinin ivme kazanmasına yol açar.

Sonuç:

Kürt Kadın Hareketi her yönüyle mekân üzerinden okunabilecek bir harekettir ve söz konusu kadınlar olduğunda mekânlar özel bir önem kazanır. Kadınlar kendileriyle birlikte hapsedildikleri mekânları da özgürleştirmiş evlerden sokaklara, alanlara ve dağlara açılmıştır.

Kürt kadınları tarafından Cumartesi annelerinden PKK’li kadın gerillalara kadar ataerkil sistemin dayattığı toplumsal rol ve belirlenimlerin sadece mücadele içinde ve odağında değil, yaşamın her alanında sürdürülebilir kılınmaya çalışıldığı ve bunun dünyadaki diğer devrim ve gerilla hareketleriyle kıyaslandığında yaşama içkin bir hâle dönüştürüldüğü görülebilir.

Kürt Kadın Hareketi sistem karşıtlığının yanı sıra dâhil oldukları örgütlenme ve içinden geldikleri toplumsal yapı içindeki erkek-egemen anlayışa karşı sergiledikleri direniş ve gerçekleştirdikleri dönüşüm açıcından sadece Ortadoğu değil dünya kadın hareketleri içinde de eşsiz bir konuma sahiptir.

Kürt Kadın Hareketi’nin en önemli özelliği eylemin teoriyi üretmiş olmasıdır. Akademilerde metinler üzerinden veya eğitimli, sınıfsal ayrıcalıklara sahip kadınlar veya teorisyenler tarafından ortaya konan bir kadın perspektifi söz konusu değildir. Yaşamsal pratiğin içinde, savaş sürecinde yani “erkeklik”in en yoğun yaşandığı ortamlarda üretilmiştir.

Bu hem Türkiye’deki hem de dünyadaki “feminist teorilerin”, kadın hareketi ve kadının özgürleşme mücadelesinden ne anlaşıldığını yeniden sorgulaması gerektiğini açığa çıkarmıştır. Son dönemlerde yürütülen “jineoloji” tartışmaları bu konudaki eksikliklerin, eylem ve teori arasındaki çelişkiler ve kopuklukların ayrıca perspektif sorunlarının giderilebileceği disiplinler üstü bir alan olarak inşa ediliyor.

Jineoloji tartışmasının feminist yapılanmaların eylemsel ve düşünsel açılardan tıkandığı
fikrinden hareketle ortaya konulması, dünya ölçeğinde önemli bir tartışma doğmasına
neden olacaktır. “Jineolojî: Zanista Jinê” başlıklı söyleşide PJAK üyesi Dorşîn Akîf jineoloji ile ilgili açıklamalar yapar. Feminist çalışmalar varken neden jineolojiye ihtiyaç
duyulduğunu anlatır.

Kadın bilimi olarak tanımlanan jineolojinin sadece Kürt kadınlarını, belirli bölgelerdeki kadınları değil tüm dünya kadınlarını sınıfsal eşitsizlikleri de göz önünde bulundurarak çalışmalarını ve eylemlerini sürdürecek ve tıkanan feminizme nefes aldıracak bir alan olarak tanımlar.

Makalenin tamamı için:

http://zanenstitu.org/uploads/dosyalar/Kitaplar/Toplum%20ve%20Kuram/10sayi/Ku%CC%88rt%20O%CC%88zgu%CC%88rlu%CC%88k%20Hareketi%E2%80%99nde%20Kad%C4%B1n%20Direnis%CC%A7i%C2%A0.pdf