Sarya Aslan: Kül

Uzun zamandır ne vakit seni düşünsem çocukluğumuz yanı başımda. Sisli rüyalarda buluşuyoruz. Elimi uzatıyorum sana tam tutacakken uzaklaşıyorsun. Sislerin arasından kayboluyorsun, o puslu havada gülüşün asılı kalıyor. 

Ben çöküyorum yere, bu sefer  de tutamadım elini diyorum, elim boşlukta. Hep çocuk halimiz en fazla lise çağlarımız, şimdiki zaman hiç yok.  Çocukluğumun peşindeyim, senden sonra onu kaybetmiş gibiyim Leyla.

Çocukluk ansızın sızar hayatlarımıza, senin hayatına da çok fazla sızmışlığı vardı. Büyümeye karşı bir direnç gibi gözükse de aslında acıya karşı bir kalkan olması isteğidir çocukluğa her dönüş. İnsanın anayurdu çocukluğudur demiş yazar. Çocuk olduğumuzu hatırlayıp bir yurda sığınma isteği duyuyorduk aynı zamanlarda farklı mekânlarda. 

Anayurdumuzu kurtarsak çocukluğumuzu da kurtaracaktık. Yaşama arzumuz oradaydı. Yitirmeye başladığımız bu arzuya çocukluğumuzla ulaşmaya çabalıyorduk.  Ve ben hala öyle o arzunun peşinde…

Bizim hikâyemiz kayıplar hikâyesi…

Mezar taşlarını öperek büyüyen çocuklardık, erkenden içimize dolan ölümün soğuk yüzü.. Bizim kayıplarımız bulduğunu kaybetmekle ilgili değildi, varlığından parçaların eksilmesi, azalarak büyümekti yarım ve yaralı. Hikâyenin başı kayıplarla yazılıyorsa ve devamında parçaların birer birer kopuyorsa kendini de kaybediyorsun ve ömür kendini bulmaya çalışarak ve içinde kaybolan parçalarını bulup birleştirmekle geçiyor. 

Parçaları bulup yerleştirmek için uğraş verdiğinde o parçanın o boşluğu doldurmadığını görüyorsun. Puzzle’ın eksik parçaların da doğruya ulaşmak için sayısız kez kendini harap ediyorsun. Ne birleştirip anlamlı bir bütün elde edebiliyorsun ne de parçaların boş kalan yerlerini kabul edebiliyorsun. 

Boşluk kendini hep hatırlatıyor ne tam kendin oluyorsun ne hayatın tamam oluyor. Kaybettiklerin senden bir parçayı alıp götürüyor sen iyi ihtimal yamalar yapıyorsun kendine, yüreğin yamalı bohçaya dönüyor her yerinden acı sızan… 

Ve her kayıp kendine varacağın bir kapıyı daha kapatıyor. 

 Hafızanın laneti eksik parçaların üstünde dolaşıyor. Bırak öyle kalsın diyorsun olmuyor. Hatıralar eksik parçalarını derinlerden çıkarıp yüzeye alınca da kâğıt kesiği misali inceden inceden canını acıtıyor. 

Yarım kalmış hikâyelerin ve eksilen parçalarınla ayağa kalkmak istiyorsun. Anka kuşu misali küllerimden yeniden bir ben yaratırım da diyemiyorsun o küllerden oluşturacağın şey yeni bir ben olmuyor çünkü. 

O küllerin izi hep kalıyor. Bu yeni değil eskinin üzerine inşadır, küllerden yarattığın ben asla saf  “ben” olmuyor. Sonra küller örtüyor parçalarını hangi örtüyü kaldırsan kayıplarının külleri… 

Zaman geçtikçe içine bakıyorsun ne kadarı ben ne kadarı kül? Bu sorunun cevabı artık yok, bulamıyorsun. Zaman bunu cevaplayamıyor zaman sadece alıştırıyor. 

Kabule varan bir yolculuğun sadece yardımcısıdır zaman. Yolun pusulası kül yolcunun umudu zaman…