Sarya Aslan: Leyla’nın saçları…

Sen dansa kalkardın

Rüzgar delice eser

Dağlar önünde eğilir 

Doğa dile gelirdi

Gökyüzü ayna tutardı

Her teline bir yıldızın konduğu saçlarına

Hayat peşinden sürüklenir

Ağaçlar Filiz’lenir 

Yağmur ritim tutardı

 

Ve bir çocuk gibi uyanırdı güneş

Gün seni kucaklardı

Birlikte dansa durduğun

Sen, saçların ve dağlar

Kırıldıkları yerden kanardı

 

Kadının saçı kimi zaman yüceliğin, kudretin temsili, kimi zaman büyülü, korku salan kimi zaman da örtünmesi gereken güzellik göstergesi olmuştur. Kendi kişisel tarihinde söz sahibi olan ve bunun siyasal, toplumsal mücadelesini veren kadınlar içinse saçları onun mücadele alanının bir parçası olmuştur. 

Gerektiğinde vazgeçtiği, gerektiğinde güç aldığı bir sembol olarak tarih boyu kadınla birlikte yerini almıştır. 

Saçların kendinden önceki binlerce neslin hatıralarını taşıdığına inanılır. Kadınlar kendinden önce yaşanmış acıların, mücadelelerin tanıklığını saçlarıyla yapmıştır. Kadının saçı birçok coğrafyada acıların, yıkımların ve barışın temsili olarak dile gelmiştir. 

Ve tarih, saçlarında taşıdıkları mirasın farkında olan, onu doğru okumayı bilen, özgürlüğü ilmek ilmek saçlarına dokuyan kadın tanrıçalara şahitlik etmiştir.

Leyla Qasım idama gitmeden önce, gece siyahı uzun saçlarından bir tutam kesip annesine göndermiştir. Leyla,  saçlarının onun kişisel tarihinin en iyi tanığı olduğu bilinciyle, onun sonsuza kadar sürecek anısının bir nişanı olarak saçından bir tutam vermeyi seçmiştir.

Saç bir meydan okumadır aynı zamanda. Ezidi kadınlarının uzun saçlarını keserek sevdiklerinin mezar taşlarına takması barbarlığa ve zulme karşı bir savaş çağrısı, kadının gücünün keskinliğidir.

Leyla’nın parlak saçları ise, peri masallarından, dişil bir beğenilme beklentisinden uzak, isyan, savaş, barış ve adalet içerirdi. 

Onun bedeninin en güçlü simgelerinden biri olan, yüce duygularına eşlik eden saçları vardı.

Saçların yolculuğa göre şekillendiğine inanırım. Leyla yolculuğunda saçlarını mücadelesiyle bütünleştirmiş, asi, direngen saçlarını doğanın şefkatli ellerine uzatmıştır. Her bir telinde yolculuğunda yaşadığı acılar, kırgınlıklar, direnmeler ve bilgelik hâkimdir. 

Ruhunu saç tellerinde özgür bıraktığını “doğayla dans” yazısında şöyle belirtiyor; Yapraklar biraz da alınarak, bırak bunları şu an yaşadığın anın tadını çıkar dercesine üzerime eğiliyor ve rüzgâr saçlarımı okşamaya başlıyor. Rüzgârın okşadığı saçımın örüğünü açıyorum ve rüzgârın okşayıcı kollarına bırakıyorum. Bu okşamalar kafamdaki tüm ağırları gideriyor, kafam bir yaprak, yüreğim bir serçe kanadı kadar hafifliyor…

Leyla’nın çocukluğundan bu yana saçlarına gösterdiği bir özen ve ilgi vardı. Zaman kaybı olarak düşünmez, saçlarına bir çocuğu sever gibi yaklaşırdı. 

Gitmeden bir gün önce o uzun saçlarını kısacık kestirdiğini gördüğümde büyük bir şok yaşamıştım. Ben daha bir şey sormadan, gözlerimin içine bakıp, “ kökü bende yine uzatırım, kuaför çok beğendi, saçlarımı istedi ben de onu kıramadım verdim” demişti. 

Aslında en çok da saçlarını arkasında bırakmış olmasına içerleniyordu.  Bunu söylerken ne kadar acı çektiğini hissetmiştim.  Saçlarını çok severdi, kesmesine anlam verememiştim. Sonraki yıllarda fotoğraflarını gördüğümde mutlu olmuştum. Yine uzatmıştı o güzelim saçlarını. 

Bir daha hiç arkasında bırakmamıştı yol arkadaşını. 

Kadınlar en çok birbirinin saçını tararken veya örerken yaralarını sarar. Anneler en güzel şarkıları kız çocuklarının saçını tararken söyler. En çok saçımızdan şefkati alırız. 

Ben onun saçını hiç taramadım. Biz hiç yaralarımıza saç örgülerimizde şefkat bulamadık…

Elleriyle saçını savurduğu bir videosuna denk geliyorum. Ne kadar da farkında saçlarının her bir telinin bir ruh taşıdığının… Hiçbir aynaya ihtiyaç duymayan, o kendiliğinin yarattığı yüceliğin, güzelliğin ne kadar da farkında… 

Ah Leyla; kaç ağaç dalına takıldı saçların, kaç hikâye fısıldadın saçlarına, kaç soğuk derede yıkandı, kaç yağmurun suyunda tazelendi, kaç elin örgüsünü gördü, kaç yarayı sakladı tellerinde, kaç sevgiyi büyüttü…