Sinemadaki ‘erilliğe rağmen’ kadına odaklanan kameralar

Ekoloji Film Günleri’nde yer alan kadın yönetmenler, “eril bir dünya” olarak tanımladıkları sektörde yaşadıkları zorluklara değinerek, kadını ve emeğini görünür kılmaya çalıştıklarını söyledi.

Ekoloji Derneği, Diyarbakır’da 6-8 Mayıs tarihleri arasında düzenlediği Ekoloji Film Günleri etkinliğiyle doğa tahribatlarına dikkati çekti. Ekolojistlerin dayanışmasıyla düzenlenen ve 3 gün süren etkinlikte farklı filmlerle ekolojik tahribatlara değinildi. Filmleriyle izleyicilerle buluşan yönetmen kadınlar, Nalin Acar ve Zelal Sadak ile kadının sinemadaki temsiliyetini konuştuk.
Etkinliğin ilk gününde “Taş ve Su” belgeseliyle sular altında kalan tarihi Hasankeyf’e dikkati çeken yönetmen Nalin Acar, 2017 yılından bu yana sinemayla uğraştığını belirtti. “Taş ve Su”yun ilk kısa filmi olduğunu aktaran Acar, Mimar Sinan Üniversitesi Şehir ve Planlama Bölümü’nü okurken kent ile ilgili çalışmaların daha görünür olması için sinemaya yöneldiğini söyledi. Sinemaya ilgisini “Kürt ve kadın olmanın verdiği bilinçle ilgim ortaya çıktı” sözleriyle anlatan Acar, bu alanda İstanbul’da eğitim aldıktan sonra Mezopotamya Sinema’da bir yıl teorik ve pratik çalışma yaptığını kaydetti.
TARİHTEKİ EN BÜYÜK YIKIM
İlk filminde sular altında kalan tarihi Hasankeyf’i konu alan Acar, Türkiye tarihindeki en büyük ekolojik yıkımlarından birisinin Hasankeyf olduğunu belirtti. Daha önce de Ankara ve Ayvalık gibi yerlerde gösterimi yapılan filminin Diyarbakır’da ilk kez gösterildiğini dile getiren Acar, “Türkiye tarihinde ekolojik yıkımlardan en önemli olan bir şeydi Hasankeyf. Bu bağlamda burada olmak, bu duruma ilişkin ses olmak istedim. Bugünlerin bir parçası olmak istedim. Bu filmi yapmaktaki amacım kendi halkımızın, insanlarımızın bunu görmesini sağlamaktı. Hasankeyf’e dair birçok belgesel film oldu fakat bende bir anlamda farklı bir ses olmak istedim” diyerek, filmin sürecine değindi.
Batmanlı olan Acar, filmin Diyarbakır Sanat Merkezi ve Anadolu Kültür’ün ortak çalışması olduğunu aktardı. Filmin ana temasının “şehre bak” olduğunu belirten Acar, “’Batman denilince neler yapılabilir’ dedim kendi kendime. Teoride de irdelemeye başladım. Aslında Hasankeyf’e dair söylemek istediğim çok şey vardı. Tam yıkım sürecine denk gelen bir dönemdi ve her şey için çok geç bir dönemdi. Hasankeyf’e dair ‘ne yapabilirim’ diye düşündüm fakat o kadar derin ve büyük bir konu ki Hasankeyf’e ne söyleyebileceğimi bilmiyordum. Bunu düşünürken Batman’da en işlek caddede bir tane süs havuzunun arkasında Hasankeyf’e dair bir kabartma görünüyordu, şelale akıyor, su akıyor bende bunun üzerinden yürüdüm. Bir süs havuzu fakat insanlar etrafında serinliyor. Basit bir süs havuzundan Hasankeyf’i işlemeye başladık. Hasankeyf’i belki görmüyoruz, gitmiyoruz, ama o yıkımda neleri kaybettiğimize dair bir imge üzerinden anlatabileceğime inandım” diye belirtti.
SİNEMA ERİL BİR DÜNYA 
Sinema alanında hem Kürt hem kadın olmanın zorluklarına değinen Acar, “Zorlukları var tabi. Negatif etkileri var. Hem Kürt hem sinemacı olmak gerçekten zor. Temsil ettiğin konular ve ele aldığın film, zaten seni politik bir yere götürüyor. Bunun yanında kadın olmak başlı başına bir politiklik oluyor. Çünkü sinema çok eril bir dünya ve kadınların kendilerini burada var etmeleri ekstra bir çaba, enerji gerektiriyor. ‘Elime kamerayı alıp çekiyorum’ dediğinde bile kadın olmanın verdiği eksiden başlama durumu var. En yakınında kamerayı tutan bir erkek olduğunda en başta kendini ona ispat etmen gerekiyor. Her anlamda bir şekilde hem eril dünyadan hem de devletten darbe yiyorsun. Diğer kadın arkadaşlarımın da filmlerindeki süreç kadınlarla yapıldı, kadın arkadaşlarla yaptık. Evet, hepimiz farklı farklı kentlere bakıyoruz, ama hepimiz aslında kadın olarak belli bir şeye bakıyorduk. Bunu filmlerin sonraki sürecinde görmüştük” dedi.
‘KADIN DOĞADAN AYRI DÜŞÜNÜLEMEZ’
Hasankeyf’in çok büyük bir başlık olduğunu, kendisinin de sadece küçük bir noktasını ele aldığını ifade eden Acar, şunları söyledi: “Kadın olmak ve kadın bakış açısıyla ele almakta böyle bir şey. Ben ufacık bir noktasına değiniyorum ve buradan ele aldığım anda bunu başarabiliyorum. Çünkü erkekler çok büyük büyük konuşup büyük sözler söylerler. Ama kadınlar, kulaktan kulağa ufak bir sözle büyük etki yaratabiliyor. Sinemada alan açtığımıza inanıyorum. Kadın olmayı ekoloji ve doğadan ayrı düşünemeyiz. Kadının doğasını anlattığımız anda aslında ekolojiye dair birçok söz söylemiş oluyoruz. Diğer arkadaşlarımızın filmlerinde de ortak bir noktamız var. Kentte, yaşama, insana, doğaya dair çok söz söylendi, bütün filmlerde ortaklaşan bir noktaydı bu. Eminim üreten kadınların hepsi buna dair söz söylemeye devam edecekler” diye belirtti.
HAFIZA MEKANLARINA ODAKLANDI 
 “Aşevçiler, Rüyalar, Otlar” filmiyle kadının emeği ve yerli tohumun önemini beyaz perdeye taşıyan yönetmen Zelal Sadak ise 2016 yılından bu yana sinema sektöründe. “Aşevçiler, Rüyalar, Otlar”ın ikinci filmi olduğunu aktaran Sadak, ilk filminde Kürt diasporasındaki kadınları ele aldığını söyledi. İki filminde de kadın temasını işleyen Sadak, ikinci filminin sürecini şöyle anlattı: “Daha önce bir projede hikaye anlatıcılığı ve araştırmacılık yapıyordum. Hafıza ve mekan üzerine bir çalışma vardı. Amed’in hafızası ve bu hafızanın mekanlar üzerindeki ilişkisine bakıyordum. Ben de kadın temalı bir mekan seçmek istemiştim ve bu kararı aldığımız zamanda Aşevçiler Çarşısı duruyordu. Aşevçiler’in hikayesini ise araştırırken öğrendim. Kadın temalı bir alan olduğunu fark ettikten sonra da bunu bir yazılı metine çevirdim ve ardından dergide yayınlandı. Ama sanki derdimi hala anlatamamıştım. Aşevçiler Çarşısı’ndaki kadınlar, Hevsel Bahçeleri’nde işçilik yapan ve kendi ekonomik durumunu, o işlerle geçindiren o kolektif bilinçle bağlarını gördüğüm zaman, bu dert yeteri kadar anlatılmadı diye düşündüm. Daha sonra bunun belgeselini çektim.”
‘HEVSEL’DE ÇALIŞAN KADINLAR MOTİVE ETTİ’
Çekim sırasında yaşanan zorluklara değinen Sadak, “Tripodu götürmek, kamerayı taşımak, tek başına Hevsel Bahçesi’ne gidememek bütün bunlar zaten zorlayıcı şeylerdi. Bana o süreçte güç veren şey sabahın erken saatlerinde sırtlarındaki çuvallarla oraya inen kadınlar oldu. Bir sonraki gün hiç kaygım olmadan daha aşağılara inerek filmimi çektim. Bana o morali motivasyonu sağlayan yine bir kadındı” dedi.
OTLARLA ŞİFACILIK
Hevsel Bahçeleri’ndeki kadınların, tohuma, çit belirmeye ihtiyaç duymadan ot toplamasının kendisi için ilgi çekici olduğunu belirten Sadak, “Doğanın sana vermiş olduğu şeyi ihtiyacın olduğu kadarını alıp, kullanıp ekonomik olarak da kendini toplayabilmek için çarşıya götürüp satmak. Bu kadınlar aynı zamanda şifacılıkta yapıyor. Herhangi bir tohuma ve sulamaya ihtiyaç duymadan bunları kazanıyor olmaları ve bu süreci yıllardır sürdürmeleri ilgimi çekmişti. Filmdeki karakter Aşevçi Melek abla, otları tanıtınca ‘şu şuna iyi gelir, buna iyi gelir’ bazında anlatıyordu. Kadın, doğa bir bütün halinde ve bunları görünce gerçekten şifacılık yönlerinin de olduğunu fark ettim. Çekim yaparken Aşevçi bir erkekle hiç karşılaşmadım açıkçası, kadınlar topluyorlardı” diye belirtti.
Bölge itibariyle her alanda bir tahribatla karşı karşıya olduklarını söyleyen Sadak, “Siyasal, sosyal ve ekolojik bütün bu tahribatların hepsini incelediğimiz zaman bunu en derin şekilde yaşayanlar kadınlar oluyor. Hevsel Bahçesi bu bölgenin birçok kadim haklarına kendi bağrını açmış bir bölge. Bahçenin o müthiş ahengini görüyorsun. Şimdi baktığımızda ise gidiyorsun oraya nehir çok belirgin değil. Onun dışında yabani otlar artık eskisi gibi yeşermiyor. Ama o kadınlar halen orada ısrarla devam ettiriyorlar. Ben onları o bahçenin içerisinde ana tanrıça gibi görüyorum” dedi.
‘DERDİM KADININ SESİ OLMAK’
Özellikle ses olmak istediği için kadın temasını seçtiğini söyleyen Sadak, şöyle devam etti: “Derdim onları anlatmak. Coğrafyada oluşan kadının gücü, ülkede politik olarak yaşanan kadın kıyımından ötürü çekmek istiyorum. Derdim iyi film yapmak değil, derdim kadının çarşı, bahçe ve ekolojinin ne kadar müthiş bir uyum içerisinde olduğu gerçeğini anlatabilmek. Derdimi anlatabilmem benim için daha önemli ve devamını da getireceğim.”
Mezopotamya Ajansı / Eylem Akdağ