140. Yaşında Virginia Woolf’a Çiçekler Almak: Mrs. Dalloway’den Saatler’e Farklı Okumalar

 

Virginia Woolf hayatının sonunda intihar etmesine karşın Mrs.Dalloway’de hayatı sevmeyi savunuyor. Bu romanı yazarken büyük bir olasılıkla kafasındaki intihar saplantısına karşı, hayatta kalmak için nedenleri olduğuna kendini inandırmaya çalışıyordu.

“Mrs. Dalloway çiçekleri kendi alacaktı” cümlesiyle başlayan Mrs. Dalloway, Virginia Woolf’un en önemli romanıdır. Bilinç akışı tekniğinin en başat örneği olarak birçok açıdan önem taşıyan bir başyapıttır. İlk bakışta okuru sarmayan, belli bir hikâyesi olmayan, yüksek sosyeteden bir kadının on iki saatini anlatan soğuk ve mesafeli bir roman gibi görünen Mrs. Dalloway, gerçekte farklı okumalara açık, karakterlerini ele alış biçimiyle, kurgusuyla ve bilinç akışını kullanma tekniğiyle yenilikler getiren, derinlikleri incelikle işlenmiş, şiir gibi bir romandır. Virginia Woolf, farklı kişiliği, olağanüstü yeteneği ve zekâsıyla yirminci yüzyılın en önemli sanatçılarından birisidir. Deha olduğu kuşku götürmez bu büyük yeteneğin, delilikle akıl sağlığı arasında gidip gelen ince bir çizgide yaşamış olmasının onun için bir şans mı yoksa şanssızlık mı olduğu hep tartışılmıştır. Ama edebiyat için bir şans olduğu kuşku götürmez. Dehası ile deliliği arasında bir ilişki olduğu kesindir. Kendisi de bir yazar olarak bu delilik krizlerinin yararını gördüğünü söylemiştir: “Sanat açısından bunlar –yani delilik nöbetleri- son derece verimli… İnsan daha bereketli oluyor.” O ikiye bölünmüş yaşamını en iyi biçimde Mrs Dalloway’de anlatmıştır. Onun da güncelerinde sık sık değindiği gibi sinir krizlerinin acısını çekmektense, sağlıklı, yeteneksiz ve mutlu olması onun için daha mı iyi olacaktı bilmiyoruz ama Virginia Woolf’un yapıtlarında kendi yaşadığı delilik anlarını anlattığı bölümlerin bize gizemli bir dünyanın kapılarını açması edebiyat için büyük bir kazanç olmuştur hiç kuşkusuz.

BİR HAZİRAN SABAHI      

Mrs. Dalloway bir Haziran sabahı Londra’da başlar ve aynı günün akşamı Londra’da sona erer. Tek bir günün öyküsüdür. Büyük olaylar, büyük düşünceler ve bir olaylar dizisi yoktur. Woolf, kahramanlarının aklından geçenleri bilinç akışı tekniği ile verir ve bir kahramanın düşüncesinden diğerininkine geçerken dış olayları – ünlü Big Ben saatinin çalışı, pancurları çekili, büyük, gizemli bir arabanın geçişi gibi- bağlantı noktaları olarak kullanır. Bu tekniği roman boyunca hayranlık verici bir ustalıkla kurgusuna yedirir. Bu anlamda Mrs. Dalloway, bilinç akışı tekniği ve roman kurgusu açısından gerçek bir virtüözlük örneğidir.

Sıradan bir Haziran gününde üst sınıftan sıradan bir İngiliz hanım evinde vereceği davet için çiçek almaya çıkmıştır. Aynı gün aynı saatte I. Dünya Savaşı’nda geçirdiği şokla depresyona giren Septimus Warren Smith de eşi Lucrezia ile karşıdan karşıya geçmektedir. Romanın diğer bir önemli kişisi gençliğinde Clarissa Dalloway’e âşık olan ve onun Richard Dalloway’le evlenmesinden sonra hayal kırklığına uğrayan, beş yıl önce gitmiş olduğu Hindistan’dan yeni dönen Peter Walsh da aynı saatlerde Regent Parkı’nda Septimus’la Lucrezia’nın yanından geçmekte ve Lucrezia’nın yüzündeki umutsuzluktan etkilenerek bu genç çiftin neden kavga etmiş olabileceğini düşünmektedir.

KARAKTERLERİN ÖNEMİ

Clarissa Dalloway, kendisini ziyarete gelen Peter Walsh’ı görünce beyninin içinde çıktığı geçmişe yolculuğunda Peter’la ve eşi Richard’la olan ilişkilerini bir kez daha irdeler. Roman tek bir günde geçmekle birlikte kahramanları düşünceleriyle sık sık geçmişi anımsar ve geçmişin olaylarını yinelerler kafalarının içinde. Onların kendi yaşamlarına ve romanın diğer karakterlerine bakışlarını ince ince irdeleyen bu iç düşünceleri onları daha yakından tanımamızı sağlayacak biçimde verilir. Virginia Woolf bir romanın karakterlere dayanması gerektiğini düşünür. “Mr. Bennett ve Mrs. Brown” adlı denemesinde şu düşüncelere yer verir:

“Ben bütün romanların karşınızda oturan bir yaşlı hanımla başladığına inanıyorum. Söylemek istediğim şu: Bence bütün romanlar karakter ile uğraşır; doktrinler hakkında vaaz vermek, şarkı söylemek, İngiliz İmparatorluğunun zaferini kutlamak için değil, karakteri ifade etmek için varolur; romanın bu kadar hantal, şişirilmiş ve ruhsuz, hem de bu kadar zengin, esnek ve canlı olan formatı karakteri ifade edebilmek için gelişmiştir… Usta romancılar, istediklerini görmenizi karakterler aracılığıyla sağlarlar. Aksi halde romancı değil, şair, tarihçi, broşür yazarı falan olurlardı.”

Virginia Woolf, Mrs. Dallloway’i yazmadan önce, “Yaşamı ve ölümü vermek istiyorum, sağlığı ve çılgınlığı; toplum düzenini eleştirmek istiyorum, işler halinde, en yoğun biçiminde” diye yazmıştı. Ama düşünceleri ‘düşünce’ biçiminde değil, olaylara yedirerek verme yeteneğini gösterir. “Felsefe bir romana yedirilmemişse, bu tümcenin altını kurşun kalemle çizebiliyorsak, güvenle diyebiliriz ya felsefede bir yanlışlık vardır ya romanda, ya da ikisinde birden” der bir eleştirisinde.

Başlangıçta romanın sonunda Mrs. Dalloway’in intihar etmesini planladığını Modern Library baskısına yazdığı önsözde açıkladığını biliyoruz. Ne olmuştur da başlangıçta Mrs. Dalloway’in intihar etmesini planlayan yazar, romanın sonunda Septimus’un intiharını yazmıştır? Aslında değişen bir şey yoktur. Septimus ve Clarissa Dalloway aynı karakterin bölünmüş iki parçasıdır. Mrs. Dalloway sağlıklı ve normal yanını, Septimus ise hastalıklı, aklını yitirmiş halini ifade etmektedir. İkisi de Virginia Woolf’un iki farklı kimliğinin parçalarıdır.

LEZBİYEN AŞK

Mrs. Dalloway, şık evinde titizlikle bir parti hazırlayan hiç entelektüel olmayan sıradan bir kadındır. Virginia Woolf gibi çok kültürlü, çok zeki bir kadınla ne gibi ortak yanı olabilir diye düşünülebilir. Virginia Woolf’un aynı Mrs. Dalloway gibi snoblukları olduğunu biliyoruz. Daha önemlisi kadın-erkek ilişkisi konusunda da benzerlikler var. Mrs. Dalloway de aynı Virginia Woolf gibi kocasıyla odalarını ayırmıştır. “Çocuk doğurduğu halde koruduğu bakireliğini yok edemez.” Kocasını sevmekle birlikte ona âşık değildir, eski erkek arkadaşı dahil hiçbir erkeğe de âşık olmamıştır. Geçmişte yakın arkadaşı Sally Seton’a âşık olmuştur. “Ama aşk sorunu (diye düşündü, paltosunu kaldırırken), şu kadınlara âşık olma sorunu. Sally Seton’ı alalım sözgelimi; geçmişte Sally Seton’la olan ilişkisi. Aşk değil de neydi?” “Sally durdu; bir çiçek kopardı, onu dudaklarından öptü… Ötekiler yok oldu; orada Sally ile baş başaydı… Bir giz açığa çıkmıştı, dinsel bir duyguydu bu.” Clarissa bu öpüşü hiç unutmaz. Clarissa’nın Sally’e karşı ‘bir gizin açığa vuruluşu’ olarak ifade edilen duyguları, Virginia Woolf’un gerçek yaşamındaki lezbiyen eğilimlerinin ve bazı kadınlara karşı platonik duygularının bir  ifşası olarak görülebilir.

Virginia Woolf romanda Mrs. Dalloway’in kızı Elizabeth’in öğretmeni olan ve Elizabeth’e âşık olan Miss Kilman’ı ise acınası bir sevimsizlik timsali olarak anlatır. Ondan tiksintisi o denli büyüktür ki, kadınlarda hoşlanmadığı her huyu bu karakterle özdeşleştirmiştir Woolf kadın karakterlerine çoğunlukla sevecenlikle yaklaştığı halde Miss Kilman’dan açıkça nefret eder. Mrs. Dalloway, Miss Kilman’ı kızını kendisinden uzaklaştıran bir düşman gibi görür ama kendisi de annelik sevgisini gösterme açısından yetersizdir.

DELİLİK, YAŞAM VE ÖLÜM

Virginia Woolf’un ‘sağlığı ve deliliği’ anlatmayı amaçladığı Mrs. Dalloway, onun kendi delilik krizlerini de en açıklıkla ve netlikle anlattığı romanıdır. Septimus da aynı Woolf’un kendi güncesinde anlattığı gibi bahçedeki kuşların Yunanca şarkılar söylediğini ve ona adıyla seslendiklerini işitmektedir. Clarissa ve Septimus roman boyunca Shakespeare’in aynı dizelerini anımsayıp dururlar: “Şimdi ölmek, şimdi çok mutlu olabilmek demektir.” “Artık korkma diyor yürek, artık korkma.” Septimus da intiharın eşiğinde kendini pencereden atmadan önce, yaşamın ne kadar güzel olduğunu düşünür: “En son dakikaya kadar bekleyecekti. Ölmek istemiyordu. Yaşam güzeldi, güneş sıcaktı.”

Septimus, Birinci Dünya Savaşı sırasında yakın arkadaşının ölümü sonucu aklını yitirmiş bir savaş kurbanıdır. “Kendi kendini eğitmiş biridir, İngiltere için savaşa gitmiştir, Shakespeare için, İngiliz kadınlığının ideal resmi için. Arkadaşı Evans’ın ölümünden sonra, bu kadar çok kişinin ölümünü gördüğü için kendini kutladıktan sonra, barış sırasında aklını yitirdi Septimus.”  Septimus barış ilan edildikten sonra Milano’da tanıştığı Lucrezia ile evlenir. Karısına âşık olmadığı ve arkadaşının ölümüne üzülmediği için suçlar kendini. Yavaş yavaş bir ölüler alemine yakın yaşamaya başlar. Ölüler onunla konuşmaktadır. Savaşta madalyalar kazandığı için herkes onu kutlamış, çalıştığı şirket onu ödüllendirmiştir ama artık o hiçbir şeyin farkında değildir. Yalnızca ölen arkadaşı Evans’la hesaplaşmaktadır kafasının içinde.  “Savaş mı?” diye sordu hasta. Okul çocuklarının barutla eğlenmeleri- Avrupa Savaşı. Büyük yararlık mı göstermişti? Unutmuştu. Ama savaşta yenilmişti aslında.”

Bu karakterle Virginia Woolf, savaş karşıtı barışçı düşüncelerini ifade etme olanağı da bulmuştur. O bu erkeksi dünyaya olduğu kadar erkeklerin çıkardıkları savaşlara da karşıdır. Savaş kahramanları (Septimus da bir savaş kahramanıdır.) onun gözünde aklen sakatlanmış zavallılardır. Onlar da bu erkek dünyanın kurbanlarıdır. Shakespeare’in Othello’sundan alınan şu sözler: “Şimdi ölmek, şimdi çok mutlu olabilmek demektir.” daha önce belirttiğimiz gibi sık sık yinelenir romanda. Romanın sonunda Sir Bradshaw’un eşi Lucy, Clarissa’ya partiye gecikmelerinin nedeni olarak, eşinin genç bir adamın intiharı nedeniyle çağırıldığını anlatınca Clarissa, “İşte partimin ortasında ölüm geldi çattı,” diye düşünür. Ölüm için Clarissa ileride şöyle düşünmektedir:

“Önemli olan bir şey vardı; kendi günlük hayatında gevezeliğe boğulan, yalan düzen içinde bozulan, silinen, gün geçtikçe soysuzlaşan bir şey. İşte o genç adam bu önemli şeyi korumuştu. Ölüm bir direnmeydi. Ölüm iletişim kurma çabasıydı – insanlar, gizemli bir şekilde ellerinden kaçan öze ulaşamayacaklarını anlıyorlar, yakınlık uzaklaşıyordu. Bir kucaklaşma vardı ölümde. Şu anda ölmek, mutlulukların en büyüğü olurdu.”

DÜZEN ELEŞTİRİSİ

Clarissa başarılı olan partisinin ortasında kendini öldüren genç adamla özdeşleşerek, düzeni temsil eden partisindeki yapay ve gösterişçi insanlardan uzaklaşmakta, Septimus’la kucaklaşmaktadır. Düzene direnmeyi simgeleyen ölümü bir anlamda kutsar. Virginia Woolf, Mrs. Dalloway’de düzeni kıyasıya eleştirmeyi hedeflediğini söyler. Bunu Sir William Bradshaw’un zorba ve insan ruhu üzerinde baskı yaratmak isteyen ve adeta İngiliz muhafazakârlarının bir karikatürü olan kimliğiyle, düzenin tam bir temsilcisi olan Hugh Whitbread gibi bir adamla alay etmekle gerçekleştirir. Clarissa’nın davetine gelen Başbakanı ise şöyle tanımlar:

“Başbakanın halinde bir gülünçlük yoktu. Öylesine sıradan bir adamdı ki. Onu bir tezgâhın arkasına geçirip bisküvi satın alabilirdiniz söz gelimi -zavallının her yanı altın sırmalarla donanmıştı. Önemli görünmek istiyordu. Çabası gülünçtü. Kimsenin aldırdığı yoktu ki.” Onun düzen eleştirisi, İngilizlerin çok övündükleri ‘İngiliz olmakla’ alay edişi satır altlarında gizlidir. Böyle bir düzene uyum sağlamaktansa ölümü yeğ tuttuğunu söylemektedir bu romanıyla. Ama her şeye karşın bu romanda hayatın güzelliğini de vurgular Virginia Woolf. Ölüm anında bile hayat güzeldir, güneş sıcaktır. Haziran ayı ve Londra çok güzeldir… Bir de hayatı çirkinleştiren, insanın ruhunu baskı altına alan, düzen temsilcisi insanlar olmasa demek ister.

“İnsanların gözlerinde, bu çalkantıda, avarelikte, itişip kakışmada; bu gürültüde, bu şamatada: arabalar, otomobiller, otobüsler, kamyonlar, güçlükle ilerleyen, itişen gezgin satıcılarda, bando sesinde, tepelerden geçen uçağın o utkulu, kulak tırmalayan garip tiz homurtusundaydı sevdiği şey: hayat, Londra, bu Haziran dakikası.”

Virginia Woolf, 28 Mart 1941’de kendisini yıllardır çağıran Hades’in ve karanlık suların çağrısına kulak vererek ceplerine doldurduğu taşlarla kendini Ouse ırmağının sularına bıraktığında, bir bakıma faşizme ve başlayan İkinci Dünya Savaşı’na karşı kendi kişisel direnişini gerçekleştiriyordu. İntihar etmeden önce bile hayatı sevme yeteneğini yitirmemişti ki, sevgili eşi Leonard Woolf’a bıraktığı notta “Sen mutlulukların en büyüğünü verdin bana… Kendi yaşamımın bütün mutluluğunu sana borçluyum… Hiç kimse bizim ikimizden daha mutlu olmamıştır” diyordu. Virginia Woolf yaşamı boyunca yaşadığı bu ölümün çağrısıyla yaşamı sevmek arasındaki çelişkiyi en iyi biçimde Mrs. Dalloway’de anlatmıştır. Kahramanları Clarissa ile Septimus da aynı çelişki ve bulanık duygular içindedirler.

Virginia Woolf önceleri bu romana “Saatler” adını vermeyi düşünmüştü. Gerçekten de saatlerin hem simgesel ve metaforik, hem de ritmik bir önemi vardır romanda. Big Ben saatinin çalışını belirterek pek çok önemli anı vurgulamıştır Woolf. Bu saatin çalışıyla romandaki karakterler arasındaki geçişleri başarıyla vermiş, kitabına saatlerin ritmini andıran bir ritim kazandırmıştır. Saatin çalışı, karakterlere her zaman bir şeyi anımsatır. Peter Walsh giderken Big Ben çalar ve Clarissa ona seslenir, “Partimi unutma” diye. Big Ben’in güçlü sesi, zamanın gücünü anımsatır. Zamanın ve saatlerin baskısına karşı tek meydan okuma ölümdür mü demek istemiştir Virginia Woolf?

SAATLER

Günümüz edebiyatının heyecan verici yanlarından biri çok sevdiğimiz bazı romanların

ve tiyatro oyunlarının üstüne kurulmuş yeni yapıtların yazılması olsa da, her zaman başarılı örneklerle karşılaşamadık. Bu yenilerin çoğu eskilerin gücüne erişemiyor, ‘mubah’ sayılan edebi hırsızlığın ötesinde bir yağma girişimi olarak kalıyor. Ama eğer başarılı bir örnekse, öncülünü daha da güçlendiriyor, yeni anlamlar kazandırıyor. Bir klasiğin çağdaş bir yapıtla güçlendirilmeye gereksinmesi olmasa bile bu çok hoş ve eğlenceli bir oyun olarak değerlendirilmeli. Zekâ, hüner ve edebi ustalık gerektiren bir oyun. Karakterlerin hayattan değil de başka bir romandan alınması o karakterlerin gücünü, çekiciliğini veya inandırıcılığını azaltmıyor. Bazı roman karakterlerinin çevrenizde yaşayan kanlı canlı insanlardan daha büyük bir gerçekliğe sahip olduklarına inanıyorsanız, başka bir romandan alınan karakterlerin de –yazar onları ustalıkla dönüştürmüşse- ilkleri kadar inandırıcı olmaması için bir neden yoktur. Sanırım, roman karakterlerinin yaşayan insanlardan daha fazla gerçekliğe sahip olmaları düşüncesine itiraz edecekler vardır. Ama hangi ölümlü varlık, yüzyıllar boyunca insanları bir Raskolnikov veya İvan Karamozov kadar etkileyebilir? Belleklerde iz bırakmış roman kahramanlarıyla oynamak risklidir; onların üstüne yazılan karakterlerin, onların gerçeklikleri altında ezilen ruhsuz taklitler veya karikatürler olarak kalması tehlikesi vardır. Bu da ilkinin parodisi olan yeni yapıtın ölü doğmasına neden olur.

Michael Cunningham’ın Pulitzer ve PEN Faulkner ödüllü Saatler adlı romanı Virginia Woolf’un ünlü Mrs. Dalloway adlı romanının kurgusu üstüne kurulmuş ilginç bir roman.

Saatler’deki karakterler, “Mrs. Dalloway”deki rollerinden farklı duruşlarıyla bir romandan doğmuş karakterlerin ötesinde kendilerine özgü kimlikler taşıyorlar. Cunningham’ın kendi hayatından da izler taşıyan karakterlerini başka bir romanın karakterleriyle kaynaştırmasında bir ustalık ve incelik var. Onlar hem Woolf’un karakterlerinin özelliklerini hem de kendi hayatlarını taşıyorlar. Cunningham, Woolf’un bilinç akışı tekniğini de ona yakışır bir ustalıkta kullanıyor.

Saatler’in (The Hours) filmi de çekildi ve çok beğenildi. Nicole Kidman Virginia Woolf’u canlandırdığı performansıyla ilk ve tek Oscar’ını kazandı (2003) Diğer iki kadın oyuncu da Meryl Streep ve Juliana Moore’du. Stephen Daldry’nin yönettiği film romana gösterilen ilgiyi artırdı.

NEW YORK’TA SAATLER

Saatler, günümüzde New York kentinde bir Haziran gününde geçiyor. Virginia Woolf’un romanı da Londra’da bir haziran gününde başlıyor ve aynı günün akşamında son buluyordu.

Saatler’de Cunningham’ın kahramanlarından biri de Virginia Woolf. Virginia Woolf’un Mrs. Dalloway romanına başlamadan önceki ruh durumunu ve onun trajik intiharını kendi roman karakterlerinin hayatlarının paralelinde işliyor yazar. New York’lu editör Clarissa Vaughan, yazar ve şair arkadaşı Richard’ın ödülünü kutlamak amacıyla bir davet hazırlıyor. Mrs. Dalloway’in kendini kanıtlama amacını taşıyan sosyetik davetinden daha anlamlı bir amacı vardır bu davetin. Aids hastalığına yakalandığı için ölmek üzere olan arkadaşına anlamlı bir jest yapmak istemektedir. Oysa Richard davete gelmek istemez, bu onun taşıyamayacağı kadar ağır bir yüktür. Clarissa’nın bu daveti düzenlemekteki amacı biraz da Richard’ın kendisine ne kadar bağlı olduğunu konuklarına göstermekten duyacağı sevinçtir. O, Richard’ın kitabının kahramanıdır ve bunu herkesin bilmesini istemektedir.

Saatler’in Öndeyiş bölümü, Virginia Woolf’un intihar ettiği akşamı anlatmakla başlıyor. Sonraki bölümün ilk satırları, “Daha çiçekler alınacak.” Bu tümceyi “Mrs.Dalloway”den tanıyoruz. Virginia Woolf’un romanı da “Mrs. Dalloway, çiçekleri kendi alacaktı.” tümcesiyle başlar. Mrs. Dalloway, aşkı, sanatı ve derin düşünceleri umursamayan sıradan biriyken, Saatler‘in kahramanı Clarissa Vaughan, zeki, duyarlı ve aydın bir kadındır. Mrs. Dalloway’in kocası Richard Dalloway, Avam Kamarası’nın saygın bir üyesiyken, Saatler’in aynı adı taşıyan kahramanı Richard, toplumdan dışlanmış, yalnız ve AIDS’e yakalanmış bir şairdir. Aslında Richard, Mrs. Dalloway’in eşinin adını taşımakla birlikte “Mrs. Dalloway”deki hassas ve çılgın Septimus Warren Smith’in karakterine ve onun seçimlerine denk düşer. Cunningham ona Septimus değil de Richard adını vermekle Richard Dalloway’in Septimus’la özdeşleşmesine göndermede bulunur. Virginia Woolf son derece sıradan bir günü ve sıradan insanları anlatırken Cunningham’ın kahramanları sıradışıdır ve romanın başından itibaren trajik bir durum söz konusudur.

Cunningham, Woolf’un, Mrs. Dalloway‘i yazmadan önceki düşüncelerini şöyle yansıtıyor: “Clarissa yoksunluk çekecek, derin bir yalnızlığa düşecek ama ölmeyecek. Yaşamı, Londra’yı çok sevmiş olacak. Virginia bir başkasını hayal ediyor şimdi, evet, bedeni sağlam ama aklı sağlam olmayan birini; biraz yaratıcılığı, biraz şairliği olan, dünyanın çarkının, savaşların ve hükümetlerin, doktorların ezdiği; teknik açıdan bakılınca deli olan biri, çünkü bu kişi her şeyde bir anlam buluyor, ağaçların duyarlı olduğunu, serçelerin Yunanca cıvıldadıklarını biliyor. Clarissa, aklı başında olan Clarissa -keyifli, sıradan Clarissa- Londra’yı sevmeye devam edecek, sıradan zevklerin biçimlendirdiği yaşamını sevmeye devam edecek ve ölecek kişi bir başkası olacak, aklını kaçırmış bir şair, bir hayalperest.” Michael Cunningham, kadınların küçük görülen, edebiyata uygun görülmeyen sıradan işlerini, bir davet için çiçek alışlarındaki inceliği, bütün o sıradan işleri yaparken hissettiklerini, evlerinin içindeki  yengilerini ve yenilgilerini olağanüstü bir ustalıkla dile getirirken edebiyatı derinden sarsacak yeniliklerin öncüsü olan Virginia Woolf’a olan hayranlığını ifade ediyor.

“Erkekler, ulusların hareketleri hakkında içtenlikle ve tutkuyla yazdıkları için kendilerini kutlayabilirler; savaşın ve tanrıyı aramanın gerçek edebiyatın tek konusu olduğunu düşünebilirler;” diye düşünüyor Virginia, Saatler’de, “generallerin yitirdiği savaşlar ne anlama geliyorsa, Clarissa için de evdeki yenilgilerin aynı ölçüde yıkıcı olduğuna okuru ikna etmek” istiyor.

Romanın diğerleriyle ilgisiz gibi görünen Laura Brown’ın hikâyesiyle ilgili bölümleri sonunda diğer karakterlerin hikâyeleriyle ustalıkla bağlanıyor. Bu üç kadının Clarissa Vaughan, Virginia Woolf ve Laura Brown’ın Mrs. Dalloway’in ekseninde anlatılan hikâyeleri, romanın sonundaki sürpriz bağlantıyla yerlerine oturuyor.  Cunningham’ın romanı hem Mrs. Dalloway‘le varoluyor hem de kendi başına bir varlık ve derinlik taşıyor. Hayatı, varoluşu ve ölümü sorgulamasıyla, saatlere verdiği anlamla Mrs. Dalloway romanına da farklı okumalar getiriyor. Onun karakterleri toplumun  alışılmış kurallarına ters düşen farklı cinsel kimliklerinin  hüzünlü çatışmasını yaşıyorlar. Cunningham’ın romanında Virginia Woolf’un eserinde varolan anlık yaşama sevinçleri, Hazirandaki o ‘an’da tüm keşmekeşiyle sevilen yaşamın mutlulukları hissedilmiyor. Küçücük mutluluklarda bundan sonraki saatlerden duyulan korku var. Cunnigham’da, Virginia Woolf’un o ince mizahını ve alaycı bakışını pek göremiyoruz. Ciddi ve hüzünlü bir atmosferin içinde ilişkilerini çözümleyemeyen yalnız kahramanlarının çaresizliği hissediliyor.

Virginia Woolf hayatının sonunda intihar etmesine karşın Mrs.Dalloway‘de hayatı sevmeyi savunuyor. Bu romanı yazarken büyük bir olasılıkla kafasındaki intihar saplantısına karşı, hayatta kalmak için nedenleri olduğuna kendini inandırmaya çalışıyordu. Cunningham’ın karakterlerini bekleyen sadece saatler, gittikçe daha ağırlaşan, boğucu saatler… İnsan ilişkilerindeki sevgisizlikten yakınıyor yazar. “Dünyada ne kadar az sevgi var” diye düşünüyor onun kahramanları. “Avunacak bir şey var,” diyor. “Ne olursa olsun, hayatlarımızın önümüzde açılıp bize hayalini kurduğumuz her şeyi sunduğu saatler var; çocuklar dışında herkes (belki onlar bile), bu saatlerin arkasından kaçınılmaz olarak başkalarının, daha karanlık ve daha güç saatlerin geleceğini bilse de. Yine de kentin, sabahın keyfini çıkarırız, ne olursa olsun daha fazlasını umut ederiz.”

Michael Cunningham, Virginia Woolf’a bir mersiye gibi de yazmış bu romanı. Saatler ile Woolf’u bir kez daha yüceltiyor. Zekice kurgulanmış romanıyla sanatı ve edebiyatı kutsuyor. Bu roman bir başka romanın çocuğu ama yine de onun içinde acıları, sevinçleri ve hüzünleriyle hayat var. Mrs. Dalloway‘den doğan, onun önünde saygıyla eğilen farklı bir roman var.

https://oggito.com/icerikler/140-yasinda-virginia-woolfa-cicekler-almak-mrs-dallowayden-saatlere-farkli-okumalar/67276

Mrs. Dalloway, Tomris Uyar, İletişim Yayıncılık, 2004

Saatler, Çev. İlknur Özdemir, Can Yayınları, 2000,

Saatler, Çev. İlknur Özdemir, Kırmızı Kedi Yayınları, 2017