Arap Baharı’ndan kadın hikayeleri: Vazgeçmenin geleceği yok

Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasındaki “Arap Baharı”nın başlangıç noktası Tunus’ta Muhammed Buazizi adlı bir gencin, seyyar satıcılık yaptığı arabasına el konulması ve yetkililerce uğradığı kötü muamele nedeniyle 17 Aralık 2010’da kendini yakması oldu.
Bu olayın ardından Tunuslular, kitleler halinde sokağa döküldü.

Tunus’u 24 yıl demir yumrukla yöneten Zeynel Abidin bin Ali’nin 14 Ocak 2011’de ailesini de yanına alarak ülkeden kaçmasıyla Arap Baharı’nın fitili ateşlendi.

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki demokratik protestoların başlamasından on yıl sonra, otoriter rejimlere karşı, insan onuru ve siyasi reformlar için mücadele bölgedeki birçok aktivist için bitmiş sayılmaz.

Tam tersine Mısır, Suriye ve Tunus’tan üç hikaye – geçmişten kalan devasa yüke ve şiddetli aksiliklere rağmen mücadelenin devam edeceğini gösteriyor.

Zira bu coğrafyada ”vazgeçmek ölmek demektir…”

İşte bu yüzden hikayelerine yer verdiğimiz Mona Seif, Ola al-Jundi ve Ramy Khouili’nin başka bir seçeneği yok…

Mısır:

Mona Seif hiçbir zaman siyasi aktivist olmayı amaçlamadı. Aksine, siyasallaşmış anne ve babasına daha erken yaşta bunun için isyan etti. Bir insan hakları avukatı olan baba ve bir üniversite profesörü olan anne, evde durmadan Mübarek rejiminin suçları, yolsuzlukları ve baskıları hakkında konuşuyordu. Buna rağmen Mona siyasetle ilgilenmedi ve hiçbir şey yapmak istemedi – ta ki siyasetin onu zalimce yakalamış olduğunu anlayana kadar…

Mona, Cumhurbaşkanı Abdelfatah al-Sisi’nin yeni rejiminin ürettiği şiddetinin artık hayatında sürekli bir arka plan gürültüsü olduğunu söylüyor. Kahire’de yaşayan 35 yaşındaki kanser araştırmacısı bu ünlü kadın ve ailesi 2011 devriminden bu yana Mısır’daki mücadelenin ilgi odağı oldu. Ülkedeki ‘devrim’ sonrası geçen on yıl, Seif ailesinin üzücü hikayesinin bir özeti ve devletin acımasızlığı ile güçlü bir kadının dayanıklılığı arasında geçen bu hikaye halen devam ediyor.

Sonu ya özgürlük ya da kalıcı bir diktatörlükle bitebilecek bir hikaye…

Mona ilk başlarda babasının neden hapishanede olduğunu anlamamıştı. Bir suçlunun kızı mıydı? Babası 2007’de, ülkedeki tutuklu avukatlarla dayanışmak için bir sendika tarafından düzenlenen gösteriye katılmıştı. Gösteri sonrası babası ve babasının birçok arkadaşı tutuklandı. Ünlü bir yazılım geliştiricisi ve blog yazarı olan kardeşi Abdelfatah da kısa bir süre sonra rejimin pençesine düştüğünde, Mona için tek bir yol kalmıştı: Kendisi de artık muhalif olmak zorundaydı…

Eşit olmayan güçler arasındaki yorucu kavga asla bitmez

Mona bir söyleşisinde siyasallaşmasının Mısır’ın ünlü aktivistlerinden Khaled Said’in ölümünden sonra gerçekleştiğini söylüyor. Said, 6 Haziran 2010’da İskenderiye’de polis tarafından sokakta düpedüz linç edilmişti. Bunu ülke çapında bir protesto dalgası izlemişti. İnternette ve yerel protesto gruplarında bulunan her sosyal çevreden insanlar sokaklara dökülmüş ve adalet talep etmişti…

”Khaled Said’in kaderi benim hayatıma ve ailemin geçmişine bir köprü oldu. Kendimi bu kaderin içinde buldum ve bir daha asla böyle bir şey olmasını istemedim.Kimsenin başına böyle bir şey gelmesin diye kendimi sorumlu hissettim” diyor Mona.

“ Bizi öldürmeyin!”

Bu Mona’nın arayıp bulduğu ve bugüne kadar düzenli olarak tekrar ettiği bir slogandı. O dönem mücadele bu slogan ve onun içerdiği yaşam talebi etrafında geçti ama bu Mısır’da bir slogandan ve talepten çok daha fazlasıydı.

2011’den sonra milyonlarca insan farklı duygulardan oluşan bir kokteylde birleşmişti: Dayanışma, empati, öfke, üzüntü, cesaret, güçsüzlük, kızgınlık, çaresizlik ve umut aynı anda birlikteydi. Ancak Mısır devleti ülke çapındaki protestolara orantısız polis şiddetiyle karşılık verdi.

On yıl sonra da ülkedeki durum sakinleşmedi. Mona, on yıldır devam eden; Mübarek’ten, Mursi, ondan Sisi’ye geçen dönemde zulme karşı sürekli mücadele etti ve bunun bedelini ödedi. Şimdi basit bir talebi dile getiriyor: İstediğim sadece bir mola, molaya ihtiyacım var. Hepsi bu kadar.” diyor.

İnsani bu talebin ama Mısır’da karşılanması imkansız gibi. Çünkü öncesi ve sonrasında Arap Baharı’nın polis, ikence ve hapishane yönetim biçi olarak devam etti. Binbir umutla katıldıkları Arap Baharı’nda sadece anne ve babası değil, biri Mısır’da ünlü bir film yapımcısı olan (Senaa Seif) üç kardeşi de defalarca polis karakollarına, mahkeme salonlarına ve son olarak da hapishane hücrelerine konuldu. Hepsi de ‘terörist’ olarak damgalandı. Hepsi de işkence gördü ve özgürlüklerinden mahrum edildi.

Mona, on yıldır sevdiklerinin özgürlüğü için durmaksızın savaşıyor ve şimdi “ artık kendimi yorgun hissediyorum. Yorgunuz ve daha fazla gücümüz yok ” diyor.

Sürekli baskı ve onun yarattığı stresle geçen on yılın ardından, ”eşit olmayan güçler arasındaki yorucu kavga asla bitmez” diyor. Bunu diyor fakat, pes edecek gibi de görünmüyor. ”Ama ne kadar yorucu olsa da insanlığımı silmelerine asla izin vermeyeceğim” diyor ve ekliyor:

Geri adım atma seçeneğimiz yok çünkü, vazgeçmek ölmek demektir…”

Suriye :

Ola el-Jundi, mülteci kampında sadece etrafı çocuklarla çevrili olduğunda kendini iyi hissediyor. 48 yaşındaki lise öğretmeni Lübnan’ın Bekaa ovasında Suriye’den kaçan çocuklar için bir ilkokulda görev yapıyor . Sınıf tahta ve brandadan yapılmış. İçeride öğrencilerin kendi boyadıkları resimleri asılı Ola el-Jundi, özenle çizilmiş örgüleri ve at kuyruğu saçlarıyla bir grup küçük kızın önünde mutlu bir şekilde duruyor. 

El-Jundi çok mutsuz biri. Arap Baharı ile birlikte başlayan Suriye devrimine dair anılarını gözyaşları içinde anımsıyor. 2011’de onun için her şey doğduğu ve hayatının çoğunu yaşadığı köyünde başladı. Hama’dan uzak değil bu köy ve Salamiya olarak adlandırılıyor. Köyün ismi Arapça barış anlamına gelen Salam kelimesinden üretilmiş.

Barış köyünde dünyaya gelen ve orada büyüyen El-Jundi Suriye’de neden barışçıl bir çözüm bulunamadığı sorusunu on yıldır durmaksızın kendisine soruyor. Bir cevap arayışı var ve bulamıypr. Bulacağı cevabının bundan sonraki hayatını belirleyeceğini biliyor ancak aradığı cevabı bulamıyor ve Suriye iç savaşı devam ediyor…

Ola El-Jundi’nin öğretmen olan babası, muhalefetteki Suriye Komünist Partisi üyesiydi. Salamiya’da insanlar günlük yaşamla başa çıkmada her zaman birbirlerine destek olmuşlardır. Ola al-Jundi sekiz kardeşten biri olarak topluma bir şeyler geri vermek istediğine erken karar verdi. Bunun için belirleyici fırsat 28 Mart 2011’de doğrudan köyünde ortaya çıktı. Esad rejimine karşı ilk gösteri Hama çevresindeki bölgede gerçekleşmek üzereydi…

“ O zamanlar gerçek bir devrimdi ama rejim ayaklanmaları ‘Şiilere karşı Sünniler’ olarak yorumlamaya ve mezhep düşmanlığı olarak değerlendirmeye çalıştı ama devrimimiz başından beri herhangi bir mezhepsel ya da dini savaştan daha öte bir şeydi ” diyor.

” İki küçük çocuğumu gösteriye yanımda götürdüm ” diye gülerek devam ediyor. Bugünün bakış açısından riskli bir karar. Ancak o sırada rejimin gücünü güvence altına almak için ne kadar ileri gideceğini bilmiyorlardı. O zamanlar çocukları gösteriye götürmek doğru geldi. Ola el-Jundi, Esad rejimine muhalefetini asla gizlemedi. Köydeki diğer aydınlarla – öğretmenler, doktorlar ve gazeteciler – halka şimdi kendi hakları için ayağa kalkmanın neden önemli olduğunu açıkladılar.

Ola el-Jundi, köylülerin dörtte birinin derhal ikna olduklarını, yaşadıkları baskı yüzünden buna hazır olduklarını tahmin ediyor.

Sırf rejime karşı bir gösteri yürüyüşü yaptıkları için zira herhangi bir diktatörü kızdıran talepler taşıyan pankartlar taşıdılar: ”Adil seçimler, demokratik bir anayasa, evrensel insan hakları, basın özgürlüğü, işçiler ve çiftçiler için sosyal adalet” istediler ve bu yüzden hayatlarını riske ettiler…

Esad’ın gitmesini istemenin ‘harika bir duygu” olduğunu ifade eden El Jundi, bunu istedikçe kendimi bir özne, bir tarih yapıcısı gibi hissediyordum” diyor.

Gösterileri barışçıldı ancak rejim bunu önemsemedi, aksine düşmanlık olarak değerlendirdi ve gösterilerin ardından Salamiya’ya yönelik baskılar gündeme geldi. Askerler köyü bastı ve Esad rejiminin gizli servis elemanları köylülere işkence etti. El Jundi de gözaltına alındı, tutuklandı ve işkence gördü. 2012’nin sonunda serbest bırakıldığında, birçok şeyin değiştiğini fark etti. ”İran ve Ruslar devreye girmiş, Suriye halkının devrimini gayri meşru ilan etmişlerdi…”

Zaman içinde Suriye’de halkın özgürlük ve insanca yaşam talebi: devrim isteği unutuldu ve ülke büyük güçlerin çıkar çatışmalarının sürdüğü bir savaş alanı haline geldi.

Suriye enkaz haline geldi ancak Ola el-Jundi de özgür ve barışçıl bir Suriye ütopyasına inanmaktan asla vazgeçmedi…

”Çocuklarıma daha iyi bir ülke vermek istedim, bundan vazgeçemem” diyor.

El-Jundi bugün ” Bu kadar acı verici olsa bile devrimimizin ilk günlerini, haftalarını ve aylarını sevgiyle hatırlıyorum ” diyor. Melankolik tonlar hafızalarına karışıyor çünkü, sonrasında yaşanan gerçekler acı veriyor. İsveç’te yaşayan oğlundan ve Kanada’da okuyan kızından uzakta, sığınmak zorunda kaldığı Lübnan’da yaşıyor. Anne babası ve kardeşlerini  kaybetmiş. Çok acı çekse de devrime katılmayı anneliğinin bir parçası olarak görüyor.

Suriyeli anneleri de ”süper güçlerini asla küçümsememeleri” konusunda uyarıyor ve olan biteni izledikçe acı acı gülümsüyor…

Tunus: 

Ramy Khouili ilk başlarda Tunus’taki o büyük gösteriyi kaçırdı. Sokaklar o kadar kalabalıktı ki o ve arkadaşları merkeze bile ulaşamadı. 13 Ocak 2011 gecesi heyecan yüzünden zar zor uyumuşlardı, ancak ertesi günün erken saatlerinde başkentin göbeğindeki büyük Avenue Bourgiba’nın bir yan sokağından öteye gitmediler. Bütün ülke ayaklarının üzerinde görünüyordu.

14 Ocak 2011’de son dakika haberleri kitlelere ulaştı: Uzun süredir iktidarda olan diktatör Zine el- Abidin Ben Ali, eşi Leila Trabelsi ve en yakın sırdaşı ile bir uçakla Suudi Arabistan’a kaçmıştı.

Halk diktatörlüğü yenmişti ama buna inanmak kolay değildi.

“ Bir arkadaşım beni 13 Ocak 2011’de aradı ” diye hatırlıyor Khouili “ve bana şöyle dedi:

”Ramy, haklarımız, özgürlük için sokaklara çıkıp gösteriye devam edelim!” Bu cümleyi, herkesin ve her şeyin dinlendiği bir ülkede telefonda formüle etmek, bir cesaret sınavından daha fazlasıydı. Ramy, net ve tutarlı bir şekilde anlatabilen ve etkileyici bir şekilde güzel bir kadındır. Bununla birlikte, o zamanki coşkuyu hatırladığında, hayatındaki bu belki de en büyük olayı kelimelere dökmenin gerginliğini hemen fark edersiniz.

O zamanlar 20 yaşındaydı ve Tunus şehir merkezinde arkadaşlarıyla birlikte durup sıkışıp kaldığında, geleceği için endişelendi. Ve aynı zamanda kendi kendine şöyle düşündü: “ Bu gösteri benim geleceğim…” 

Bununla birlikte her gün, her şeye kadir polis devleti efsanesi ve rejimin en etkili kontrol aracı olan korku ortadan kalkıncaya kadar  çok hayal kırıklığına uğradı. Tunus’ta her şey sessizdi : Öğretim kurumları, bürokrasi, üretim tesisleri, özel sektör… Baskı aygıtının bir parçası olmayanlar gösterilere gidiyordu ve artık gösterilerin ​​tam ortasındaydı: “ Biz Tunuslular için en büyük ders, Ben Ali rejiminin kendisini bir polis devleti olarak sunmakta başarılı olduğudur” diyor.

Bugün, Aralık 2010 ve Ocak 2011’deki ” o çılgın günleri ” hala iyi hatırladığını söylüyor. 31 yaşındaki aktivist, üniversite sınavlarına hazırlanmanın tam ortasındaydı. Bu süre zarfında, genç Tunuslular tam anlamıyla merkezi bir görev üstlendi ama toplum sessizdi. Aileler artık ”gösteri yapamaz veya politik düşünemezsiniz” diyordu. Oysa diktatör gitmişti ama sistemi yerli yerinde duruyordu. Bu yüzden de ilerlemek gerekiyordu ama artık yalnızlardı.

Khouili’nin eski lisesi Tunus şehir merkezinde yer almaktadır. Bin Ali yönetimindeki polis devletinin kalbi olan İçişleri Bakanlığı’na sadece kısa bir yürüyüş mesafesindedir. Rami Khouili ​​bazen orada eylemcilerin oturma eylemleri düzenlediğini, baskıya rağmen polis tarafından acımasızca dövüldüğünü ve tutuklandığını izledi. Bin Ali sonrası da bu görüntüleri izlemek ızdırap vericiydi.

2010 ve 2011’deki ilk gösterilerden sonra, genç Ramy ve ​​milyonlarca diğer Tunuslu birlikte başardıklarından gurur duydu. Ama ne bekleyeceklerini bilmiyorlardı. Sadece diktatöre karşı tarih yazdıklarını biliyorlardı. Korkuyu yenmek için doğru karar buydu ve yendiler. Sonrası için, “Sadece rahatladım” ​​diyor. ”Ama uzun sürmedi…”

Son on yılda birçok siyasi alanda ve çeşitli kuruluşlarda çalıştı: AİDS önleme merkezinde, azınlık koruma kurumunda ve Avrupa Birliği ile ilgili politik araştırma merkezlerinde. Onun görüşleri, yaparak öğrenmenin tüm bir bölge için bir model olacağına işaret ediyor ancak, sistemin kalın duvarlarını aşmak hala mümkün görünmüyor.

Bu da toplumdaki demokratikleşme sürecinin tıkandığına işaret ediyor. Ramy, ”Birçoğunun her zaman hayranlıkla bahsettiği ‘Tunus istisnasına’ inanmıyorum. Biz Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da diğer demokrasi hareketlerine kıyasla Tunus devriminin başarısını gösterdik ama ‘Tunus istisnası’ ileri gitmiyor çünkü, şimdiki dinamikler tamamen farklı.” diyor.

Ne de olsa 2011’de Tunus’ta rejimi çökerten hareketi tetikleyen esas olarak ülkenin bölgeleri arasındaki ekonomik eşitsizliklerdi ve bu devam ediyor. Rami, Avrupa’nın o dönemdeki politikasını unutmuyor. O ve arkadaşları 2011’in başlarında sokaklarda hayatlarını tehlikeye atarken, Fransa’nın sağcı muhafazakar Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, halk hareketini bastırması için Bin Ali rejimine destek önermişti. ”Sarkozy, diktatör ile mükemmel temaslara sahipti ve diktatörlükteki birçok etkili figürle iyi arkadaştı” diyor.

Mücadeleyle geçen on yılın ardından Tunuslu genç aktivist, sosyal reformları zorlamak, ekonomik durumu istikrara kavuşturmak ve artık Tunus anayasasında güvence altına alınan insan haklarını uygulamak için ülkede bir seferberliğin gerekli olduğunu söylüyor.

Çünkü insanlar hala pervasızca ayrımcılığa uğramaya devam ediyor. Çünkü hala insanların özgür davranmaları, aşklarını yaşamaları suç sayılıyor. Anayasa metni açık olmasına rağmen azınlıklara ve kadınlara ayrımcılık yapılıyor. Kısmen sömürge döneminden kalma Tunus ceza kanunu hala işlerliğini sürdürüyor. Yasalar, anayasa ile uyumlu hale getirilmedi çünkü, diktatörden kalma kurumlar lağvedilmedi ve onların engelleri devam ediyor.

Rami de bu nedenle vazgeçmek istemiyor. Hayatını tehlikeye attığı, uğruna ailesini ve çok değerli arkadaşlarını feda ettiği özlemlerinden vazgeçmek istemiyor…

Çünkü o da, ”vazgeçmenin geleceği yok” diyor ve bu anlamda onun için devrim devam hala ediyor…

/de/hbs)