Günay Aslan: Yeryüzünden yıldızlara giden yol…

Her hayatın bir hikayesi, her hikayenin bir sesi, her sesin bir şifresi var. Hikayenin başladığı yer sesin işitildiği, hikayenin sona erdiği yer sesin kesildiği, hikayenin anlam kazandığı yer şifrenin ortaya çıktığı yerdir… 

Hayat hikayedir, hikaye sestir, ses şifredir…

‘’Sesimiz varlığımıza giden yolu açar’ diyen Alman dilbilimci Eckert’a göre, ’ses kişiliğimizin bir ifadesidir’. Ses, ruh ve kişi arasındaki bağlantıyı araştıran Eckart, ‘İnsanlar ve Sesleri’ adını verdiği çalışmasında, ‘kişi’ kelimesinin ‘ses çıkarmak’ anlamına gelen Latince ‘personare’ kelimesinden türetildiğini söylüyor. Bir insanın yüzünü tanıma ile sesini tanıma arasındaki sürenin de aynı – saniyenin beşte biri kadar- olduğunu belirtiyor…

İnsanı görebilmesi için konuşması gerektiğini söyleyen, sesin sinyallerinden yola çıkarak insanın kişiliğini çözen Sokrates ise bundan 2 bin 400 yıl kadar önce, ‘Konuş ki seni göreyim’ demişti. Hayatını konuşarak geçiren Sokrates’e bir gün Atinalı bir tüccar gelir. Tüccar yanında oğlunu da getirmiştir. Atinalıların  ‘insan sarrafı’ olarak gördükleri Sokrates’ten oğlunu -yetenekleri açısından- değerlendirmesini ister. ‘Peki’ der Sokrates ve çocuğa döner: ‘Konuş ki seni göreyim…’

Sokrates’e göre ses ruhun şifresidir ve insanın kişiliği sesinde gizlidir. Bilim insanlarına göre de insan en çok sesine benziyor. Bir insanın iyi mi, kötü mü, samimi mi, sahtekar mı olduğunu sesi ele veriyor. Alman bilim insanı Martin Ptok, ‘Hiçbir ses sahibini gizleyemez’ derken bu gerçeğe dikkat çekiyor.

Sesler de – insanlar gibi- çeşit çeşittir. Bazı seslerin güçlü bir kimliği vardır, bazıları ise cılız ve kimliksizdir. Bazı sesler içtendir, bazıları sahtedir. Bazıları  güç verir, bazıları tüketir. Bazı sesler endişelidir, bazıları sakindir. Bazıları huzur verir, bazıları huzur bozar. Bazı sesler zehirlidir, toksin üretir, bazı sesler ilaç gibidir ve insana iyi gelir. Bu yüzden bazı sesleri can kulağıyla dinleriz, bazılarından ise köşe bucak kaçmak isteriz. 

Elbette insan için ses vermek sadece konuşmak değildir. Ses konuşmaktan, bir amaca ulaşmaktan çok daha fazlasıdır. Ses özünde bir iletişim aracından çok, hayatı yapan temel bir araçtır. Sesimiz özünde içimizdeki ışığın bir yansımasıdır…

Dolayısıyla içindeki ışığı güçlü olan insanların sesleri, hikayeleri ve hayatları bildiğimizden çok daha fazladır. Ayrıca böylesi insanlar hayatları sona erse de geride bıraktıklarıyla yaşamaya devam ederler. Elbette her insan hayata kendi hikayesini yaratmak, geride anlamlı bir eser bırakmak için geliyor ancak herkes de bunu başaramıyor. Her insan geride anlamlı bir hikaye bırakamıyor. Genelde normal insanların bir hikayesi olmuyor. Hikayesi olanlar hayatın amacını keşfe çıkanlar ve bunu başaranlardır. Hikayesi olanlar içlerindeki ışıkları güçlü ve parlak olanlardır. Bunlar hayatlarını, ‘bir gözyaşı ve bir gülümseme’ olarak geride bırakan özel insanlardır.

Ardında, ‘hayatın sırlarını anlatacak bir gözyaşı ve insanı anlamlı kılacak bir gülümseme’* bırakan özel insanlar, bütün zorluklarına karşın içlerindeki ışığın peşinden giderler ve bedeli ne olursa olsun kendi hayatlarını kendileri inşa ederler. Zira onlar için yaşamak demek, kendi varlığının peşinden koşmak, varoluşun evrensel hikayesini yazmak demektir…

3 yıl önce bugün aramızdan ayrılan Leyla da kendi hikayesini yazmak için kendi varlığının peşinden koşan özel bir insandı. Leyla, bir kadın, bir Kürdistanlı ve bir özgürlük savaşçısı olarak kendini, içsel değerleriyle uyumlu olarak inşa etmenin, emeği, mücadelesi ve özgür iradesiyle kendi özgün eserini üretmenin peşindeydi. Hayatı boyunca bunun mücadelesini verdi. Hayatına bir anlam kazandırmak ve arkadan gelenlere anlamlı bir hikaye bırakmak için içindeki parlak ışığın ardından gitti. Uzun ve zorlu bu yolda özenle, özlemle ve cesaretle direndi.  

Leyla, geride anlamlı bir hikaye bırakabilmek uğruna girdiği zorlu yolda yaşadığı kırılmalara rağmen bir gün olsun bile umudunu yitirmedi. On yıllarca umutla, ısrarla ve inatla ilerledi. Onun umudu biz hazine gibi göğüs kafesinin içinde ve gözlerinin derinliğindeydi. Yol boyunca yaşadıklarına karşın; sesine ve gülüşlerine çöken o gölgeli derin hüzne karşın içindeki ışığın sönmesine; umudun göğüs kafesini delip geçmesine, gülüşlerinin ilham veren büyüsünü yitirmesine izin vermedi. 

Direndi, mücadele etti ve içindeki ışığın peşinden gitmeye devam etti. Kürtlerde hiçbir şeyin değişmeyeceği ve hiçbir şeyin düzelmeyeceği kadim kötü düşünceye rağmen, bir gün her şeyin yoluna gireceği, hayatın direnişleri sayesinde Kürtleri de değiştireceği, dönüştüreceği ve düzelteceği; tarihin akışı içinde Kürtlerin de hak ettikleri saygın bir yere gelecekleri inancını yitirmedi, buna izin vermedi.

Leyla için hayat özünde bir umut hikayesiydi. Ona göre umutsuz birinin hikaye yapması mümkün değildi. Umudunu kaybetmiş birinin kaybedecek başka bir şeyi olmadığını en iyi Leyla biliyordu ve böyle bir son yaşamak istemiyordu. İçinde bir hazine, bir güç kaynağı olarak taşıdığı umudu olmasa bu zorlu yolculuğa katlanamazdı. Umudu olmasa her defasında yeni bir başlangıç için ayağa kalkacak gücü kendinde bulamazdı. 

Leyla, kendisiyle özdeşleşen inadıyla her aşamada umuda sarılan ve düştüğü, yaralandığı her defasında önünde daha büyük ufuklar açmayı başaran biriydi…

Leyla’nın hikayesi aslında, kaderi içine yazılmış meşe palamudunun hikayesiydi. Hikayenin peşinden gitmek, palamutun içindeki şifreyi çözmek meşenin olduğu gibi Leyla’nın da kaderiydi. 

Kaderi onun tercihiydi ve bu tercihi nedeniyle bir haziran günü Van’da duyulan sesi yine bir haziran günü Kobani’de kesildi. Gomidas, ‘önce sesler gider, sonra da insanlar‘ demişti. 23 Haziran 2020’de akşam saat 19: 37’de, Kobani’nin Helince köyünde Emine Weysi’nin evinin bahçesinde önce sesi sonra da Leyla’nın kendisi gitti…

Leyla’nın ruhu, o çok sevdiği Kobani’de sonsuzluğa doğru yükselişe geçti… 

Ancak her şey o gün ve orada bitmedi. Aksine sesi ve hikayesi Leyla’dan sonra da yaşamaya devam etti. Hayat, onun hikayesini o gittikten kısa bir süre sonra evrensel bir melodi haline de getirdi.

Hayat; Leyla’nın Kürt özgürlük mücadelesine kadın özgürlükçü bir perspektif kazandırılması amacıyla kadın yoldaşlarıyla birlikte Zağroslar’da ‘bağımsız kadın bölüğünde’ attığı adımı; Kürt kadınlarını kendi varoluşlarının öznesi, kendi hikayelerinin kahramanı haline getirecek olan o tarihi adımı, Jin- Jiyan- Azadi adı verilen muhteşem bir senfoni olarak düzenledi.

Ve böylece Leyla’nın hikayesi evrensel bir anlam kazandı ve sesindeki şifre de ortaya çıkarak, tüm dünyaya yayıldı.

Leyla’nın, evimizin önündeki kavak ağacıyla birlikte uzayan saçları, kadınların özgürlük, eşitlik ve adalet kavgası verdikleri her yerde bir bayrak gibi dalgalandı.

Şifre, Kürdistan’da yaratılan, orada toplumsallaşan ve tüm dünyaya yayılarak evrensel kadın mücadelesine damgasını vuran Jin- Jiyan- Azadi sloganıydı.

Bu anlamı üretenler ve şifreyi çözenler yeryüzünden yıldızlara giden zorlu yolu seçen** Kürdistan’ın özgürlük perileri ve özgürlük şövalyeleriydi…

Leyla’ya ve bu muhteşem senfoninin ilham perisi olmayı başaranlara; kendi varoluşlarının peşinden koşarak kendi hikayelerini yaratanlara selam olsun, aşk olsun…

Onur ve ışık sonsuza kadar onlarla olsun…

*Cibran

**Seneca