Lucía Rayas Velasco ile Latin Amerika’da Toplumsal Cinsiyet Mücadelesi Üzerine

Çağdaş Meksika tarihi ve toplumsal cinsiyet araştırmalarına odaklanan Meksikalı akademisyen ve çevirmen Lucia Rayas Velasco ile Latin Amerika’da toplumsal cinsiyet mücadelesinin tarihine odaklanan bir söyleşi gerçekleştirdik.

Begüm Zorlu

2020’nin son günlerinde Meksikalı akademisyen Lucia Rayas Velasco ile akademik çalışmaları ve Latin Amerika’da toplumsal cinsiyet mücadelesinin seyrine odaklanan, daha çok bir sohbet şeklinde gerçekleşen bir mülakat gerçekleştirme şansım oldu. Kendisi, aynı zamanda feminist bir aktivist ve “Latin Amerika’da Sürgün ve Sürgün Siyaseti” (La política del destierro y el exilio en América Latina) ve “Cinsiyet Adaleti ve Yasal Çoğulluklar: Latin Amerika ve Afrika perspektifleri” (Justicia de género y pluralidades legales: perspectivas latinoamericanas ve africanas) gibi kitapları tercüme etmiş deneyimli bir çevirmen. Lucia ile konuşmak, örnek vakalar ve deneyimler hakkında bilgi alışverişi yapmak, benim açımdan son derece ilham verici oldu. Sohbetimiz sırasında Meksika ve Türkiye arasındaki ortak noktaları keşfetmek de ayrıca ilginçti.

Lucia’nın araştırmaları, toplumsal cinsiyet çalışmaları ve Meksika tarihinin farklı yönlerine odaklanıyor. Kendisinin çalışmalarından ortaya çıkan sorulardan biri şu: “Kadınlar savaş karşısında kendilerini nasıl konumlandırıyor?” Bu, soru hala önemini koruyor. Kendisiyle yaptığımız sohbetten sonra bu soru, bu konumlandırmanın sonuçları, farklı bağlamlardaki ve koşullardaki dönüşüm biçimleri üzerine daha çok düşünmeye başladım.

Lucia, Armadas isimli derlemeye yaptığı katkıda kadınların gerilla hareketlerinde bile nasıl geleneksel roller oynadıklarını inceledi. O da, diğer teorisyenler (Enloe, D’Amico ve diğerleri) gibi, “cinselleştirilmiş tahakküm ordunun ideolojik yapısının bir parçasıdır” fikrini savundu ve kadın bedeninin/cinselliğinin özellikle ordu – ulusal silahlı güçler ya da gerilla örgütü – içinde kontrol altına alınma biçimlerini inceledi.

Dolayısıyla ben de konuşmamıza savaşın kadınların kimliklerini şekillendirmedeki rolü üzerine söylenebilecekler ile başlamak istedim. Bu soru ile mülakata başladım.

Begüm: Çatışma araştırmalarında kadınlara özne olarak nasıl daha fazla bakabiliriz? Kadınların özne olarak var olma yolları nelerdir?

Lucia: Literatürde, kadınların savaş durumlarındaki mağduriyetlerine vurgu yapılsa da çatışmada oynadıkları rollere çok az önem veriliyor. Geleneksel olarak sembolik düzeyde, kadın fikri ile annelik, bakım ve ulus fikrini eşitleyen bir bağlantı kuruluyor. Bu ulusun korunması gerektiği fikrini içeriyor. Tarihsel olarak ileri sürülen başka argümanlar olsa da, herhangi bir silahlı çatışmada savaşçı olarak yer alan kadınlara yönelik en güçlü muhalefetin kaynağı bu. Her şeye rağmen, kadınlar, genellikle bariz toplumsal sivil rollerinin (silahlı oldukları durumdaki rollerinin tersi) ötesine geçerek savaşın bir parçası oluyorlar.

Benim araştırmam çeşitli silahlı bağlamlarda kadınları inceliyor. İlk başta, ister gerilla hareketi gibi resmi olmayan bir orduda ister uzun süreli, resmi ve kurumsallaşmış bir orduda olsun, kadınlar silahlı katılımı seçtiğinde neyin değiştiğini anlamaya odaklandım. Sorum, bu katılımın zamanla kadının toplumdaki rolünde ve toplumdaki “yeri” algısında herhangi bir değişikliğe neden olup olmadığıydı. Bu araştırma El Salvador ve ABD’ye odaklandı. Birincisinde gerilla ordusuna, ikincisinde düzenli orduya baktım.

Bu araştırmayı yürütürken, ilk ortaya çıkan sorulardan biri, kadınların neden orduya katılmayı seçtiğiydi. ABD örneğinde, bazı kadınlar bir eğitim seçeneği olarak orduya kaydolmaya karar veriyorlar: ABD’de, orduda birkaç yıl karşılığında size üniversite eğitimi veren bir program var. Diğer kadınların motivasyonu ise ihtiyaçtan, düzgün işlerden veya çalışma koşullarından yoksun olmaktan kaynaklanıyordu. Bir diğer yandan, gerilla ordusu örneğinde, kadınların çoğu, hükümetleriyle savaşmak üzere ideolojik bir taahhüt olarak silahlı güce katılmıştı. Gerilla olup halk ordusuna katılarak rejime karşı militanlara dönüşmüş oldular. Bu iki örnekte de kadınlar mağdur özneler gibi davranmadılar. El Salvador’da kadın-gerillalar fikri daha yaygın hale geldi, ancak tanıklıklarda görüldüğü gibi, bu kadınlar yine de kendilerine duyulan şaşkınlıktan ve cesaretlerine gösterilen hayranlıktan muaf değillerdi. ABD’de kadın-asker fikri, toplumda daha doğal hale geldi. Bazı popüler medyada kadın askerlerin erkeklerle eşit olarak tasvir etmesi son derece ilginç. On yıl önce okuduğum “Annem Savaşa Gidiyor” başlıklı bir makale vardı. Bu makaleyi sembolik olarak tercüme ederseniz bu “tamam millet savaşa gidebilir” demekti.

1979 ve 1992 yılları arasında, silahsızlanma görüşmeleri ve seçimlerle sonuçlanan bir iç savaşın yaşandığı El Salvador örneğinde, kadın gerillalar yaklaşık on yıl süren ve sonra kaybedilen bir devrim için mücadele ettikten sonra yeniden geleneksel kadınlık rollerine hapsedilemezdi. Seçimler olduğunda halk büyük ölçüde faşist rejime oy verdi. Pek çok kadının deneyimlediği öznelik, ister silahlı cephede ister başka pozisyonlarda olsun, onların uluslararası bağlantıları olan canlı kadın STK’ları kurmalarını sağladı. Bu, Latin Amerika’nın feminizmi bağrına bastığı bir dönemde gerçekleşti. Geri gitmediler. Onların bu öznelikleri kadın hakları için yoğun bir çalışmaya evrildi. Bugün El Salvador’da kadın STK’larının çalışmaları çok çeşitli alanları kapsıyor. El Salvador, yıllarca süren iç savaşın bir yan ürünü olan çete şiddeti gibi ciddi zorluklarla karşı karşıya kaldığı için, bu STK’ların çalışmaları daha da önemli hale gelmiş durumda.

Şiddeti, savaşı deneyimlemek, ister kadın ister erkek olsun kimseye dokunmadan geçip gitmez. Kimlikler ve özneler, her açıdan, bu olaylar tarafından şekillenir. Savaşçı kadınlar, şiddetin var olduğu bir durumda aktif bir rol oynarlar ve bununla sarsılırlar. Bu, barış zamanında çok yönlü bir şekil alır ve ayrıca kadınların karşılaştığı toplumsal tepkiye de bağlıdır. Şimdiye kadar, yüzeysel de olsa, araştırdığım iki vaka hakkında konuştuk.

Her şeyde olduğu gibi bu konuda da tarihe bakılmalı. İkinci Dünya Savaşı, çok sayıda kadının evde veya çatışma hattında, genellikle sağlık bakımı ve yiyecek sağlama gibi kadınsı rollerle katıldığı bir çatışmadır. Çoğu feminist analizin kaynağını bu uluslararası çatışma konusunda yapılan incelemeler oluşturur. Örneğin, militarizm ve cinsiyet konusunda uzmanlaşmış bir teorisyen olan Cynthia Enloe, “Bir Tas Çorba Nasıl Militarize Edilir” adlı bir makale yazdı. Bu makale, militarizmin günlük yaşama sızma ve silahlı çatışmalara karışmış bir toplumun parçası olma biçimlerini ve bunun nasıl toplumsal cinsiyet rollerini pekiştirdiğini (militaristleşme erkeklerin “erkek gibi” davranmasını talep ederken kahramanlık, cesaret, onur, yani sembolik düzeyde bütün erkeksi özellikleri bekler- kadınlar için de onlardan beklenen geleneksel roller vurgular) ele alıyor.

Meksika’ya dönersek 2006 yılında cumhurbaşkanının uyuşturucuyla savaş çağrısı yapmasından bu yana, ülkemiz giderek daha fazla askerileşti. Mevcut hükümet (2018’den beri), “sol” bir hükümet olmasına rağmen, askerin varlığı konusunda, orduya demiryolu ve havaalanı yapımı gibi görevler vererek ısrar etti. Artık toplum olarak, sokakları asker taşıyan askeri kamyonetlerle paylaşmaya alıştık. Benim kuşağımdakiler – ben 1950’lerde doğdum – için bu çok şaşırtıcı bir durumdu. Ordunun, bir sel veya doğal afet olduğunda ortaya çıkmasına ve asıl olarak da insanlara yardım etmek için orada olmasına alışmıştık. Diğer yandan ve çok korkutucu bir şekilde, silahlı muhalefet grupları ya da 1968 ve 1971’de öğrenci hareketlerini yasadışı şekilde ezmesi gibi baskıcı eylemlerde de bulunmuştu. Eskiden orduyu görünce şaşkınlıktan kabim duracak gibi olurdum, ama şimdi buna alıştım. Bugün, kendimize ülkemizin militarizasyonu ile kadın cinayetleri arasındaki ilişkinin ne olduğunu sormamız gerekiyor. Kadın cinayetlerine yönelik öfke 1994’de ülkenin kuzeyinde başladı, ama şimdi her yerde; rakamlar büyümeye devam ediyor.

Begüm: Latin Amerika’da otoriterliğe karşı direnişte olduğu gibi, militanlığın nasıl feminizmin güçlenmesine doğru yöneldiğinden bahsedebilir misiniz?

Lucia: Latin Amerika’da belirli bir yaştaki feminist kadınlar olarak bizlerin militan bir geçmişe sahip olduğumuz belirtmek önemli. Latin Amerika’daki otoriter rejimlere karşı grupları destekleme konusunda deneyimliyiz. O zaman, bizim açımızdan, siyasi durumumuzu değiştirme ihtiyacı vardı ve takip edilecek bölgesel örnekler vardı. Böylece, çok sayıda kadın çok sayıda farklı “sol” (her ne kadar bu şimdi tam olarak ne olduğu belli olamayan bir kavram gibi görünse de) gruba katıldı. Bunu belirtmemin nedeni şu; sol militanlıktan gelenlerimizin çoğu, erkekler ile eşit muamele görmediğimiz için solu terkettik, ancak militanlığı kalbimizde koruduk. Tam bu sırada feminizm bölgede ivme kazanıyordu ve çoğumuz önceki örgütlerimizde erkeklerin kadınlara davranış biçimi konusunda hayal kırıklığı yaşadık. O zamanlar temelde kültürel bir olgu olarak hoşgörülen cinsiyetçilik olağandı. Çoğumuz bir partide veya harekette olma ve ardından kadın hakları için çalışmaya yönelme deneyimine sahiptik. Broşürler yazıyorduk ama aynı zamanda kahve servisi de yapıyorduk.

Begüm: Hareketler birbirini nasıl inşa etti? Kadınların kullandığı söylemler ve karşı karşıya kaldıkları bağlam çerçevesi nelerdi?

Lucia: Bu soruyu cevaplamak için, Amerika’nın Güney Konisi’ndeki, yani Arjantin, Şili ve Uruguay’daki kadın örgütlerinin durumunu kullanacağım. Bu örnekler, bir militanlıktan diğerine geçişi en iyi şekilde gösteriyor. Bu ülkelerde sol örgütler, hem kırsal kesimde hem de şehirlerde hareket eden –en azından Arjantin örneğinde- güçlü gerilla hareketleriyle birlikte oldukça iyi örgütlenmişti. Bu örgütlerin her kademesinde pek çok kadın yer aldı. Yıllar geçtikçe, bu ulusların orduları, “kaybetme” ve çok sayıda genci hapse atmak da dahil olmak üzere baskıcı isyan bastırma taktiklerini sürdürdü. Nihai olarak bir köprü yaratan ve bunun karşılığında kadın örgütlerinin ya da feminist örgütlerin önünü açan, bu kişilerin annelerinin, insan hakları söylemini kullanarak hükümetten çocuklarının nerede olduğu ve güvenlikleri konusunda bilgi talep eden politik mobilizasyonuydu (şu linke bakmanınızı çok tavsiye ederim).

Latin Amerika bölgesinin başka yerlerinde de benzer aktarımlar yaşandı, ancak elbette birçok kadın başka yollarla feminist gündeme ya da kadın hakları (aynı şey değil) gündemine yöneldi. Bu geçişlerin asıl olarak seksenlerin başlarında, yani insan haklarının ilişkililiği görüşünde ve STK’ların sayısında artış olduğu bir zamanda (bu gelişmeler neoliberalizme doğru yönelim ile bağlantılıydı ve Washington Konsensüsü’nün ürünüydü) gerçekleştiğini belirtmek için bir kez daha tarihi gelişmelere dönmeliyiz,

Begüm: Latin Amerika’daki eğilimler ve dayanışma konusunda bazı örnekler verebilir misiniz?

Üreme hakları, özellikle kürtaj (kısa süre önce Arjantin’de yasallaştı) cinsel yönelim ve LGBTQ + gündemleri, kadına yönelik şiddete karşı geniş bir hareketle birlikte birçok grubun ilgilendiği konuların başında geliyor. Bugünlerde yaşanan bir başka tartışma ise, kadınların seçim ile gelinen pozisyonlara katılımı ile ilgili, ki bu konu da doğrudan kadınların çıkarlarını teminat altına almasa da cinsiyet eşitliği ve görünürlüğü ile ilişkili.

Günümüzde kültürel söylemler alanı da örneğin ABD başkanı Trump ile mücadele etmek için önemliydi. Kadınların dövülmesini ve genel olarak ayrımcılığa uğramasını meşrulaştırması, şimdi yeniden kazanılması gereken saygı ve siyasi doğruluk işaretlerinin bir kenara bırakılmasına yol açtı. Bir diğer önemli konu da son yıllarda Latin Amerika’da ve tüm dünyada tanık olduğumuz radikalizm. Genç kadınlar dışarıda ve güçlü mesajlarla çok radikalleşiyorlar. Elbette bu ifadeler göz ardı edilmemeli ve anlaşılmalı, ancak benim bu radikalleşmede bazen gördüğüm şey müzakere eksikliği. Bu radikalleşmenin hiçbir sonuca ulaşmamasından endişe ediyorum.

Örneğin, Meksika Ulusal Üniversitesi’ndeki Felsefe Okulu, uzun süredir tarihsel bir siyasi aktör olageldi. Okul, Kasım 2018’de, sonunda talepleri karşılandığı için değil, salgın ve sağlık koşullarını korumanın imkansızlığı nedeniyle vazgeçen bir grup genç kadın tarafından işgal edildi. 2018 yılından beri binayı işgal ederken herhangi bir dersin gerçekleşmesine de izin verilmedi ve istedikleri şey bütün erkeklerin okuldan çıkarılması olduğu için talepleri aşırı bulundu. Bu eylem tarzı, kadınları taciz edenlerin isimlerini açıklayan Me Too (Ben De) hareketi ile birlikte başladı. Bu kadınların taleplerine ve harekete kulak vermek önemliydi. Bununla birlikte, bu radikal işgalin bir bedeli vardı: Pek çok insan mezun olamadı, derslerine devam edemedi ve okula giremedi… Hareketlerin uzun vadeli sonuçlarına bakmalıyız. Bu radikalleşmenin tarih boyunca oynadığı bir rol var. Eğer bu aktivizm, kadın haklarını ilerletmeye yöneltilemezse, harekete saldırmak için kullanılabilir.

Begüm: Ne yazık ki kadın cinayetleri hem Türkiye’de hem de Meksika’da tartıştığımız bir konu. Meksika’daki kadın cinayetlerinin gidişatından bahsedebilir misin?

Türkiye ve Meksika’da kadın cinayetlerinde ortak bir eğilim var ve o da şu; kadınlar en çok tanıdığı erkekler tarafından hedef alınıyor. Ayrıca medya, kadın cinayetlerini sansasyonel bir şekilde ya da rakamlar çok yüksek olduğu zaman haberleştirdiğinde, sizi konuya çok daha az duyarlı hale getiriyor. Bu, üzerinde ciddi şekilde durulması gereken bir konu. Son birkaç ayda, salgın nedeniyle evlere kapanılması aile içi şiddeti ve bununla birlikte kadın cinayetlerini artırdı. 1990’larda Meksika’nın kuzeyinde, özellikle Chihuahua’da kadın cinayetlerinden bahsedilmeye başlandı. Orada kadın cinayetinin, uyuşturucu ticareti örgütlerindeki erkeklerin ergenliğe geçiş ritüeli olduğu söyleniyordu. Daha sonra her yerde, özellikle de Mexico City’nin kuzeyindeki bazı ihmal edilen bölgelerde kadın cinayetleri yaşandığı ortaya çıktı. Başkanımız kadın cinayetlerinin kaydını tutmak istemiyor ve bu suçu cinayet olarak etiketlemek istiyor ki bu da kadın cinayetlerine karşı mücadelede geri adım atmak anlamına gelir. Ne yazık ki kadın cinayetleri sadece uyuşturucu şiddetiyle sınırlı değil. Aynı zamanda daha genel bir olgu. Yirmi yıl önce, bu kadar şiddetin olduğu bir yerde yaşayacağımızı hiç düşünmemiştim. Pek çok kadın, kadın cinayetleri de dahil çeşitli risklere maruz kalıyor. Ancak aktivizm var, kadınlar harekete geçmeye devam ediyor.

Notlar

  • Lucia, the ECLAC (Latin Amerika ve Karayipler Ekonomik Komisyonu) raporlarını tavsiye ediyor.

•Söyleşinin İngilizcesine bu linkten erişebilirsiniz.

/Esitlikadaletkadin/