SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği olarak 14 Mayıs’ta yapılacak seçimlerde partilerin milletvekili adayı olarak gösterdiği kadınların SES’ini yükseltmeye devam ediyor.

Online görüşmelerimizin ikincisini Yeşil Sol Parti’den Diyarbakır 6. sıra milletvekili adayı olan Sevilay Çelenk ile gerçekleştirdi.

Duygu İslamoğlu

Bir iletişim uzmanı olarak en çok da barışın sesini yükseltmeyi hedeflediğini açıklayan Sevilay Çelenk, kadın hakları siyaseti için de sivil toplum ve kadın örgütlenmesi temelli bir anlayışı gözettiğini açıkladı; milletvekili seçildiği takdirde nasıl bir yol izleyeceğini ve Kadın ve Eşitlik Bakanlığı kurulması hakkındaki görüşlerini anlattı.

Seçilirseniz, Meclis’te kimlerin vekili, SES’i olacaksınız?

Buna çok slogan bir yanıt vermek istemem ama esas olarak yurttaşların sesi olmak istiyorum. Yurttaşların sesi olmak büyük bir iddia tabii, sesi az olanın sesi olabilsem ne mutlu bana. Bunların en başında kadınlar geliyor, kadın mücadelesi sayesinde kadınlar seslerini aslında çok güçlü çıkarıyorlar ve her yerde o ses duyuluyor. Fakat yine de birçok konuda, birçok alanda kadınların da sesi olmak gerekiyor. LGBTİ+’ların, göçmenlerin, engellilerin; sesi az, yeri az olanların sesi olmak ve onların yerlerini genişletmek gibi bir amacımız olmalı. Sesini duyuran zaten duyuruyor, duyuramayan kesimin sesi olmak herhalde en övüneceğimiz şey olurdu.

Türkiye’de şu an seçmenlerin yarısı kadın, ancak meclisteki kadın temsili aynı oranda değil. Dolayısıyla kadınların mecliste eşit şekilde temsil edilmediğini görüyoruz, siz partiniz ve kendiniz adına nasıl bir kadın hakları siyaseti öngörüyorsunuz? 

Aslında Yeşil Sol Parti olarak çok şanslıyız, çok rahat konuşuyoruz, başımızı bu anlamda dik tutabiliyoruz. Şu anda gösterilen adaylar arasında kadın sayısının en yüksek olduğu parti Yeşil Sol Parti. Muhtemelen meclise de en yüksek oranda kadın gönderecek olan parti olacağız. Zaten eşit temsil ve eşit katılım bizim en büyük meselemiz. Mecliste kadın hareketinin de bir tarafında duran, kadın hareketinden gelen kişilerin varlığını önemsiyoruz.

Yeşil Sol Parti’den aday olduğum için oradaki emeği de görünür kılmak gerekir diye düşünüyorum; partinin genel seçim beyannamesi dışında, çok iyi de bir kadın seçim beyannamesi var. Çok ayrıntılı bir şekilde bütün kadınların hak gaspı alanlarıyla, hukuksuzluklarla ilgili gündemimizde olan birçok konuda çok ayrıntılı çözüm önerileri, sorun tespitleri var.

Nasıl bir kadın hakları politikası izleyeceğimizi çok soruyorlar, biraz buraya kilitlenmek de istemiyoruz bir yandan. Elbette kadınların sesi olacağız, mecliste kadın hareketinden gelen ne kadar çok isim varsa biz o kadar güçlü olacağız. Kadın hakları mücadelesi çok geniş bir alan, çok temel bir mücadele alanı ve çok temel sorunları içeriyor ancak bu tür bir alan kadınlara bırakılıyorsa, aslında orada bir önemsizleştirme çabası da vardır. O yüzden bizim bütün bunları akılda tutarak, en başta kadın siyasetini genel toplumsal sorunlar içinde konumlamamız gerekiyor. Kadına özgü sorunlar kısmında tabii ki en yoğun mücadeleyi sürdürmemiz gerekiyor ama kendimizi sadece bununla sınırlı tutmayacağız.

Bunun dışında, biz tek başımıza bir şey yapmayacağız, hep bunu söylemek istiyorum, genel olarak parti teşkilatlarının ve onlar sayesinde vekillerin yerel örgütlenmelerle bağları ne kadar güçlü olursa, o ölçüde güçlü olacağımızı biliyoruz çünkü onlarla birlikte çalışacağız bu alanlarda. Kadınların hakiki sorun alanları, gerçek meseleleri konusunda ne kadar bilgi ve veri sahibi olursak, o kadar güçleneceğiz. Bu anlamda yerelliklere odaklananan bir siyaset olması da gerekiyor.

Kadınsız demokrasi olmaz ama bu demokrasi aynı zamanda güçlü bir yerel demokrasi, güçlü yerel yönetimler içinden gelişen bir demokrasi olmalı. Benim anlayışım biraz böyle bir anlayış, kadınlarla birlikte değiştirmek. Yukarıdan aşağıya bir söz inşası ve icraat değil, birlikte çalışarak, birlikte görerek ve birlikte mücadele ederek, bu mücadelenin birikimini de bir biçimde görünür kılarak mücadeleyi mecliste sürdürmek gerek.

Kadın hareketiyle birlikte etki alanınızı da çok artırmış oluyorsunuz bu şekilde…

Çünkü başka türlü yapamayız! Belli meseleler artık zaten çok gündemleşti, bu konuda hepimiz çok çalıştık tartıştık, neler yapabileceğimizi konuştuk. İstanbul Sözleşmesi meselesi var, hepimizin meselesi. 6284 üzerindeki tehdit var, kadınların kutuplaştırılması meselesi var, laik-dindar, başörtülü-açık gibi, bunun siyasallaştırılması meselesi var. Siyasi iktidarın en iyi yaptığı şey kadınlar üzerinden, kadın bedeni ve kadın hayatları üzerinden aslında bir toplumsal kutuplaştırma yaratmak ve diğer sorunları görünmez kılmak. Dolayısıyla bütün bunlar en çok bilinenler, buzdağının görünen kısmı. Kadınların bazı başka sorunlarını gerçekten yerelliklerle birlikte hareket etmeden görmek pek fazla mümkün olmuyor.

Çok büyük bir deprem yaşandı, bu seçim atmosferinin depremi görünmez kılması da insanı çok hüzünlendiriyor aslında. Hala hiçbir konuda depremzedeleri güvende hissettirecek adımlar atılmış değil. Dolayısıyla kadınlar orada her şeyi kat be kat daha zor yaşıyorlar, çok güç hayatları var. Hem o sığındıkları yerlerde, konteynerlerde, çadırlarda, gündelik hayatı sürdürmek gibi bir dertleri var, hem de bir yandan birilerine bakım hizmeti verirken kendi yaralanmışlıklarını unutmak, kendi acılarını unutmak, kendi kayıplarını bir kenara koyarak mücadele etmek zorundalar. En temel ihtiyaçlarını karşılayamıyorlar, birçoğunun bir geliri yok, o kadınların sorunlarını da bu kadar çok yukarıdan konuşarak duyamayız aslında.

Sizin bölgenizde deprem konusu da çok öncelikli bir mesele tabii…

Benim aday olduğum kent Diyarbakır’da sanki deprem çok sınırlı bir etki yarattı gibi geliyor ama 500 kişi öldü. Herhangi bir depremde 500, büyük bir kayıptır fakat o kadar büyük bir felaket yaşandı ki, doğal afet boyutunu çok aşan bir yıkımlakarşılaştık. Rant, inşaat politikaları ve güvenlikçi politikalar yüzünden hiçbir önlem alınmamış olması, kötü kentleşme, imar afları… hepsi bir araya gelerek bir doğal afeti kat be kat daha ağır yaşamamıza neden oldu. Diyarbakır’da ölen 500 kişi, az gibi görünüyor ama çok yüksek bir sayı bu.

Göç aldı birçok şehir, Diyarbakır da çevre illerden göç alan şehirler arasında. Burada gerçekten kadınlara en kısa zamanda nefes aldıracak ne yapılacaksa, elbette ki biz bunu yerel örgütlerle yapacağız. İlla ki yerel olması da gerekmiyor, biliyorsunuz mor tırlar çıktı iİstanbul’dan deprem bölgelerine, her yerden bir kadın hareketinin taşıdığı bir destek vardı, çok şey yapıldı. Bunu bir tek örnek olarak veriyorum… Depremden önce de kadınların çok önemli meseleleri vardı, şiddet meselesi, sığınma evleri, bütün bunlar hep bir mücadele alanıydı. Ama bu 21 yıllık AKP iktidarının son dönemleri kadın kazanımına, kadın örgütlerine, hak savunucularına, aktivistlere saldırarak o yapılmaya çalışanlarda da, o birikimde de bir tahribat yarattı. O yüzden yeniden bütün yerel kurumları, dernekleri ayağa kaldırmak, devam etmek gerekiyor. Politika derken ben böyle bir söz söylemek istiyorum, böyle yerelliklerle güçlü bir bağ kuran bir kadın politikası.

SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği “Eşitlik ve Kadın Bakanlığı Kurulsun!” diye bir kampanya başlattı. Siz böyle bir bakanlığın kurulmasına ilişkin ne düşünürsünüz?

Bizim seçim beyannamemizdedir Kadın Bakanlığı, ama Kadın ve Eşitlik Bakanlığı çok daha güzel! Gerçekten de şu anda mevcut olan Aile Bakanlığı hep kadını aile içinde konumlandıran ve sorunları bu şekilde ele alan bir anlayışın tezahürü. Kadın ve Eşitlik Bakanlığı gerçekten de çok gerekli, tabii ki katılıyorum bu söylediğinize, bizim beyannamemizde de dediğim gibi, yer alıyor zaten.

Kadın hareketinden, oradaki uzmanlık birikimlerinden yararlanan liyakatli kişiler de bu bakanlık örgütlenmesi yapısı içerisinde yer alırsa, çok şey yapılabilir. Bu sadece bizim için de değil, hep böyledir ya, iyi bir şey yapıldığı zaman, bütün dünya kadınlarına aslında bir model oluşturulur, bizim eş başkanlık meselemizde olduğu gibi. Umarım bir Kadın ve Eşitlik Bakanlığı kurulur ve böyle bir model de oluşturulmuş olur.

Bir iletişimci olarak mecliste bulunmanızı da değerli buluyoruz, söylemi anlamak ve söylem yaratmak, kitle iletişimi konularında da akademik olarak tecrübeli bir aday olarak, bu birikiminizden siyasi hayatınızda nasıl yararlanmayı düşünüyorsunuz?

Az evvel Sur bölgesindeki bir kadın buluşmasından geldim, biliyorsunuz Sur bölgesi sokağa çıkma yasakları döneminde çok büyük acılar yaşadı. Bin türlü yoksulluk yaşayan, çok ağır kayıplar yaşamış kadınlarla bir araya geldik ve onların hikayeleri çok düşündürdü beni. Ağızlarını açtıklarında bölgedeki kadınlardan şu cümleyi çok net duyuyoruz: “Biz önce barış istiyoruz.” Çok büyük ekonomik sıkıntılarımız var, başka birçok güncel sorunlarımız var ama barış olmadan hiçbir şey olmuyor diyorlar. Barış imzacısı bir akademisyen de olarak biliyorum ki, gerçekten de demokrasinin ve barışın olmadığı, ifade özgürlüğünün olmadığı, özgür bir medyanın olmadığı bir yerde yine en ağır bedeli kadınlar ödüyor, bunlar çok ilişkili şeyler. Dolayısıyla barışın sesi olmak da önemli.

Oradaki Kürt annelerden biri kendi kayıpları için ne kadar üzülüyorsa, Türk annelerinin de o kadar üzüldüğünü ve hiçbirinin gözünün bir damla yaşına hiçbir şeyin değmediğini görüyoruz. Artık bu çatışmanın, bu sıkıntıların bitmesi gerektiğini çok net söylüyor kadınlar. Bu o kadar kıymetli ki, bu sesleri buluşturmak gerekiyor. Bir iletişimci ancak bu sesin, bu barış isteğinin daha net ve berrak duyulmasını sağlayabilir. “Barış istiyorlar da ne istiyorlar” gibi bir belirsizlik kuşatıyor sanki bu sözü, belki ona bir içerik kazandırmak gerek; bu nasıl bir barış olacak? Nasıl barışılacak? Nereden başlamak gerekecek? İnsanlar birbirinin dilini nasıl tanıyacak? Nasıl bu düşmanlaştırılmış dilden, nefret söylemlerinden ve bu ayrımcılıklardan kurtulunacak… Herhalde benim en büyük hayalim biraz bunun dönüşümüne katkıda bulunmak olurdu.

Bu dil dönüşmeden, gerçekten bir adım atamıyoruz. Nefes alamıyoruz. Son 20 yılımızda en belirgin dönüşüm nedir dersek aslında toplumda farklı kesimler arasındaki bu düşmanlaştırma politikalarıdır diyebiliriz. Kendi geleceğini, kendi bekasını toplumun kutuplaştırılmasında gören bir siyasetle karşı karşıyaydık. Şimdi esas olarak bundan kurtulmak gerekiyor ve her sözcüğümüzü çok iyi seçerek ve bu tür isteklere de en iyi, en berrak şekilde ses kazandırarak bir adım atabiliriz ve bir başlangıç yapabiliriz diye düşünüyorum. En büyük hayalim bunun bitmesi. Dünyada bu şekilde kavgalı olmayan çok ülke var ve bizim bu kavgalı olmayan ülkelerden hiçbir eksiğimiz yok, hiçbir anlamda yok, maddi kaynaklarımızla ve kültürel birikimimizle… Fakat bu anlayıştan çıkmadıkça o barış potansiyeli de ortaya çıkmayacak.