Sevda Karaca, 1984’te Adana’da tekstil işçisi bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi. ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu.

2007 yılında Evrensel gazetesinde gazeteciliğe başladı. Hayat TV’nin (daha sonra adı Hayatın Sesi olarak değişti) kuruluşunda yer alan Karaca, televizyonun Ankara temsilciliğinin ardından Yayın Koordinasyonu üyesi oldu. Haftanın 4 günü canlı yayımlanan, işçi emekçi kadınları ana eksenine alan ve kadın mücadelesinin de önemli bir yayını olan Ekmek ve Gül kadın programının sunuculuğunu ve koordinatörlüğünü yaptı.

2010 yılından bu yana Evrensel gazetesinin kadın eki olarak yayımlanan Ekmek ve Gül dergisinin editörlüğünü yapan Karaca, 2017 yılından beri yayın hayatını sürdüren ekmekvegul.net’in de koordinatörlüğünü yapıyor.

Karaca, Ekmek ve Gül ile sadece yayıncılık faaliyeti sürdürmüyor, ülkenin dört bir yanındaki Ekmek ve Gül grupları ile kadınların yan yana geldiği bir dayanışma ağının da bir parçası.

Karaca, 2022 yılında Ekmek ve Gül’ün öncülüğünde başlatılan “Okullarda 1 öğün ücretsiz, sağlıklı yemek haktır!” ve depremzede kadınlarla dayanışma için “Kız Kardeşlik Köprüsüyle Hayatı Yeniden Kuruyoruz” kampanyalarının örgütlenmesinde yer aldı.

Emek Partisi (EMEP) Genel Yönetim Kurulu Üyesi olan Karaca’nın Marksizm ve kadın mücadelesi üzerine inceleme, araştırma ve makaleleri de bulunuyor. Evrensel gazetesinde “Nar” başlığı altında köşe yazıları yazan Karaca, kadın hareketinin gündemlerinden işçi kadınların çalışma ve yaşam koşullarına kadar pek çok konuyu köşesine taşıyor.

Karaca ile siyasi programını, seçilirse nasıl bir kadın hakları siyaseti yürüteceğini ve kadın örgütlerinin Kadın ve Eşitlik Bakanlığı kurulmasına ilişkin taleplerini konuştuk.

1) Seçilirseniz, TBMM’de kimlerin vekili, SES’i olacaksınız?

Birinin sesi olmaktan çok birlikte ses yükseltme motivasyonuyla hareket ediyorum aslında. Kim hangi sorundan dertliyse o mücadelenin öznesi olması gerektiğine inanıyorum çünkü. En genel ifadeyle, herkesin bir toplumsal sınıfın siyasetini yaptığını düşünüyorum. Ben de işçi sınıfının içinden biriyim. Tekstil işçisi bir ailenin çocuğuyum. 16 yaşımdan beri işçi sınıfının partisi olan Emek Partisi’nde örgütlüyüm, halen de genel yönetim kurulunda görev yapıyorum. Ayrıca işçi sınıfının günlük basını Evrensel’in emekçisiyim. Özel olarak da emekçi kadınların dertleriyle hemdert, halleriyle hem hal olmuş, onların mücadelesinin kürsüsü olan Ekmek ve Gül dergisinin ve portalının editörlerinden biriyim.

Bu ülkede kadın hareketine yön veren pek çok kadın platformunda yer aldım. Belki de ülke siyasetine erkek egemen siyasetin ve kültürün dışında önemli bir iz bırakan en önemli deneyim olan Barış İçin Kadın Girişimi’nin kurucu üyelerinden biriydim. Kürt halkının eşit, özgür ve onurlu bir barış mücadelesini kadınların çatışmasız, şiddetsiz ve eşit bir yaşam mücadelesiyle harmanladığımız çok önemli bir deneyimdi bu. Şimdi de, Türkiye’nin boğazına çökmüş topluma nefes dahi aldırmayan “tek adam” rejiminin yıkılması gibi acil bir görev etrafında birleşmiş, ama bununla da sınırlı olmayan, Millet İttifakı’nın da kapitalist restorasyon programına karşı halk demokrasisini savunan Emek ve Özgürlük İttifakı’nın bir parçasıyım. İttifakın seçimlerde çatı partisi olan Yeşil Sol Parti’nin Gaziantep milletvekili adayıyım. Sanırım doğduğum günden bugüne tüm yaşamım, kimlerle birlikte Meclis’te ses yükselteceğimizi de özetliyor. Annem ve babam gibi işçilerle, gerçek bir eşitlik mücadelesi veren kadınlarla, kız kardeşlerimle, başta Kürt halkı olmak üzere eşit yurttaşlık talep eden halklarla, geleceğini karanlığa teslim etmeyen gençlerle birlikte sesimizi yükselteceğiz.

2) Milletvekili olarak iliniz ve Türkiye için nasıl bir fark yaratacaksınız? 

Farkı birlikte yaratacağız. Tek başına hiç kimse koskoca bir ülke için fark yaratamaz, sanırım. Milletvekili adayı olduğum Gaziantep bir emek kenti. Bir zamanlar ailemin de beni ODTÜ’de okutmak için alın teri döktüğü bu kentte nüfusun 4’te 3’ü emekçi ailelerinden oluşuyor. Yüksek teknoloji diye adı konan bu çağda, Antep’teki işçiler deyim yerindeyse 19. yüzyıl koşullarında çalıştırılıyorlar. İş kazası yaşanmamış tek bir fabrika yok. Kadın işsizliği oranı çok yüksek. Ülkedeki 2 milyon çocuk işçinin 300 bini burada. AKP iktidarında “Marka Şehir” diye pazarlanan Antep, ucuz emekte bir marka haline getirilmiş durumda. Bir işçi toplantımızda çok güzel ifade etmişti, “Patronlar ihracat rekoru kırıyor, biz yoksulluk rekoru kırıyoruz” diye. Gerçekliği çok iyi özetliyor. “Gastronomi Kenti” unvanı da bulunan, dünyaya kebaplarıyla, yuvalamasıyla, baklavasıyla ün salmış bu şehirde emekçiler nitelikli gıdaya erişemiyor bile. Halkın çok büyük bir kesimi, özellikle de kadınlar sosyal yardımlara bağımlı hale getirilmiş durumda. Kadın işsizliği, dolayısıyla yoksulluğu da had safhada. Ancak kadınları insanca yaşanacak ücretlerle ve çalışma koşullarıyla nitelikli iş gücüne katmak yerine, yardımlara bağımlı kılıp kayıt dışı, ev eksenli çalışmalara mecbur bırakıyorlar. Örneğin tüm gün çocuklarıyla birlikte evde ceviz kırıyorlar kadınlar, çuvalı 20 lira. Ya da konfeksiyonda kumaşları renklerine göre dizme işinde çalışıyorlar, haftalığı 1000 liraya. Çamaşır makinesi olmayan haneler var. Kalabalık nüfusun tüm bakım yükü kadınların sırtında. Üstelik şiddet çok yaygın. Patron çocukları kadınları öldürüp ceza almadan hayatına devam edebiliyor mesela. Duygu Delen, Ezgi Alya Yiğit kentteki genç kadınların hafızasında hala çok taze. Genç kadınlar adalet mücadelesi veriyor.

Tüm bunlara karşılık Cumhur ve Millet İttifakı’nın listelerine bakıyorsunuz; adaletsizlik düzeninin eski bekçisi sabık adalet bakanı var. Pandemide fabrikasında işçilerin ölümüne sebep olan Başpınar patronları, çocuk işçi çalıştıran Ünaldı patronları var. Mafya temsilcileri var. 90’lı yılların faili meçhul siyasi cinayetlerinin bilinen faili Hizbullah’ın partisi Hüda-Par’ın kadınların elini tutmaktan bile imtina eden adayları var. İşte böyle bir kentte gerçekten fark yaratmak istiyorsak emekçiler, kadınlar, gençler olarak kendi hem kendi örgütlerimizi kurmalı, var olanı güçlendirmeli hem de siyasete müdahale edebilmek için ittifakımızda, Emek ve Özgürlük İttifakı’nda birleşmeliyiz. Sendikaların, kadın örgütlenmelerin, gençlerin örgütlenmesinin kanallarını açmalıyız. Vaatler sıralamıyoruz, seçim zamanları oy toplamak için ortaya saçılan vaatlerin bir fark, bir değişim yaratmadığı ortada. Meclis çalışmasını da çeşitli alanlardaki mücadelenin birleştirilmesinin bir aracı haline getirmemiz gerektiğini düşünüyoruz. İttifak bileşeni her arkadaşım gibi ben de bu mücadelenin örgütlenmesi için görev alıyorum aslında. İnsanca, hakça ve eşit bir yaşam için farkı hep birlikte yaratacağız.

3) Göreviniz süresince nasıl bir kadın hakları siyaseti yürütmeyi planlıyorsunuz?

Ben kendimi bildim bileli kadın mücadelesinin içindeyim. Meclisteki görev süremizi bu mücadelenin bir devamı olarak görüyorum. Bu ülkenin kurulduğu günden bu yana, hatta çok daha öncesinden beri kadınlar eşitlik mücadelesi veriyor. Ülkenin kuruluşunun yüzüncü yılında karşımızda “Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum, fıtrata ters” diyen bir zihniyet var yine. Hatta kadını birey olarak görmeyen, ikinci sınıf bir varlık olarak gören karanlık güçlerle ittifak içindeler. Yine… Bu yüzden elbette yüzüncü yılda oluşacak Meclis çok önemli. Ama burada yürüteceğimiz siyasetin içeriği kadar biçimi belirleyici olacak, diye düşünüyorum. Biz, kadınları bu kadar yok sayan güçlerin karşısına kadınların siyaset yapma alanını oy vermekle sınırlı çıkamayız. Meclisi, kadın mücadelesinin doğal alanlarından biri haline getirmek zorundayız. Bu mücadelenin örgütlü gücünü orada etkin kılmak ve daha çok kadının bu güce ortak olmasını sağlamak zorundayız. Hem üyesi olduğum Emek Partisi’nin program ve seçim bildirgesinde hem de parçası olduğumuz Emek ve Özgürlük İttifakı’nın ve seçimlerdeki çatı partisi Yeşil Sol Parti’nin bildirgelerinde yer alan mücadele hattını evlerden, iş yerlerinden, okullardan ve illa ki sokaktan Meclise doğru genişletmeliyiz. Bu hattın içeriğini kadınlar için en genel haliyle kapitalist sömürüye ve ataerkil tahakküme karşı yaşamın her alanında gerçek bir eşitlik olarak tarif edebiliriz sanırım.

Bu ne demek? Kadınların toplumsal hayata katılımının önündeki tüm engellerin kaldırılması demek. Ki en büyük engel de ev içi angarya. Dolayısıyla bu angaryanın topluma mal edilerek cinsiyet temelinden kaldırılması mücadelesini meclise taşımalıyız. Soyut gibi görünen bu önermenin somut karşılıkları var, yıllardır uğruna mücadele ediyoruz. Her işyerindeki kadın erkek tüm çalışanları kapsayacak şekilde kreş, her semte nüfusun tamamının ihtiyaçlarını karşılayacak oranda çocuk, hasta ve yaşlı bakımevi. Eşler arasında devredilemez, ücretli ebeveynlik izni. İhlali durumunda gerçek yaptırımları olan bir eşit işe eşit ücret politikası. İşyerlerinde mobbinge ve özel olarak cinsiyete dayalı her türlü ayrımcılığın suç kapsamına alınması, gerektiğinde kadın hakları konusunda uzmanlaşmış iş müfettişlerini çağırma hakkı. Bütün bir eğitim sisteminin cinsiyetçilikten ve diğer tüm ayrımcılık türlerinden arındırılması, her çocuk için zorunlu hale getirilmesi.

Elbette tüm bunları tamamlayan bir mücadele cephesi daha var. Son yıllarda boşanmaların zorlaştırılması, nafaka hakkının gasp edilmeye çalışılması, evlendirme yaşının düşürülmesi ve nikah yoluyla çocuk istismarının aklanması girişimi, yasada açıkça yasak olmasına rağmen fiilen erkeklere göz yumulan çok eşlilik gibi medeni hakların gaspına karşı mücadele. Keza kadınlar üzerindeki yıkıcı etkisine çok yakından tanık olduğumuz savaş politikalarına karşı başta Kürt kadınları olmak üzere tüm halklardan kadınların göçmen/mülteci kadınların eşit haklara dayalı onurlu barış mücadelesi var. Tüm bu sorun yumağına karşı bütüncül politikalar birleşmiş bir mücadeleyle geliştirilebilir -ki örmeye çalıştığımız da böyle bir hat. Sendikalar, hak örgütleri, kadın örgütleri, LGBTİ örgütleri, bu programa açık olan tüm siyasi partilerin ortak tutumu geliştirmesi gerekiyor. Meclisteki görev süremiz boyunca bu siyasi tutumun güçlendirilmesi için azami çabayı göstereceğiz.

4) SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği Eşitlik ve Kadın Bakanlığı Kurulsun! diye bir kampanya başlattı. Siz böyle bir bakanlığın kurulmasına ilişkin ne düşünürsünüz?

Cinsiyet eşitliğinin hayata geçirilebilmesi için dünyanın çeşitli yerlerinde olanaklar ölçüsünde çeşitli yöntemler üretiliyor. Cinsiyet Eşitliği Bakanlığı da kurumsal formüllerden biri. Eşitlik ve Kadın Bakanlığı önerisine kategorik olarak evet ya da hayır demekten ziyade; “hangi ihtiyaçlar üzerinden kimlerle nasıl oluşturulursa gerçek eşitliğin sağlanmasında anlamlı bir rol oynar” sorusunun sorulması gerektiğini düşünüyorum. Danimarka, İsviçre, Fransa, İspanya ve Güney Kore’de farklı başlıklar altında örnekleri deneyimlendi, deneyimleniyor. Türkiye’de de “Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı” vardı biliyorsunuz. Tüm bu deneyimlerin bize ne söylediği üzerine kafa yormanın çok önemli olduğunu düşünüyorum ben.

Örneklerin çoğunda adında “cinsiyet eşitliği” ya da “kadın” ifadesinin geçmesi kadınların aile kurumuyla özdeşleştirilmesinin, sosyal politikalarla sürekli yardıma muhtaç edilgen bir konumda ilişkilendirilmesinin önüne geçti mi, mesela? Ki bahsettiğim örneklerin çoğunda Türkiye’de Aile Bakanlığı’nda olduğu gibi Sosyal Politikalar Bakanlıklarıyla ya da Çalışma Bakanlıklarıyla birleştirilip ayrıştırılmalar yaşandı. Evet, böylesi bir bakanlığın olması kadınlar açısından pek çok kapı açtı. Ancak çoğu durumda kadınları girişimcilik adı altında borçlandırmanın, kadın yoksulluğunu kapitalist üretimi sekteye uğratmayacak bir biçimde yönetmenin, yardıma bağımlı bir hayatı normalleştirmenin mekanizması olarak da kullanıldı. Kapitalistlerin yönetimindeki bu tarz bir Eşitlik ve Kadın Bakanlığı’nın eşitlik mücadelesine sunduğu katkının eşitsizliği yönetilebilir düzeyde sürdürme işlevinden çok çok daha zayıf olduğunu düşünüyorum. Ancak çeşitli alanlarda çalışma yürüten kadın örgütleriyle, sendikalarla ve çeşitli sorunlar etrafında bir araya gelmiş sivil inisiyatiflerle birlikte çalışan, birlikte politikalar üreten, uygulayan ve denetleyen bir bakanlık… Neden olmasın?