Yıldırım Türker Aysel Tuğluk’u Yazdı: Biz onun yerine de hatırlayalım

 Onu gencecik, giydiğini yakıştıran, güler yüzlü bir kadın olarak hatırlarsınız.

Barış adına söz alır; ısrarla, yılmadan barışın koşullarını anlatmaya çağırır durur. Diyalog yanlısıdır. Düşünür, araştırır, yazar. Uzun soluklu yazılarında hep barış dilini kullanır. Ana akım medyasında sıkça görünür, konuşmaktan, tartışmaktan usanmaz. Bir umut ışığı olarak aramıza sızar, kararmış ruhlarımızı havalandırır.

Aysel Tuğluk. Henüz ellili yaşlarında. Elazığ’da doğmuş. Alevi Kürt bir ailenin çocuğu. 7 yaşındayken babasını kaybetmiş. 15 yaşında, abisini. Küçük yaşta yas mevsimine girmiş. Çocukken öğrenmiş bilmiş yas tutmasını. Belki bundandır arada yüzünü gölgeleyen o dalgın hüzün.

Gencecik anasıyla birbirlerine tutunmuşlar hep. Birbirlerine yoldaş olmuş, birlikte büyümüşler.

Aysel hep çalışkanmış. Sonunda üniversiteyi kazanınca diğer abisiyle birlikte İstanbul’a okumaya gelmiş. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okumuş.

Sonra da bir başka mücadele başlamış. Bir süre serbest avukat olarak çalışmış. Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı yönetim kurulu üyeliği yapmış. İnsan Hakları Derneği’ne üye olmuş. Yurtsever Kadınlar Derneği kurucularından. Nasıl uzak kalsın, anacığı da gelip yerleşmiş yanına. Milletvekili olunca da Ankara’ya taşınacak. “Ben burada olursam ona bir şey yapamazlar” diye.

2005’te kurulan Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) kurucu eş başkanı olarak tanıdık Aysel Tuğluk’u.

2007 seçimlerinde Diyarbakır’dan bağımsız milletvekili seçildi, TBMM’de yemin ettikten sonra Demokratik Toplum Partisi grubuna katıldı. Demokratik Toplum Partisi’nin kapatılması üzerine 31 Aralık 2009 tarihinde milletvekilliği sona erdi. 2009 yılı başında, 2006’da Batman’da yaptığı bir konuşmada “PKK kimine göre kahramandır” dediği için PKK propagandası yaptığı gerekçesiyle, 1 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Ona karşı devletimizin bitmek tükenmek bilmeyen kini de o zamanlardan örgütlenmeye başlamıştı.

2011 genel seçimlerinde bu kez Van’dan bağımsız milletvekili seçildi, ardından 2012’de kurulan HDP’ye katıldı.

17 Mart 2010’da Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde yaptığı konuşmada kullandığı ifadeler üzerine açılan davada 2011’de iki yıl hapis cezası daha aldı. 2007 ve 2010 arasında katıldığı 12 ayrı etkinlikte yaptığı konuşmalardan dolayı yargılandığı davalarda ise ”PKK silahlı terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek” ve “terör örgütünün propagandasını yapmak” suçlarından toplam 14 yıl 7 ay hapis cezası aldı.

Partisindeki iki dönem milletvekilliği yapan isimlerin yeniden aday gösterilmeme kuralı uyarınca 2015 seçimlerinde aday olmadı. HDP’nin 24 Ocak 2016’daki 2. Olağan Kongre’sinde Parti Meclisi’ne seçildi ve genel başkan yardımcılığı görevine getirildi. Bu görevi sürdürdüğü sırada, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen bir soruşturma kapsamında 26 Aralık 2016’da gözaltına alındı ve üç gün sonra “silahlı terör örgütü yöneticisi olmak” suçlamasıyla tutuklandı.

Yargılandığı davalarda, 2 Ocak 2018 tarihinde Kandıra Asliye Ceza Mahkemesi tarafından “toplantı ve gösteri kanununa muhalefet” suçundan 1 yıl 6 ay hapis cezasına, 17 Mart 2018 tarihinde ise Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından “terör örgütü yöneticisi olmak” suçundan 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Halen Kocaeli Kandıra F Tipi Cezaevi’nde.

Buraya kadarına besbelli hazırlıklıydı Aysel.

Belki yegâne kaygısı annesini yalnız bırakmışlığıydı. Hep birlikte yaşamış olduğu anasını düşünüyordu. En çok korktuğu başına geldi. 2017 yılının Eylül ayında annesi Hatun Tuğluk’un ölüm haberi ulaştı hücresine. Cenazeye katılmak için özel izinle çıktı.

Hatun Hanım kızını beklerken pencereden karşıdaki mezarlığa bakar, “beni buraya gömsünler” derdi hep. Kızı yine gözlerinin önünde olacak. Hem onun yurdu biricik kızı değil mi?

Hatun Tuğluk, Ankara’daki İncek Mezarlığı’na defnedildi. Aysel Tuğluk’un ayakta durmaya mecali yoktu. Önce üç beş kişi, sonra artan bir kalabalık Çevik Kuvvetler’in gözleri önünde cenazeye saldırdı. Ananın gömüldüğü mezarı tekmeledi. “Buraya, Kürt Ermeni, Alevi gömdürmeyiz” çığlıklarıyla, evet, bir cenazeyi linçe durdular. Taşlarla sopalarla saldırdılar. Polis müdahale etmedi. “Burada şehitler gömülü, terörist cenazesi gömdürmeyiz” diyenler, yaşlı bir kadının cenazesinin gömüldüğü yerden çıkarılmasına neden oldu.

Cumhuriyet tarihi zulmün her çeşidiyle bezeli olmasına rağmen belki de böylesine utanç verici, böylesine vahşi bir eylem görmedi.

Ancak üç dört saat sonra ortaya çıkan İçişleri Bakanı Soylu, cenazenin gömülmesini, gerekli tedbirlerin alınacağını belirtti. Oysa cenaze gömüldüğü yerden çoktan çıkarılmıştı. Zaten bir tanesi bile gözaltına alınmayan faşist yiğitler vatan topraklarını koruma konusunda kararlıydı. “Gömerseniz kazar çıkarır parçalarız” diye uluyorlardı.

Devletin tekdir edeceğine takdir ettiği mezarlık milliyetçileri, sırtlan sürüsü kazanmıştı. Cenaze gömülmek üzere Dersim’e gönderildi. Aysel Tuğluk, oradaki törene katılmak için izin alamadı.

Bu arada aşinası olduğumuz küçücük bir ayrıntıyı da hatırlayalım: Cenaze linççisi kalabalıktan önde gelen birinin sonradan Süleyman Soylu ile mutlu günlerinden bir fotoğrafını gördük.

Bu şanlı millet bu korkunç görüntülerin sarsıntısını da kolaylıkla atlattı.

Kimlerle birlikte yaşadığımızı, kimlerin devlet himayesinde barbarlık serüvenlerini sürdürdüklerini bir kez daha gördüğümüzle kaldık.

Aysel atlatamadı.

O günden sonra unutmaya başladı. Hatırladıklarını taşıyamıyordu besbelli. Hücresini paylaştığı arkadaşları kaygılandı, sonra durumu ağırlaştıkça rapor alabilmesi için çırpındılar. Ama devletinki nasıl bir kinse, henüz Aysel’den hıncını alamamıştı. Yerel hastanelerin ağır demans teşhisine rağmen devletin güdümündeki Adli Tıp Kurumu tuhaf bir dille hem hukuk hem tıp tarihine leş gibi bir iz bırakarak Tuğluk’un durumunu hafife alan, sanki kendisine sorulmuş gibi, sanki konu buymuş gibi, kendisine atfedilen “suçu işlerken aklı yerindeydi” raporu verdi. Orada çalışan yeminli doktorları biz unutmayacağız.

Aysel’i ziyaret eden abisi Alaattin Tuğluk İsmail Saymaz’a anlatmış:

“Annem dul kaldığında 28 yaşındaydı. Aysel’le beraber büyüdüler. Aysel, her şeyiydi. Aysel’in cezaevinde olması annemi yıktı. Aysel, ‘Benim yüzümden öldü’ diye düşünüyor. Bir de cenazede olanlar… Benim düşüncem, Aysel’in mezarın başında ağlaması gerekiyordu. Yaşadığı suçluluğu belki de toprağa dökecekti. Bunu yapamadı.”

Hücre arkadaşı Gültan Kışanak Bianet’e verdiği söyleşide yoldaşının durumunu şöyle aktarıyor:

“Aysel arkadaşımız cezaevinde kalıyor ama öz bakımı, kişisel temizliği, banyosu, kıyafetlerini giyinme, çamaşırlarını yıkama, çayını bardağa doldurup eline verme, yemeğini verme, bulaşıklarını yıkama, aklınıza gelebilecek her türlü yaşamsal ihtiyacını biz karşılıyoruz. Tek başına bu faaliyetlerin hiçbirini yerine getiremiyor.

En basit şeylerden örnek vereyim. Semaverden çayını doldurmak istediğinde, musluğu açık unutup geliyor. Sigara içmek istediğinde eline çakmak veremiyoruz; giysilerini, saçını tutuşturmasından korkuyoruz. Merdivenlerden inerken bir anda basamakları unutarak ayağını düz yerde yürüyormuş gibi attığı için, düşmesin diye merdivenden inip çıkarken kendisine refakat ediyoruz. Tek başına havalandırmaya çıkıp yürüdüğünde kapının sürgüsünü dışardan kapatıyor, sonra içeri gelmek istediğinde sürgüyü nasıl açacağını bilemiyor, bize kapıyı açın diyor. Pencereyi açıp, sürgünün yerini ve nasıl açması gerektiğini tarif ediyoruz, buna rağmen kapıyı açmayı başarması epeyce zaman alıyor. Bu nedenle havalandırmaya da beraber çıkıyoruz. Kendisine gelen mektupları dahi okuyamıyor. Çünkü zorlanarak da olsa ilk iki, üç kelimeyi okuyor, dördüncü kelimeyi geçtiğinde, öncekileri unuttuğu için cümleyi anlamıyor; mektuplarını biz kendisine okuyoruz. Burada ayrıntısını yazmaya çalışsam sayfalar yetmez.”

Hücre arkadaşları, durumunun günden güne ağırlaştığını belirtiyorlar. Kışanak’tan aktaralım:

“Özet olarak şunu söyleyebilirim, küçük bir çocuktan daha fazla desteğe ihtiyaç duyuyor günlük yaşamını sürdürmek için. Bütün bunları o raporu yazan hekimler de biliyor bence. Demans böyle bir hastalık; önce anlık unutmalar, ardından muhakeme yeteneğinde azalma ve muhakemesini giderek yitirme; beynin sinir sistemini yönetme ve komut vermede işlevini yerine getirmemesi, giderek geçmişi unutma. Aysel arkadaşımızda bütün bu aşamaları birlikte yaşayarak gözlemliyoruz. Bir an önce dışarı çıkmaz, uygun tedavi, bakım, sosyal iletişim ve psikolojik destek imkânına kavuşamazsa, durumun çok daha kötü olacağını biz de, o raporu veren hekimler de biliyor. Bu durum her şeyden önce insani ve vicdani bir konudur. Herkesin, kamuoyunun, iktidarın, Adalet Bakanlığı’nın, mahkeme heyetinin, ATK’nin Aysel Tuğluk arkadaşımızın durumunu tüm siyasi hesaplardan uzak bir şekilde insani ve vicdani olarak ele alması ve daha fazla gecikmeden çözüm bulması gerekiyor.”

Aysel Tuğluk, unutuyor. Hafızası bunca acıyı taşıyamayıp usulca siliyor. Biz onun yerine de hatırlayalım. Aysel Tuğluk’u unutmayalım.

Yıldırım Türker / Yenidentv.com/