Dilzar Dilok: Gecenin saçları

Bir kadın öldüğünde, tüm kadınlar ölür. Genç kızlar hazin birer kırlangıç kanadı olup dökülür toprağa.

Bir kadın öldüğünde, gece, saçlarını döker toprağa. Dağlar, vadilere kapanıp gazellerde boğar kendini.

Ve bir kadın, ölür.

Gecenin saçları karların eriyip vadileri coşturması misali büyük uğultularla ağıtlar yakar.
Gecenin saçları dökülür. Bir kadın ölür. Kendi can verişinde doğumunu hatırlatır herkese.

Kadın ölür. Ve tüm dünya onun doğumundan söz etmeye başlar.

Gencecik bir kadın. Yüzünde ayva tüyleriyle hayallerini alıp dağlara yürür. Ürkek ama kararlı. Tedirgin ama inançlı. Yavaş adımlar ama yüreğinde bir maraton koşusuna başladığının bilinciyle. Bir genç kadın yürür dağlara. Tüm kadınlar kapatıldıkları farklı büyüklükteki mapushanelerden çıkıp rüzgara karışır. Avuçlarına değen rüzgarı sahiplenmeden yürür genç kadın. Avuçlarında yangın izler bırakan o rüzgarla büyür genç kadın.

Bir kadın yürür dağ doruklarında. Ardında bir dünya bıraktığının farkındadır, hayıflanmasız. Önündeki sayısız dünyalara verir yüreğini. Her bir adımında bir dünya doğurur. Hiç kolay olmaz. Hiçbir şey kolay olmaz. Hiçbir şey kendiliğinden olmaz. Her çocuk nasıl ki anasını kanata kanata, acıta acıta doğuyor, ve hayata tutunduğunda ilk nefesle, nasıl gülümsetiyorsa aynı anayı, öyle. Kadınlar her gün dünyayı yeniden doğurur.

Her doğurduğu dünyada canı acır, kan verir, acı çeker, ve o dünya tam karşısında varlığıyla belirdiğinde gülümseyerek acılarını bir ırmağın kıyısına bırakıverir. Hüznünü bir ırmağın kıyısına bırakır gibi, gözünün kenarına bir çizgi bırakır.

Dağlı kadınlar sayısız doğumlar yapmıştır. Onlar her ulusun acısında, her inancın, her çocuğun, her yurdun, her kadının acısında bir sancı duyar. Dağlı kadınlar bir kez ölür. Her sancısına bir doğum sığdıramayan kadınlar ise bir kez ölemez. Ölmeyi yaşamın bir aşamasında ortaya çıkan bir eylem bilmeyince kadınlar, ölmeyi hiç bilemezler.

Ve dağlı kadınlar sayısız doğumlarında dünyaya getirdiklerinin evreni oluşturduğunu bilirler. Onların doğumlarında inşa olan evren, işte bizim hayatımızdır. Gördüklerimiz, baktıklarımız, sevdiklerimiz, tutunduklarımız, avunduklarımız, büyütüp çoğalttıklarımızdır.

Dağlı kadınlar bizim, hepimizin anasıdır. Onlarla yaşıt olmamız engel değildir. Onlar, yine de bizim anamızdır. Öyle çok kadına ana olurlar ki, kendileri de bilmezler çocuklarını, tanımazlar torunlarını. Onlar, o çağın tüm kuşaklarının anası, çağın tanrıçasıdır.

Onlar dağların kendisidir. Kadınların tenleri, saç telleri, terleri, tırnaklarıyla, kadınların gülüşleriyle, zılgıtlarıyla, kadınların acılardan doğurta doğurta büyütüp tekmil Kürdistan’a serpiştirdikleri parçalarıyla inşa olan anlamın ve hissin, yani özgürlüğün dağlarıdır Onlar.
Onları en çok geceleri hissedersiniz.

Gece, simsiyah saçlarını saldığında dünyamızın yüzüne, onlar tel tel dizilir patikalar. Gecenin saçları tel tel dizildiğinde evrene, yıldızlar görünür. Simsiyah saçların arasında bir tutam ak saç gibi ışıldarlar onlar.

Tanrıça o yıldızın kendisidir.

Genç kızlar birer kırlangıç kanadı olup toprağa döküldüğünde…ve gece saçlarını toprağa döktüğünde… ve dağlar vadilere kapanıp gazellerde kendini boğduğunda… ve gecenin saçları karların eriyip vadileri coşturması misali büyük uğultularla ağıtlar yaktığında…
ve bir kadın öldüğünde o yıldızı hatırlayın.

Gecenin kendisi, işte o yıldızın ışımasını görebilmemiz içindir.

O yıldız gecenin kendisidir. Leyla’dır o.