Leyla’ya Gelen Mektuplar – 3

Hüzün ve gülüşlerin aynı anda, aynı simada her zaman yansıdığı, yıllanmış şarap gibi zaman aşımında güzelleşen, Wan’ın benden sonraki en güzel kızı Leyla’ya…

Buraya geldiğimden beri iki mektubunu aldım. Mektup yazdığım herkese söylüyorum, burada küçük bir selamın Herekol, Gabar kadar değeri büyük.

Bugün tam üç aydır, bu güzelim topraklara ayak basmışım. Hala rüyada gibiyim. İlk dönemler her zaman baba evi gibi gördüğümüz güneyden ayrılmak, beraber acıyı, tatlıyı paylaştığın arkadaşlardan ayrılmak zor geldi. Belli bir süre yoğun özlem duyguları ağır bastı. Buralar çok sakin, yıllardır alışmışız, koşuşturma yoğun pratik işlere, büyük güçlere ve büyük arkadaşlara , bir anda hepsinden kopunca insan bocalıyor.

İlk iki ay Stêrk, Nesrin onlarla birlikteydik. Bayağı güzel bir süreç yaşadık. Hemen her gün arkadaşları andık, geceleri kendimizi türkü şehirleri kurduk. Öyle çok dedikodu yaptık ki kulağını çınlatmadığımız kimse kalmadı. Botan’ın çapkın erkeklerinden kendimizi nasıl koruyacağımıza dair bir sürü senaryo yazdık. Umut ederim bir görüşürüz de bol bol bu süreçleri anlatırız. Daha şimdiden kendimizi konuşturacağımız çok malzeme toplamışız.

Leyla can biliyor musun her zaman tebdil-i mekan ferahlık verir, derler. Burada bu gerçekliği iliklerime kadar yaşıyorum. Botan’ın harika bir coğrafyası var. Katolar’ı anlatmadan geçemeyeceğim. Botan’da bilinen, tanınan 9 Kato dağı var. (Kato Yunanca Lanet anlamına geliyor.) Volkanik dağlardır. İçine girdiğin zaman kayalardan oluşan kocaman şehirlerle karşılaşıyorsun. Sadece belli kapılardan Katolar’a girebiliyorsun. Her yerinde labirent gibi koridorlar var.

Koridorlar yeşilliği hiç bitmeyen irili ufaklı salonlara açılıyor. Katolar’da hiç çeşme yok, su yok ama yılın 12 ayı derin kuyularda, kaya altlarında kar depoları var. Mesala şimdi Eylül’ün 11’i ve önümde vişneli dondurma var. Bir kaşıkta senin yerine yiyeceğim. Stêrk buradayken suyu ve çeşmeleri o kadar çok özlemişti ki kime mektup yazsa, ‘sizi suyun sesine hasret kaldığım kadar çok özledim’ diyordu.

Katolar’ın en belirgin özelliklerinden biri de çam ağaçları. Hele Kato Xelila (Tam Çatak’ın karşısı), orada dev çam ağaçları var. Kayaların üzerine sanki elle yerleştirilmiş gibi o kadar estetik duruşları var ki. Umarım bir gün görmek sana da kısmet olur. Neyse Katolar’ı ne kadar anlatsam bitiremem.

Buraya yüzlerce gerilla birliğini saklayabilirsin. Doğal sığınaklar yerin altında şehir gibi. Bazı tüneller var ki sonunu göremiyorsun. Şikeftleri en az 100 kişi alır. Tabi böyle bir coğrafya içinde gariban Nuda’nın halini düşün. Labirent gibi koridorların içinde gej olmuşum. Her gün cihaza gidip gelirken kayboluyorum.

Botan’da bazı yerlerde nehirler var. Bu yaz epey yüzdüm. Botan’ın kutsal sularında epey arındım.

Bir de yurtsever bir halkı var ki sorma, özellikle kadın arkadaşları çok seviyorlar. Bir yerden bir yere giderken özellikle Besta’da  iki gün yürümek zorunda kalıyorsun. Yol boyunca zomlar var, çobanlar var. Nerede konaklasan halk koyun kesiyor. Zaten Mezopotamya’yı dinliyorsan sürekli bize istek istiyorlar.

Arkadaşların durumu iyi. Dicle arkadaş ile kısa bir süre kaldık. Onların işleri zor Mardin’dan Hakkari’ye kadar sürekli güçleri dolaşıyorlar. En kısa yolları üç gün sürüyor. Nesrin ile aynı yönetimdeyiz. Nesrin bir kobra saldırısından kıl payı kurtuldu. Silahı çantası paramparça oldu. Hepimiz ucuz atlattık. Gerisini savaş anılarımızı roman haline getirip yayınladığımızda okursun!!!

Şimdiye kadar mektup yazacaktım ama defter bulamadığım için yazamadım. Not yazdığında bir de boş sayfa gönder sana cevabımı yazayım. Yanında kimler var bilmiyorum ama hepsine de selam söyle. Ruken Amed’e silavemin e şoreşgeri u hevalti beje. Ruken xanım gelek popüler buye, radyo Mezopotamya jı bo heval Ruken dixebite. …  ….

Sonuç olarak durumlarımız çok iyi, çok mutluyuz. Bizi hiç merak etmeyin, biz sizi çok merak ediyoruz. Siz iki ateş arasında kalmışsınız. Oradaki arkadaşlara ve kendinize dikkat edin. Özellikle Evindar, Çiğdem, Sozdar, Sakine Pir, Derviş ve oradaki tüm arkadaşlara selam söyleyin.

Leyla can benim yerime şehit Besta’nın mezarına sonbaharın en güzel çiçeklerini koy. Bir de Bager Kartal’ın mezarına benden çiçekler götür. Eğer bir gün emekliye ayrılırsam, gelip Xaxurke şehitliğinde çalışacağım. Şehitliğin bakımın ihmal etmeyin. Sen bu konularda yeteneklisin. Benim yerin Avdalkovi’ye bir öpücük göndersen sevinirim.

Kalemim ısınmış habire yazmak istiyorum ama kağıdım kalmadı. Kendine dikkat et, seni ve yanındaki arkadaşları hasretle kucaklıyorum. En derin sevgilerimi gönderiyorum. 

Nuda Kârker – 11 Eylül 2006 

Kato Jirka

**

Merhaba

Zamanın eskitemediği arkadaşıma

Baharı iple çektiğim Şubat soğuğunda erken de olsa sana bir şeyler yazmak geldi içimden. Bu mektup sana ulaşır mı, ulaşırsa ne zaman ulaşır, bilemiyorum. Şubat soğuğunu kırmak, yalnızlığımı paylaşmak geldi içimden. Gabar’da bir kış nasıl yaşanıyor anlatmak isterdim. Şilan’a uzun ve ayrıntılı yazdım, şimdi tekrarlamak istemiyorum. Olağanüstü bir kış yaşıyoruz. Her an kamptan çıkacakmış gibi hazırlıklıyız. Yağışlı günler dışında her gün hava saldırısı ve havan atışları yapılıyor. Her zamankinin tersine bu kış operasyonlar durmadı. Adamlar baharı bekleyemedi. İlk süreçlerde düşmanın yoğun yönelimi nedeniyle sürekli tetikdeydik. Şu an yine tedbirlerimiz olsa da onlarla birlikte yaşamaya alıştık. Bir yandan eğitim görüyor, öbür yandan sürekli kamuflajla uğraşıyoruz. Ses, hareket, ışık yasak. Gece de gündüz de el feneriyle yazıyor, okuyoruz. Unutulmayacak bir kış yaşadık, yaşıyoruz. Önceki mektubumda ‘asker yüzü görmeye hasret kaldık’’ demiştik, açıkçası artık görmek istemiyorum. 25-30 metrelik alana sıkıştırılmış bir yaşam, çoğunlukla kapıya dahi çıkılmıyor.

Başta bu kurallara uyduk ama belli bir zamandan sonra çiğnemeye başladık. Köstebek yuvamızda çıkıp nefes alıyoruz artık. Tabi kapının önünden uzaklaşmıyoruz, iki büklüm yürümekten yere yapıştım. Koğuşlarımız çok dar, basık olduğu için içeride de iki büklüm hareket ediyoruz. Buna rağmen kafamda birkaç kırık oluştu. Sana harika koğuşumuzu anlatmalıyım. Erkek arkadaşlar ‘saray yavrusu’ diyor, kampın en geniş mangası. Sanırım 3 metre ya var ya yok, burada 11 arkadaş kalıyoruz. Salonumuz yok, banyo, mutfak manganın içinde. Mangada düz yürümek imkansız. Böyle bir girişim kafa için tehlikeli oluyor. Mangada hareket ettin mi ya bir yere, ya birine çarparsın, bir şeyleri kırar, dökersin. İlk dönemde bu beni çok geriyordu ama zamanla kabullenmek zorunda kaldım. Bu arada yoğun kar yağışı nedeniyle mangamızın orta direği damın ağırlığını kaldıramadı ve çatladı. Devrilecekken fark ettik ve ucuz atlattık. Dam üzerimize çökmesin diye 6 tane direk daha yerleştirdik ve bu kez parmaklı bir hücre gibi oldu. Yine de iyi çünkü dam üzerimize çökseydi bunun sonuçlarını kaldıramazdık.

Yaşam standartlarımızı kısmen ifade ettim, ruhsal durumuma ilişkin ise ilk süreçlerde bir dalgalanma yaşadım. Özgür coğrafyadan kopup birden karanlık ve gürültülü bir sığınağa mahkum olmak beni epey gerginleştiriyordu. Şu an koşulları kabullenmiş durumdayım, zaten başka bir alternatifim yok. Bu kış okuyamadım. Okuyabileceğim kitaplar yok. Bizimkileri Mehmet Uzun, Orhan Pamuk sevdası sarmış. Kış için kitap istemiştik bu iki yazarın bütün kitaplarını toplamış getirmişler. Dünyadaki gelişmeleri izleyemesek de gündemdeki yazarları takip ediyoruz. Bu vesile biz de okuma zevkinden mahrum kaldık. Eğitimleri de bilirsin, bildiklerimizi sürekli birbirimize tekrarlayıp duruyoruz. Zamanımı düşünmek ve günlük tarzında yazmakla geçiriyorum. Hoş, güzel, iyi arkadaşlar var. Zaman zaman sohbetlerim olsa da derinlikli paylaşımlarım olmadı. Kendimle sınırlı kalan bir yoğunlaşma içindeyim. Gençleri seviyorum ancak mesafeli duruyorum. Derinlikli paylaşımlar emek ve zaman istiyor. Buralar beni kapattı. Yeni arkadaşlar aramıyorum. Geçmişin hayali, anıları ve geleceğin belirsizliğiyle yaşıyorum. Yanlış anlama tümden soyut değilim, yaşamın içine karışsam da kendi yüreğime akıyorum. Doğaya hayranlığım devam ediyor. Ruhuma huzur veren ve teselli eden bulunmaz bir arkadaş.

Oraların sıkıntılarından uzaklaşmak iyi geldi. Daha sağduyulu, daha gerçekçi bakıyorum yaşama. Tabi buranın da oranın sıkıntılarını aratmayan sıkıntıları, sorunları var.  Bütün sorunlara rağmen ama sağlığım ve moralim yerinde. Sevdiğim, paylaştığım arkadaşlarımı özlüyorum. İmkan olsaydı senle bir durum değerlendirmesi yapardık…

Şu an dersteyiz. Arkadaşlar hararetle orta yoğunluklu savaşı tartışıyor. Bazen tartışmalara kulak veriyor, bazen de şu an olduğu gibi sana yazıyorum. Sen ne yapıyorsun, merak ediyorum. Sanırım yine konferans , kongre hazırlıklarınız var. Tartışmalarınızı tahmin ediyorum ve burada olduğuma şükrediyorum. Bütün yaşanmışlıklarına rağmen yine de özlüyorum. Geçenlerde arkadaşlara da söyledim, uzağındayken örgütü daha çok seviyorum.

Son bir yılı gözden geçiriyorum. Ne kattığını, ne götürdüğünü düşünüyorum. Bu çağın insanı olmadığına dair kanaatim güçlendi. Yılların yaratttığı değişimleri daha net görüyorum. Sizi sıkça anıyor, düşünüyorum. Farkında olmadığım ama yürekten bağlı olduğum arkadaşlıklar moral veriyor. Bir aradayken bağların gücünü fark etmiyor insan, uzaklaştıkça daha derin hissetmeye başladım sizleri.  Sana da bazen kızmış olsam da yürekte yer edinenlerdensin. Sesini duymayı, bir nasılsın deyişini özledim.

Baharı daima sabırsızlıkla beklemişimdir. Tomurcuğun patlamasını, tohumun filizlenmesini heyecanla izlerdim. Günlük olarak çimenlerin ne kadar boy attığını, yaprakların günlük gelişmelerini izlerdim. Baharda ektiğim tohumların yeşermesini beklerken bazen sabırsızlığıma yenilir toprağı eşeleyerek filizlerin ne zaman toprağın yüzeyine çıkacağını anlamaya çalışırdım.

Bu yıl başka bir heyecanla bekliyorum baharı. Karların eriyişini izliyorum beklerken. Bu yıl sadece doğanın benzersiz güzelliğini yaşamak için değil, arkadaşların sesini duymak için de bekliyorum baharı. Özgürce esebilmek, sevdiklerimin bir merhabası için yaşamak istiyorum baharı. Bahar yaşam, bahar özgürce esmek, bahar sevgi, bahar aşk demek. Hele bu kamp için esaretten kurtuluş demek…

NOT:

Bu mektubu Şubat’ın soğuğunda yazmıştım. Baharı, yaşattığı acıları şu an yazacak gücü kendimde bulamıyorum. Bütün arkadaşlara selam ve sevgilerimi iletsen sevinirim. Gelecek notumda sana yenilenmiş Stêrk’i yazacağım.

Görüşmek dileğiyle, sevgiyle, bilgiyle kal..

Stêrk Amed.

Tarih yok ancak mektubun 2007 Şubat’ın yazıldığı, Nisan sonu gönderildiği tahmin ediliyor.

***

Özlemleriyle, Acılarıyla, Sevinçleriyle kendini gizlemeyen Leyla yoldaşa.

Canım yoldaşım, kızma darılma sana yazmadığımı düşünerek, yetişmez diye, hani yollar  uzun ve de engebeli bilirsin ya yollarda kalır da sana ulaşmazsa diye duygularım. Bilirsin yoldaşlar güzellik demek, sevgi, kusursuz can parçası demek. Tabi bazı erkek canavarlar dışında. İşte seninle çatıştığım nokta. Ben örgütte erkek elinden o kadar çok çektim ki bir türlü unutamıyorum. Bir ekmek parçasını paylaştım, yeri geldi sırtımda taşıdım, yeri geldi uğruna ölüme gittim, yine giderim ve hepsi bu örgütün ahlak ve yoldaşlığının gereğidir. Hepsini aynı kefeye koymuyorum ama benim iyilerle çalışma şansım hiç olmadı. 

Neyse güzel yoldaşım ne bekledim, ne gördüm diye sormuşsun notunda. Başlangıçta sen buraya gelmeyi düşünme çünkü ben Allah nasip ederse ya Amed’e gitmeyi ya da birkaç yıl sonra geri gelmeyi planlıyorum…

Botan’a uzun yolculuk ardından ulaşabildim. Derya gibi bir araziyi geçtim, pusuları aşarak, suları aşarak Besta’ya ulaştım. Şimdi oturmuş kırık bir teypten Ahmet Kaya dinliyorum. Katolar’ın kıyılarında o kayalar ki savunma kalesi, o kayalar ki tarihi saklar bağrında. O kayalar ki anında Sorxin, Yıldız ve Nucan’ın izlerini taşır. Bir görsen Xırap Bajarı bir görsen. Herekolları, Çele Bukayi bir görsen ki her biri tarihin birer savunma kalesi. Katolar’ı ilk gördüğümde köyden indim şehire misali, hani İstanbul’a gider de kaldığın sokağı şaşırırsın ya öyle bir şey. Amed’in küçelerine benziyor. Burada çayı kardan demliyoruz. Geldim geleli çeşme suyu içmemişiz. Mineralsiz su dizlerimi zorluyor. 

Neyse güneyde bazı şeylerden kaçtım ama burada alası var. Bilmiyor muydum, biliyordum elbette. Ne de olsa millet örgütten uzak astığım astık, kestiğim kestik… Bir deyim var hani derler ya, ‘’ağaç  baltaya demiş, sen beni kesemezdin ya ama sapın bendendir..’’ Savaşın acımasızlığı, kadının yetersizliğine, erkeğin barbarlığı eklenince ortaya ucubelik çıkıyor. Biliyorsun Botan feodal bir yer buna bir de köylü lümpenliği eklenince gerisini sen tahmin edersin. Ayrıca kuzeyi çok idealize etmeye de gerek yok. 

Neyse, sende albümüm vardı lütfen kayıp etme. Hep sende kalsın ta ki birbirimizi bir daha görene kadar. Canım yoldaşım kendine iyi bak, Zekiye ve arkadaşlara çok selam, sevgilerimi ilet. 

Sevgiyle kal, kendine ve yüreğine iyi bak…

Nesrin Doğan…Nucan…

11 Eylül 2006. Botan Besta…

—-

 

/Devam edecek…/