Sarya Aslan: Dört mevsim yas

Elimde Mehtap Ceyran’ın Mevsim Yas adlı kitabı var. Kaç gündür bana bakıyor, elim kapağını açmaya yöneliyor sonra çok anlamsız gerekçeler bularak uzaklaşıyorum.

İyileşme çabalarımız sürüyor ve derman kitap diyerek yine ona sığınayım istiyorum. Artık tüm mevsimlerimiz yas olunca içinde nelerin anlatıldığını az çok tahmin edebiliyorum. Yine biraz bekletiyorum, bu sefer yazıya sığınıyorum…

Mevsimlerin Yas’ı gösterdiği zamanlarda insan nasıl yapar; ne yapar da yaşama tutunur? Çünkü böyle zamanlarda sıkı sıkıya sarılmıyorsun hayata, kollarını gevşetiyorsun bırakmakla tutmak arasında zayıf… çevrende olup bitenler, konuşulanlar boşlukta salınan ve hiçbir yere temas etmeyen noktalar gibiler.

Bu süreçten aynı kişi olarak çıkamıyorsun o yüzden bir de kendin için yas tutuyorsun. Hayata ayak uydurmaya çalışıyor, hayat devam ediyor diyerek kendini akışa bırakıyorsun. Sonra takside çalan bir türkü, sahilde birlikte oturduğun bir cafe ya da işlemeli bir yazması seni o akışın dışına itebiliyor. Bu durumlarda kimse yangına su taşısın istemiyorsun, doya doya ağlamak, onun yokluğuna cayır cayır yanmak istiyorsun.

Ağlama, üzülme gibi kelimeler, başka acıların büyüklüğü ile acı kıyaslamalar senin acını hafifletmediği gibi anlaşılmadığını da hissettiriyor. En acısı da insanın içinde yangınlar yanarken kendisini gülmek zorunda hissetmesidir. Bu sadece psikolojik değil aynı zamanda anatomik bir çelişkidir. Saatlerce ağlamasının yerine bu çelişik durum kabul gördüğünde insan içinden çıkılmaz bir zorluk içine itiliyor. Kendiyle çelişmesi , duygularını baskılayarak kendinden istenilen şekilde davranması, kendiyle baş başa kaldığında suçluluk, vicdan azabı, bitmeyen bir keder olarak kalıyor.

Hayattan, insandan beslenemiyorsun. Peki Neden? Çünkü artık çok fazla kalbi duygulara yer yok. Günümüz ‘Yeni Dünya Düzeni’ ideolojik, ekonomik, digital değil aynı zamanda bütün insanlık üzerinde bir psiko-soyal hegemonya da kuruyor. Şüphesiz ki yaratılmak istenen yeni insan tiplerinde duygular kısa sürede tüketilmesi gereken bir fast food kültürüne dönüştürülüyor. Ayakta hızlıca yemek yeme kültürü gibi herhangi bir duyguyu hızlıca yaşa tüket anlayışı dayatılıyor.

Toplumsal ilişkiler bu bağlam üzerinde şekilleniyor. Duygusal olan insanı zayıf olarak etiketleme aslında insanı insan yapan duygulardan kaçma, duygusal yönleriyle yüzleşmek istememe dayatılan toplumsal ilişkilenme biçimidir. Kabul gören biraz da herkesin birbirine benzediği beklentilerin maddeleştirildiği mekanik,zaman ve emeğin harcanmadığı hızlı ve çabuk tükenen ilişkiler.

İnsan yapısı gereği kendini ötekinde var ettikçe sağlıklı bir sosyal uyum yaşayan bir varlık olduğu için ötekinde bu kırılmaları yaşadıkça ya kendi kabuğuna çekilmeyi ya da onlara benzeme çabalarıyla tüm duygularının üzerini örtmeyi seçiyor. Dünyanın içinde bulunduğu yangınların yanında senin iç yangınlarının bir önemi yok denilebilinir. Kişisel duyguların meselesi değil bu. Aynı durumda milyonlarca insan var ve binlerce ortak yaşanan duygu…

Hepimizin bu anlamda kendimiz de bakacağımız yerlerimiz vardır. Yası sadece ölümle bağdaştırmak doğru değil. Yas ülkenden kopmak zorunda bırakılmandır, yas sevdiğini kaybetmek, sevdiklerinden ayrılmaktır, yas yıkılan evin, yanan ormanındır ve yas vazgeçmek zorunda kaldığın çocukluğundur.

Biz bu yaslara duyarlılığımızı kaybeder arkamızı dönersek insan olmaktan uzaklaşacak kendimize yabancılaşacağız. Anlama, empati kurma, çabasından vazgeçmemeliyiz. Bu çaba sadece toplumsal ilişkileri düzenlemek için değil insan olarak kalabilmenin çabasıdır.

“Düşündüğünde, inandığında ya da bildiğinde, birçok kişi olursun, ama hissettiğin an, kendinden başkası olamazsın” demiş Amerikalı şair Cummings. Kendisi olarak yaşamanın huzurundan diliyorum herkese…