Doğa ile dans…

Güneş usul usul çekiliyor akşam nöbeti gündüzden almaya hazırlanıyor. Alaca kızıllık çöküyor dağlarıma ve tüm olanca güzelliğiyle karşılıyor akşamı. Rüzgâr hafif hafif esmeye başlıyor.  Rüzgâr estikçe üzerimdeki koca çınarın dalları da salmaya başlıyor. 

Rüzgârın huzur veren sakin sesine yaprakların kıpırdanışları ile eşlik etmeye başlıyor.  Sesler, ritmler gittikçe yükseliyor. Aşağıdan akan ince güzel derede su seslerini yükselterek başlayan orkestrayı katılma çabasında. Daldan dala zıplayan ‘sivoriler’ de bu güzel orkestraya yetişme telaşında. Sürüsünden ayrılan belki sürü olmayan birkaç kuşta gelip koca çınarın dallarına koydular. Bu orkestra bizsiz olmaz diyerek başladılar ötmeye.  Noktamızın tek kurbağası da önlerde yerini almaya çalışıyor. Anlaşılan o da bu akşam ki orkestraya davetli. 

Şimdi hayatımın en muhteşem orkestrasını dinliyorum. Her bir kıpırdanış, akış, ötüş, zıplayış, esinti yüreğimi, ruhumu derinden okşuyor. Doğayı her bir sesini, dokunuşunu derinden hissetmeye başlıyorum.  Doğa tüm görkemiyle beni dansa davet ediyor.  Yüreğim büyük bir ahenkle dansa başlıyor. 

Yürek başlarda ruhum durar mı? Ruhum coştukça coşuyor ve huzur doluyor içime.   Çis ilenen yağmurla ıslanan toprağın da kokusunu içime çekiyorum, hayatı yeniden derinden soluyorum. Bu an hep sürüp gitse ve ben bu doğanın içinde kaybolsam diyorum. 

Yapraklar biraz da alınarak, bırak bunları şu an yaşadığın anın tadını çıkar dercesine üzerime eğiliyor ve rüzgâr saçlarımı okşamaya başlıyor. Rüzgârın okşadığı saçımın örüğünü açıyorum ve rüzgârın okşayıcı kollarına bırakıyorum. Bu okşamalar kafamdaki tüm ağırları gideriyor, kafam bir yaprak yüreğim bir serçe kanadı kadar hafifliyor. 

Yüreğimi suyun akışına bırakıyorum, arınmak ve akmak için.  Nice yükler altında ne de ağırlaştırmışım yüreğimi, beynimi ve ruhumu. Geçmişin, günün ve geleceğin yükleri altında inim inim inleyen bedenim şu an hafiflemenin derin, güzel anlamının tadını çıkarmaktadır. Ruhumu doğanın eşsiz güzellikleriyle sarıp onu azat ediyorum. Tüm anlamsız sınırları, baskıları yıkıyorum bir bir. 

Ruhu azat ettim şimdi. Ruhum dağların yüceltilerinde şimdi. Ararat’ın doruğuna yol almakta.  Ruhum özgür şu an tıpkı bedenimi gibi. Şimdi doğa ile dans zamanı. Yavaş yavaş oturduğum yerden kalkıyorum. Saçlarımı uçuşuyor rüzgâr da ve onunla dönmeye başlıyorum. Yapraklar uçuşuyor tepemde. Büyük bir özgürlük ruhu ile akıyorum zamana. Akan zamanın şimdiki anında bütünleşerek insan evrenin denkleminin yakalamak istiyor. Bu büyük enerji ve özgürlük ritmi içinde var olma hissini insan şu an da daha güçlü yakalayabiliyor. 

İşte özgürlük şimdi tüm bu seslerde, renklerde ve bu dansta ifadelendiriyor kendisini. İnsan farkına vardıkça evreni daha çok algılayabiliyormuş. Bir bakıyorsun ki kekik kokuyormuş özgürlük, gelece akan bir su misaliymiş, insandan evrene, evrenden insana bir anlam gücüymüş yaşam, aşkmış enerjisi hayatın. Bunları anladıkça sis perdesi iniyor gözlerin. Aydınlık olan bir zihin anlıyor ki, dans etmekte bir parça özgürlükmüş. Bu anlamda hiç de uzak değilmiş özgürlük… 

Anlık gerçekleşme gücü kadar sonsuzluğa uzanan bir değişim akışıymış. Böyle bir hissediş ile anlam gücünün ne kadar yakın olduğunu insan daha iyi anlıyor. Tüm uzaklıkların istenirse ne kadar yakın kılınabileceğini de öğreniyor insan. Ve tüm sınırların anlamsızlığı bir kez daha anlaşılıyor. İnsan anlamı yeniden daha derinden duyumsuyormuş.
          

Siz hiç doğa ile dans ettiniz mi?

Eğer dans etmemişseniz hayatınızda büyük bir kaybı yaşamışsınız demektir. Hayatı derinli solumak insanın kendisiyle, hayatla ve doğa ile arasına örülen ağları, anlamsızlık duvarlarını aşması ile gerçekleşir.  Aşamadığımız her duvar, çözemediğimiz her ağ hayatımızı anlamsızlaştırdığı gibi, hayat adına bize sunulan sahtelikler dünyasına mahkûm da kılar. 

Asıl mahkûmiyeti insan kendi içinde büyütür. İçteki mahkûmiyet aşılmadan dışarıdaki de aşılmıyor.  Bedenin hükmü başkasına ait olsa da yüreğin hükmü bize aittir. Yüreğin hükmü bizde diyerek kendi içimize sürekli seferlere koyulmanın zamanı şimdi. Bu seferler koyulmadan, insanın dolayısıyla hayatın sırları çözülmeden, bedene de hükmetmeler hep devam edecektir. İnsanın kendi düşüncelerini, duygularını ve ruhunu özgür kılması ancak kendisini tanıması ve kendi hayatı hakkında doğru bir kılavuzluğa kavuşması ile olur. 

Bu anlamda yol ve yolcu ikiliğini insan kendisinde taşır. Yol insana hayata nasıl yol alacağını gösterir. İnsanın kendi yaşamına bir anlam katmasının arayış ve çabasına yöneltir. Bu yolu bulmak, yaratmak yine bu yolda yolcu olmak bilgelik sınırında yol almayı, büyük bir aşk ile yanmayı gerektirir. Bilgelik yoksa ya da zayıfsa ya da aşk yetersiz yolda, yolcu da bir bütünlüğü yakalamıyor. Bütünlük için yolu da, yolcuyu da bulacak, geliştirecek olan bizleriz. Yeter ki bunun arayış ve çabası ile içinde olalım. Hayatı bir takım benciliklere, geriliklere ve sahteliklere kurban etmeden, yeniden ve anlamlı yaşamın gücünü açığa çıkarabilirim. 

Doğanın eşsiz öğretici gerçekliği ile yol alalım. Doğanın bir parçası olarak insanın her zaman büyük bir özgürlükle akışını gerçekleştirelim. İşte doğa ile dans özgürlüğün bitimsiz bir akış olduğunu ve hayatımızın her anında varlık bulabileceğini öğretiyor insana. 

Hep ulaşılmaz kıldığımız özgürlüğün her an’da nasıl yaşanılabileceğini hissediyor insan. İnsan sevgi ile dolup taşıyor ve hayatın aşkın ve bilgeliğin gücü ile kendi gerçek tanımına kavuşabileceğine bir kez daha anlıyor. Ve şimdi bilgeliğin ve aşkın gücü ile yol almanın zamanı.

 

Sevgilerimle…