İçimdeki sesler ve gölgeler…

Şu an mangamda bilgisayarın başında oturmuş, geceye  Merziye’nin ‘’Bekes mavım’’ parçası ile ilerliyorum. Bu kadife sesli kadının dilinden dökülen her bir kelime yüreğime hüznü yüklüyor. Yüreğimin tüm kilitli kapılarını açarak yolculuklara çıkıyorum. 

Çocukluğumun ve gençliğimin baharını yaşadığım zamanlara… 

Neydi bu kadar beni kanatan, yüreğimde biriken boşlukların bir tanımı var mıdır acaba?  Aslında nasıl bir çocuk olduğunu bilmemiş, çabuk büyümüş bir çocukluktu bizimkisi. 

Ülkemin kızları çabuk büyür ya da büyütülür. Bin yılların kokuşmuş yasaları yarım ve yitik bırakır onların çocukluk hayallerini. Bu nedenle sakat kalır çoğun içindeki çocuk;  lanetli bir kaderin kurbanları gibi sağlıklı büyüyüp, gelişmez çoçuklarımız. 

Ondandır belki benim de yüreğimin bir yanı büyümez. Yüreğim hep o yaralı çocuk olarak kalmak istiyor, bunu da sürekli hissettiriyor. 

Aslında yüreğimin en güzel, en temiz yanı olan çocukluğum adına, çocuklarımız sağlıklı büyüsünler,  yüzlerinde hep gülücükler açsın diye tutuştum bu kavgaya. Ülkeyi kurtarmak aslında çocukları kurtarmak, onların sağlıklı, özgür büyümelerini sağlamaktır… 

Şimdi gecenin ilerleyen bu vaktinde içimdeki çocuğun sesine ulaşmaya çalışıyorum. Ne de çok bastırmışım, ne kadar çok duymazlıktan gelmişim içimdeki çocuğun sesini. Oysa hayatımın en yalın, en güzel tarafı o seslerin içinde saklı. 

Ayrıca içimde belirli-belirsiz ne çok  ses barındırıyorum. Her biri şimdi beni bir tarafa çekiyor. Bazen onlarla şiddetli çarpışmalarım da oluyor. Bazen kazanan ben, bazen onlar oluyor. Bu süreçte içimdeki çocuğun sesine daha fazla kulak verir oldum. Bu sesin gücü ve güzelliğiyle kendime ve hayatıma yeni değerler katmaya çalıştım. 

Bu gece bir düş yolculuğuna çıkıyorum, dünyaya geldiğim çok küçük mekândayım. Hangi ay ya da hangi gün bilinmez. Nüfus cüzdanıma 1 Haziran yazılıdır. Sanırım babam o gün kaydımı yaptırmış, ondandır.  Ne zaman dünyaya geldiğimi sormadım, bir önemi de yoktu. Önemli- önemsiz şeylerle büyümeye başladık, büyümeye zorlandık. 

Hep amcamın evinin arkasındaki uzanan tepelere çıkmak, oralar da gezintilere çıkmak isterdim. Çocukluğa dair hatırladığım en güzel anılarım, bu dağ yolculuklarıydı. Mahallenin kadınlarıyla Nurseddin’in biçeneğine giderdik. Her hafta sonları oradaydık. Yedi tepe arkası bir yerdeydi. En son tepeyi aştığında önümüzde cennet misali tüm güzellikler açılırdı ve biz çocuklar hızla oraya, oradaki güzelliği kucaklamak için koşmaya başlardık. 

En güzel kır çiçeklerinden kendimize taç yapar, buz gibi suyundan kana kana içerdik. Sonra ot toplamaya başlardık. Gün bitince de tatlı bir yorgunlukla eve dönerdik.  Çocukluğum ilk yıllarında hayvanlarımız vardı ve ben kuzuları çok severdim. Akşama doğru kuzuların içine girer, kafamı üzerlerine koyup uyurdum. Ve her seferinden babam beni alıp eve götürürdü. Çocukluğumda yaramazlıklarım olmuşsa da hatırlamıyorum. Kendimi sessiz hatırlıyorum. Bazı görüntüler belirli- belirsiz gözlerimin önüne geliyor. 

Kalabalıklar, kalabalıklar ve feryatlar…annemin ölümü… ve bir anne sıcaklığını ve sevgisini bulduğum büyük ablamın evlenmesi…ablam evlendiğinde hayata biraz daha küstüm. Onun gidişini bir türlü içime sindiremedim. Babama ve Günay’a çok kırıldım. Çok uzun sürdü kırgınlığım…

Bayramlar geliyor gözlerimin önüne. Çocukluğumun bayramlarında evden tek tek giden abilerimin ve ablalarımın yollarını gözlerdik. Onların gelişini büyük bir özlem ile beklerdik. Çocukluğumun en güzel anılarını bu ailece bir araya geldiğimiz bayram günleri oluşturuyor. 

Bayramdan bir gün öncesinde mezarlığa gider, yüreğimizde derin boşluklar bırakan annemizin mezarın başında saatlerce otururdum. Çocuklar genelde mezarlıklardın korkarlardı, ilginç ben korkmazdım. Belki yüreğimin güzel kadını burada yattığı içindi. Ben ki bir kediden bile korkardım ama her hafta mezarlığa gitmeyi iple çekerdim. Bayramları ailece bir araya gelmenin sevincini yaşasak da, yüreğimin bu yitik yanı hep bir burukluk olup kalırdı.

 Amca kızları ile aynı kaderi paylaşmıştık. Böylesi günlerde gece yarılarına kadar dışarıda oturur, yanıklı türkülerle yüzümüzü yıkardık. Bir tek gece tanıktı acılarımıza. Ama sabah olduğunda herkes payına düşen sorumluluklarla hareket ederdi, acıları geceye bırakır, günün telaşına düşerdik. 

On beşimde aşık olduğum anlar geliyor gözlerimin önüne. Gençlik arayışıydı… Çözüp de aşamıyordum. Günay bana müdahale etmişti ve o süreçte biraz acı çekmiştim, ama bu müdahale hayatımın dönüm noktası oldu. Okudum, biraz da olsa kendimi, hayatı tanımaya çalıştım. Önemli olan yaşanan arayışların bilincinde olmak ve aşacak güce ulaşmaktır. 

Zamanla aşkı tanıdım ve  uzaktan sevdim. Kadınlar bir erkeği sevdiklerinden hep anlaşılmak isterler, ruhsal bir bütünlüğü hissetmek isterler. Arayışlarım olmuşsa da hep bu temelde olmuştur. Ancak tanıdığım tüm erkekler için aşk gelip geçici bir hevesti. Belki aşkın tanımından, anlamından uzak aşka bu kadar kapalı yürekleri oldukları içindir. Ama kadın konu aşk oldu mu yüreğinin tüm kapılarını açar, onu sarıp sarmalar. Ancak erkekler aşk konusunda korkak, bireyci ve bencildirler. 

Bunları yazarken büyüme koşullarımızı düşünüyorum da hayata ve mücadeleye ne kadar hazırdık ki…Hiç değil, hep eksik, hep yaralı… İlk dayağımı bu yüzden Günay’dan yemiştim…Açık davrandığım için…Örtülü insanı, örtülü yaklaşımları hiç sevmedim. Gizliliğin, kapalılığın her zaman ahlaki anlamda bir çürümeye yol açtığına inanıyorum. Özel olan her şey bir mülkiyeti içerir, bu açıdan feministlerin ‘’özel olan politiktir’’ sözünü çok seviyorum, benimsiyorum. 

Böyle düşünen ve böyle davranan birinin böylesi bir örgütlü zeminde zorlanacağı ve örgütünü zorlayacağı da kesindi… 

Gece usul usul ilerliyor, yıldızların biri gidiyor, diğeri geliyor ve şimdi de babam geliyor gözlerimin önüne. Babamı severdik, sayardık çünkü annesizliğin bizde yarattığı boşluğu onunla gidermek isterdik. İlginçtir yaşadığım zorlu süreçlerimde rüyalarımın tek konuğu  babamdı. Bu dönemde bana hep moral ve güç aşıladı babam. Yıllardan sonra babam belki özeleştirisini böyle veriyordu. Rüyalarımda hep uyarıcı oluyor. Genelde onu rüyamdan gördükten sonra bir tehlikeyi ya da herhangi bir olumsuzluğu aşıyordum. 

Babamın ruhu benimleydi, bunu hissediyordum….

Bir keresinde de annemi gördüm. Annem en son ne zaman rüyama gelmişti hatırlamıyorum. Katıldıktan sonra rüyamda hiç görmediğimi biliyorum. O da bu sürecimde bir defa rüyama ışık hızı ile girip, çıktı. Ellerini uzatmış, beni çağırıyordu. Uzandım, yetişemedim. Annesizliğin yüreğimizde, hayatımızda bıraktığı boşluklardan acaba haberdar mı? Çocukluğumuz ona olan büyük özlemle geçti, gençliğimizde şimdi yolun yarısındayız halen de ona özlem duyar yüreğim… 

Belki bundandır bu kırılgan, duygusal ve hassas oluşumuzun sebebi. Bunu içindir ki yüreklerindeki acıları dindirmek, yeni acılar yerleşmesin diye analarımızın yüreklerine kavgaya daha çok tutunuyorum.

Biz büyüyorduk, ihtiyaçlarımız değişiyordu, arayışlarımız başlıyordu, cevapsız çok soru vardı kafamızda ve kimse cevaplayamıyordu. Zorluklarımızla, acılarımıza baş başa idik. Abla ile yeni yeni birbirimize anlam veriyorduk. Babamın ölümünden sonra sonunda iki arkadaş olmuştuk. Gecikmeli de olsa anne-kız tartışmalarını geliştiriyorduk. Öyle bir sistem, öyle bir hayat ki bizimkisi, her şey bize rağmen belirleniyordu. Hayatımızı sürekli olarak bu eril zihniyet ve ona dayalı gelişen yapılanmalar etkiledi…    

Babamın ölümü sonrası İstanbul’a taşınma hayatımızdaki ikinci dönümü oluşturdu. Şehrin büyüleyen güzelliği bir yönüyle bizi kendisine çekerken, diğer taraftan ruhumun bir kenarında buralara ait olmadığımı hissediyordum. Babam hayatta iken olduğu gibi ondan sonra da Günay karar veriyordu hayatımız için. Çünkü bizim için daha çok o emek veriyordu ama, ruhumuzda ve  yüreğimizde yaşadığımız sınırsız çelişki ve çatışmalardan da bihaberdi. Yükü ağırdı belki de…Hem aile hem de onurlu bir yaşam mücadelesinin bir parçası olma çabası içindeydi.

Ben, Figen ve Azat iyi birer arkadaş olmuştuk. Erhan’ı da ortak ediyorduk bu ilişkiye ama o daha çocuktu. Özlem bebekti. Babamdan sonra evde kardeş kavgaları yoktu. Figen ve Azat’ın kedi-köpek kavgaları sona ermişti. Hayatımızın bu yalnız limanında birbirimize daha fazla kenetlenmiştik. 

Hoca, Recep, Kadir toplanıyor, ülke meselelerini, aile meselelerini birlikte tartışıp, kendimizi güçlendirmenin yolunu bulmaya çalışıyorduk. 

Recep’le her akşam üstü sazlı-sözlü sohbetlerimizle uzanırdık geçmişe ve bu büyük şehirde yitmemek için yüklenirdik kendimize.

Ne güzel söyler, ne güzel içlenirdik, sonra da yatağa gider yorgun gözyaşları dökerdik…

Bu gecelik de bu kadar…