Serhat’tan Şam’a bir yolculuk hikayesi

Zorlu geçen bir pratik sonrası yola koyulmuştum. 94 operasyonları ülke genelinde zorlu geçmişti. Türk ordusu yeni savaş konsepti ile ‘Süpürge Operasyonu’ olarak tanımladığı yeni saldırılarını kışın başlatmıştı. Yoğun bir teknik yönelim ile büyüttüğü bu operasyonda, bulunduğum Serhat alanı itibariyle bir takım zorlanmaları yaşadık. Çok ciddi, büyük direnişlerin yaşandığı bu yılda, hem süreci ve düşmanın yeterince güçlü okumama hem de ateşkes sürecin de yarattığı gafletle gerekli hazırlıkların yapılmaması süreklileşen saldırıların yoğunlaşmasına zemin sundu. Kayıplar yaşadık. Ancak gerilla direnişe direniş katan mücadelesiyle tüm bu saldırıları geri püskürtmeyi de başardı.

Her günü bir destan olan büyük direniş mücadelesi ile gerilla tıpkı Ağrı Dağı kadar dik, mağrur ve görkemli duruşu ile özgürlük mücadelesinin büyütülmesini sağladı. Ağrı’nın eteklerinde direniş bin bir renge bürünmüştü. Dağların sevdası da başka, kavgası da bir başkadır. Ve biz büyük bir sevda ve kavga gücü olarak yol alıyorduk.

Yola çıkarken yaşanan bu ağır pratiğin etkisi altındaydık. Bir de yeterince başarılı olamamanın mahcubiyetini de derinden yaşıyorduk. Her konakladığımız noktada hep bu yönlü, nasıl bir cevap verebiliriz düşüncesi etrafında gidip, geliyorduk. Keşke bir yeri özgürleştirebilirseydik düşünceleri arasına dalıyorduk. Ancak biliyorduk keşke’ler bir yerden sonra çok fazla anlam ifade etmiyor. Önemli olan yerinde ve zamanında cevap olacak duruş ve katılım göstermektir. Yani zamanın ruhunu doğru okumak ve bu temelde yaklaşmaktır. Böyle yapıldığı oranda keşke’ler yaşamımızda fazla yer tutmaz. Bunu ileri de daha derin kavrayacaktık.

Serhat bölgesinden Önderlik sahasına giden dört arkadaştık. Grupta tek kadın bendim. Yol boyunca zorlanmalar olsa da arkadaşlarla birlikte bu zorlanmaları aşmaya çalıştık. Yol boyunca ciddi zorlanmaları yaşasak da ancak varacağımız noktayı düşündüğümüzde bu zorlanmalar çok çabuk aşılıyordu. Varılacak nokta belli ise bu uğurda çekilen tüm zorluklar, engeller de bir anlama sahiptir. Bir de bu toprakların insanları ve kadınları olarak yaşamda bize ait kazanılan her şeyin büyük bir bedelle elde edildiğinin farkındaydık.

Konu biz Kürtler ya da onurlu yaşam olunca hiç bir şey bedelsiz olmuyor. Özgürlük yolunda verilmesi gereken bedellerin, zorlukların da farkındaydık. Bir de budur bizim gücümüze güç katan. Kendimizi bulmaya, tanımaya, daha fazla güçlenmeye, yenilenmeye yol alıyorduk. Bu bize büyük bir enerji sağlıyordu. Bir de yarı yolda bizden ayrılan can yoldaşlar vardı. Hepsinin ortak hayali ve özlemi idi. Bir gün Önderlik ile buluşma, onunla konuşma, ona sarılma… Bir de bu yitik kalan özlem ve hayaller için de yol alıyorduk. Kesinlikle bu hayaller gerçekleşmeliydi.

İki aylık süren zorlu bir yol süreci sonrası trene binip Şam’a yol aldık. Bir yerde kadın kongresi sonrası sahaya gidecek olan kadın yoldaşlarla birlikte bir grup erkek arkadaşla birleştik. Yol boyunca noktaların dışında hep tek kalan ben bu kadar kadın yoldaşla birlikte olmanın büyük mutluluğunu yaşıyordum. Kırk beş kişilik grubumuz oldukça renkli bir birleşime sahipti. Türk, Azeri ve Arap olan arkadaşlar da vardı. Ağırlıkta üniversite okuyan arkadaşlarla birlikte uzun süre savaşta yer alan, komutalaşan arkadaşlar da vardı. Herkes de bir heyecan, bir şaşkınlık hâkimdi. Bundan olacak ki tren yolculuğumuz boyunca derin bir sessizlik hâkimdi. Sanki büyülenmiştik, biri konuşursa bu büyü bozulacaktı gibi ve kimse bu büyünün bozulmasını istemiyordu.

Herkes kendi hayal dünyasındaydı. Herkes kendi zamanında. Kimi belki çocukluğuna, kimi gençliğine kimi ilk gerilla yıllarına gitmişti. Farklı zamanlarda geziniyorduk ancak tek bir zamana akacağımızı da biliyorduk. Tren son düdüğü çaldığında vardığımızı fark ettik. Hızla inerek bizim için orada bekleyen arabalara bindik. Tabi herkes bize bakıyordu. Sadece birleşimimiz değil giydiğimiz kıyafetler de çok renkli idi. Tüm renk tonları olsa da ağırlıkta pembe ve kırmızı idi. Bu renk cümbüşü içinde hızla arabalara ilerledik, artık gideceğimiz yere az kalmıştı. Çiftliği burada kalan arkadaşlarda çok duymuştum. Açılan büyük demir kapı ile birlikte içeriye girdik.

Önderlik çözümlemedeydi. Arkadaşlar ders oldukları için sessizce bizi karşılayan arkadaş öncülüğünde kamelyaya doğru yol aldık. Büyük bir çiftlikti. Okul ve kalınan yerlerin dışında her taraf ağaçtı. İlk dikkatime çeken kaysı ağacı olmuştu. Ağaçlar çiçek açmıştı ve ortama güzel bir koku saçıyorlardı. Her biri bir başka güzelliğe sahipti. Heyecanımız gittikçe daha da çoğalıyordu, öyle ki birbirimizin kalp atışlarını duyuyorduk. Arkadaşlar bize çay getirdiler ancak heyecandan kimse içemiyordu. Herkes bir an önce başlayacak olan büyük görkemli buluşmaya odaklanmıştı, bu nedenle kim bir şey söyle diğeri kesinlikle duymuyordu. Beden bir bütün kendinde çıkmıştı, başka bir oluşuma doğru evriliyordu. İşte bu an, insan hakikate ne kadar yakın olduğunu hissediyor. Ve insanı tek çeken şey hakikat oluyor. Onun dışında her şey tek tek anlamını kaybediyor. Anlam hayatın, yani hakikatin kendisini oluyor. Bu an’lar aynı zamanda bir özgürlük an’ıdır. Kendinden çıkma, yeni bir oluşa yol alma an’ı aynı zamanda insanın kendini yenilenmesi yani özgürleşmeye adım atmasıdır. Çoğaltabilsek böyle an’ları… Ya da yerinde ve zamanın da daha doğru ve güçlü okuyabilsek…

Çözümlemenin sona erdiğini Önderlik dışarı çıkınca anladık. Arkadaşlara,’ grup gelmiş mi’ diyerek sordu. Koordine arkadaşta, ‘doğrudur başkanım’ diye cevap verdi. Tören için talimat verdi ve Fuat arkadaşla birlikte biraz ileri de bizleri karşılamaya başladı. Törenden sonra Önderlikle yemek yedik. Çok güzel bir sofra hazırlanmıştı ancak biz kilitlenmiştik. Aç olduğumuz hissetmiyorduk. Önderlik tek tek arkadaşları soruyor, alanları soruyor ve bu arada yanındaki arkadaşların tabaklarına yemek dolduruyor ve yemeleri için teşvik ediyordu. Aynı anda birçok şeyi yapabiliyordu. Çok yönlülüğü hemen dikkatimizi çekiyordu. Bir de kendinden emin, tok sesi…

Ertesi gün hepimiz çözümleme için kamelya da toplandık. Heyecan yine doruktaydı. İnsana huzur veren bir ortamdı. Bu kamelya bizden önce de birçok özgürlük savaşçılarına tanıklık etmişti. Yeni tarihin bir kesiti hem de önemli bir kesiti idi. Doğanın içinde öğrenmenin çabası ile yol almak bize yeniden insan olma bilincini daha güçlü aşılacaktı. Kendimize döndükçe, özümüzle buluştukça doğa ile tekrardan arkadaş olacaktık. Bu ortam bir de bunun için oluşmuştu. Bizi bizden alı koyan, yabancılaştıran tüm özellik ve alışkanlıklara karşı mücadele etme alanı idi. Bu meydan yeniden var olmanın meydanı idi. Bunu bilmek, bilmek kadar inanmak, inanmak kadar güçlü bir eylemcisi olmak gerekirdi. Devrimcilik de buydu, bilinç kadar inanç, inanç kadar eylem demektir. İşte bu kamelya bilincin, inancın ve eylemin yeniden güçlü oluştuğu alandı. Bir de arınma zamanı. Yani KENDİN OLMA ZAMANI. Artık hiçbir kaçış yok, tüm yollar, kapılar kapalı. Sığınılacak bir sığınak, takılacak herhangi bir maske yok. Tüm maskelerin düşürüldüğü, tüm sığınakların ortadan kaldırıldığı yerdeydik.

Ve asıl kavga şimdi başlıyordu…